Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Biz neşatın da gamın da ruzgarın görmüşüz
Bu dünya bahçesinin hem sonbaharını hem de ilkbaharını görmüşüz.Biz hem sevinç hem üzüntü zamanlarını yaşamışız.
Hazan,bahar sözcüklerinde tezat vardır.Sevinç ve üzüntü(neşat, gam) sözcüklerinde de yine aynı şekilde tezat sanatı görülmektedir. “hazan(sonbahar)=> gam (dert) ile bahar=> neşat(sevinç) sözcüklerinde leff ü neşir sanatı görülmektedir.Dünya bahçesi söz grubunda dünyanın bahçeye benzetildiğini görürüz.Bu teşbih-i beliğdir.Rüzgar sözcüğünde ise hem geçen zaman(günler) anlamı vardır hem de sevinç rüzgarı üzüntü rüzgarı söz gruplarında çokluk, furya anlamı var.Bu iki anlamlılığa tevriye diyoruz.
Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde
Biz hezaran mest-i mağrurun humarın görmüşüz
Talih meyhanesinde çok da gururlanma çünkü biz gururdan sarhoş olanların binlercesini daha sonra sersemlemiş halde görmüşüz.
Dünya kelimesi yerine dolaylama yapılarak meyhane-i ikbal denilmiş. Açık istiare var, çünkü benzeyen varlık yani dünya söylenmemiş.mağrur sözcüklerinin tekrarıyla tekrir sanatı; mest,meyhane ve humar(ayılma sersemliği) kelimeleriyle de tenasüp sanatı oluşturulmuş.”ikbal ile mağrurların sonu” söz grupları arasında tezat vardır.Zaten didaktik ve hikemi şiirleriyle tanınan Nabi, okuyucularına ahlak ve erdemi gösterecektir.
Top-ı ah-ı inkisara payidar olmaz yine
Kişver-i cahın nice sengin hisarın görmüşüz
Biz mevki ve ikbal ülkesinin nice taş kalelerini görmüşüz ki aldıkları beddua toplarıyla yıkılıp gitmişlerdir.
Sert taştan yapılan hisar ile o hisarın yıkılması tezat oluşturuyor.Garibanların bedduası topa benzetiliyor.Sadece benzeyen ve benzetilenle yapılan bu sanata teşbih-i beliğ denir.
Bir huruşiyle eder bin hane-i ikbali pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisarın görmüşüz
Biz dertlilerin sel gibi akan öfke gözyaşlarıyla binlerce talih evini yerle bir ettiğini görmüşüz.
Dertlilerin gözyaşları sele benzetilmiş: teşbih sanatı… Gözyaşlarının binlerce sarayı yıkması mübalağa sanatıdır.
Bir hadeng-i can-güdaz-ı ahdır sermayesi
Biz bu meydanın nice çabuk-süvarın görmüşüz
Biz bu meydanda nice binici görmüşüz ki can alıcı ah oklarıyla yere serilmişlerdir.
Bu dünyadaki iyi biniciler diyerek dünya nimetlerinden yararlananlar kastediliyor.Benzetilen(binici, süvari) var; benzeyen (insanlar, zenginler) yok.O halde açık istiare vardır.beddua, can alıcı oka benzetilmiş.(can alıcı beddua oku): kısaltılmış teşbih, çünkü benzetme edatı yok.Bu meydan diye kastedilen ise dünyadır.Benzeyen yok,açık istiaredir.
Kase-i der yuzeye tebdil olur cam-ı murad
Biz bu bezmin Nabiya çok bade-harın görmüşüz.
İsteklerin kadehi dilenci çanağına döner
Ey Nabi biz bu meclisin içki içenlerini çok görmüşüz.
Ey Nabi derken nida sanatı yapılıyor.Şair kendine sanki başka biriymiş gibi seslenmekle tecrid sanatını uyguluyor.Cam-ı muradın yani makul isteklerin dilenci çanağına dönmesi ile aşırı hırs ve hepbanacılık kastediliyor ve eleştiriliyor.Açgözlüler kastediliyor.Dilenci çanağı (açgözlülerin doymak bilmeyen hırsları): açık istiaredir. İstek kasesi: normal ihtiyaçlar için Allah’tan dua ve çalışmak suretiyle rızkın istenmesidir, yani ideal insan davranışıdır: O halde istek kasesi açık istiaredir. İstek kasesi ile dilenci çanağı: tezat sanatıdır. Bade-har (içiciler): açgözlüler anlamında açık istiaredir.
Şair Nabi’nin “görmüşüz” ifadelerini redif olarak her beytin sonunda tekrar etmesi şiire hikemi tarz kazandırıyor ve dünya malı peşinde koşmanın anlamsızlığını gözler önün seriyor.Aynı zamanda akurlara şiirin bilge bir kişinin ağzından çıktığı izlenimini kuvvetli olarak veriyor.
HAYAL
Takvimden bir yaprak kopardım kızım.
Ömründen bir günün gitti diye yan!
Bugünden kalacak ne arda kızım?
Bir yığın hatıra bir siyah duman.
Bu akşam bembeyaz perdelerini.
Yine sen erkenden indir elinle
Ve sonra koltuğa bırak kendini
Odanda bir lahza sükutu dinle
Saatler uzar da sabaha yakın
Ansızın gözlerin dolarsa yaşla
Odanda bir hayal bekle ve bakın
Titreyen sesinle bir şarkı başla
Bir gölge görürsen kızım o anda
Yaklaşan hayale deme sakın kim
Böyle hep geç vakit sıcak odanda
Dolaşan o hayal bil ki hep benim
HAŞİM NEZİHİ OKAY
OK GİBİ DOĞRU OLSAM YABANA ATARLAR BENİ
YAY GİBİ EĞRİ OLSAM ELDE TUTARLAR BENİ
DOĞRUDA AÇ GÖRMEDİM; EĞRİDE HİÇ TOK..
EĞRİ YAY ELDE KALIR, MENZİL ALIR DOĞRU OK.
EL HAC KAVSİ
İnsanoğlu bir canavar iken anı bir melek
Yapan Hakk’ın korkusudur, sevgisidir, emridir.
Beş vakitte namaz bu hisleri vererek
Kötülükten iğrendirir, iyiliği sevdirir.
İnsanları asırlardan beri eden terbiye
Her birinde birer vicdan uyandıran namazdır
Buna cennet kılavuzu denilse de pek azdır
Bir kaygumuz bulunursa odur eden tesliye
İki rekat namaz kılar kurtuluruz mihnetten
Gönlümüze bir saadet yeli eser cennetten.
Ziya GÖKALP
ÇİÇEK AĞIZLI GÜL KUŞU
Uyku siyah bir denizde
Kundak olur balıklara
Kalbini bırakır bülbül
Gülü koruyan oklara
Şarkıların ırmakları
Aşkını sunar ak güle
Altın sevda yaprağında
Bir sıra görünür bülbüle
Her gece gül için okur
Eski Kuşlar Kitabı’nı
Sabah olur niçin anmaz
Bülbülün öksüz adını
Kanatları ay ışığı
Çiçek ağızlı gül kuşu
Unutturur acısını
Gözlerinden damlayan su
Mustafa ruhi ŞİRİN
Tuna boylarında sıra selviler
Tan yeli estikçe sessiz ağlarmış;
Gül bahçelerinde baykuşlar öter…
Şu viranelikler eski bağlarmış!
Namaz-gâh bir otluk: Kalmamış taşı;
Çeşmelerden akan : Kanlı gözyaşı…
Orda bir güzei var, çatılmış kaşı;
Ak alnına kara çatkı bağlarmış!
Kırık minareden duyulmaz ozan..
Hep ocaklar sönmüş, devrilmiş kazan.
Bir inilti duydum, sandım bir ozan;
Sesime ses veren karlı dağlarmış!
Söğüd dallarında hasta serçeler
Eski akın destanını heceler..
Tuna ağlıyormuş bâzı geceler:
Göğsünde kefensiz şehîdier varmış!
Bozulan bağların üzümü acı;
Âsî köle kesmiş eski haracı;
Yine yedi kıral giymişler tacı…
Şahin yuvasını kargalar sarmış!
Haydi eski ozan, al sazı ele,
Düşmanlar içine düşsün velvele.
De ki: Hor bakmayın bu durgun sele;
O, yetmiş bir kavme akın çıkarmış!
Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Bilmem ki ölüm var mıdır ondan daha alçak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez…
En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,
Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: ‘Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş! ‘
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir taraftan!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur! ‘ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.
MEHMET AKİF ERSOY