Cover Image

Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri

Ocak 8, 2025 Okuma süresi: 10 dakika
İhsan Oktay Anar

İhsan Oktay Anar’ın 1998 yılında yayımlanan romanı.

Yazarın üçüncü romanıdır.

Esere adını veren Efrâsiyâb (Afrasyab), Saka Türklerinin efsanevi hükümdarı Alp Er Tunga’dır. İranlılar, ona Afrasyab adını verip ulusal destanları Şehnâme’de onun kahramanlıklarından söz etmişlerdir.
Yazar, eserde postmodern bir anlatım tekniği olan parodiden yararlanmıştır. Parodi, bir metnin alayla, abartıyla ya da çarpıtılarak taklit edilmesidir.

Bu açıdan eserde farklı kültürlere ait Kırmızı Başlıklı KızKont DrakulaPrometheusKral MidasMantıku’t-tayrSüpermen gibi birçok anlatı; orijinalinden farklı şekil ve isimlerle 20.yüzyıl Anadolu’suna uyarlanmış ya da bu eserlere göndermeler yapılmıştır.

Eser, çerçeve öykü tekniği ile kaleme alınan postmodern bir anlatıdır.
Romanın ana karakterleri insan bedenindeki Ölüm (Azrail) ile Cezzar Dede‘dir.

Ölüm, bir sonraki alacağı can olan Uzun İhsan’ı (İhsan Oktay Anar) bulmaya çalışırken Cezzar Dede ile bir anlaşma yapar. Cezzar Dede anlattığı her hikâye için bir saat daha yaşayacaktır. Eser, bu açıdan Binbir Gece Masalları’na benzemektedir.

Ölüm ile Uzun İhsan arasında sekiz mahalle süren kovalamacada Ölüm ve Cezzar Dede karşılıklı olarak korku, din, aşk ve cennet konularında sekiz hikâye anlatırlar.

Kurmacanın alt katmanlarını oluşturan sekiz hikâye sırasıyla şöyledir: Güneşli Günler, Bidaz’ın Laneti, Bir Hac Ziyareti, Dünya Tarihi, Ezine Canavarı, Hırsızın Aşkı, Şarap ve Ekmek ve Gökten Gelen Çocuk.

Ölüm, her defasında Uzun İhsan’ı elinden kaçırmaktadır. Sekizinci mahalleye geldiklerinde  Ölüm, “Gökten Gelen Çocuk” isimli sekizinci hikâyeyi anlatmaktadır. Hikâyeyi bitirdiğinde oyunun sürmesini ister. Cezzar Dede ise artık hikâye anlatmak istemediğini söyleyerek Ölüm’e “Benden alman gerekeni alabilirsin.” der. Bu arada sekizinci mahallede Uzun İhsan’ın kaldığını evin önüne gelirler. Cezzar Dede’nin yardımı ile pencereye asılıp içeri bakan Ölüm, kız kardeşi Uyku ile yüz yüze gelir. Uzun İhsan ise sedirde derin bir uykudadır. Uyku, Uzun İhsan’ı kardeşinin eline bırakmak istemez. Ölüm ise ablasının yüksek sesten ürktüğünü bildiği için Uzun İhsan’a doğru bağırmaya başlar. Bu arada kapıda yatmakta olan devasa kurt köpeği pencerenin altına gelmiştir. Ölüm, ablasından yardım ister ancak Uyku kulaklarını tıkadığı için onu işitemez. Ölüm, avazı çıktığı kadar bağırınca da bir hayal gibi kaybolur. Uyanan Uzun İhsan ise kendini tanıtan Ölüm’e canını bağışlaması şartıyla yardım eder. Böylece Uzun İhsan sekizince defa Ölüm’ün elinden kurtulmuş olur. Cezzar Dede, dışarıda Ölüm’ü beklemektedir. 

Ebediyete gitmek üzere kasabanın dışına doğru yürümeye başladıklarında Cezzar Dede’nin torunlarıyla karşılaşırlar. Cezzar Dede, torunlarına onlarla gelemeyeceğini söylese de torunları dedelerini bırakmak istemez. Ölüm ise çocuklara bu durumu anlamalarının zor olduğunu, dedelerinin kendi isteğiyle gitmediğini, onu kendisinin götürdüğünü söyler. Ancak çocuklar her şeye rağmen dedelerini bırakmak istemeyince Ölüm, onlara bir oyun oynamayı teklif eder. Çocuklara güneş ufukta kaybolana denk kendisini gülümsetebilirlerse dedelerini bırakacağını söyler. Halbuki Ölüm’ün yüzü gülme, gülümseme, ağlama gibi duygulara mühürlüdür. Çocuklar ne kadar uğraşsa da Ölüm’ü güldüremezler. Tam ümitlerini yitirdikleri bir anda torunlardan birinin gözyaşı ile Ölüm’ün kalbindeki katılık mührü kırılır. Ölüm, çocuğun yüzündeki cenneti görmüştür. Çocukluk, cennetin ta kendisidir ve elbette seyredilmeye değerdir. Ölüm’ün gülümsemesi ile Cezzar Dede’nin canı bağışlanmış olur. Romanın sonunda da tüm anlatılanların Cezzar Dede’nin torunlarına anlattığı bir hikâye olduğu anlaşılır.

İlk Hikâye: Güneşli Günler

Ölüm ile Cezzar Dede’nin karşılıklı hikâye anlatma oyununda ilk olarak Ölüm, 1940’lı yıllarda Anadolu’daki bir yatılı okulda geçen “Güneşli Günler” adlı korku hikâyesini anlatır. Okulun porfiria hastası olan yeni müdürü, en ufak güneş ışığına bile dayanamaz hatta lambalar bile onun cildinde yaralar açar. Öğrenciler güneşsizlikten kül gibi beyaz tenli, diş etleri çekilmiş, baştan aşağı siyah giyen bu adamdan korkar ve ona kont lakabını takarlar. Sağır lakabıyla anılan resim hocası ise resme yetenekli Bora Mete’den (Prometheus) güneşi hiç görmeyen Müdür için güneşli bir manzara resmi çizmesini ister. Öğrenci bu sayede bir hapishane kadar kasvetli olan okulun dışında zaman geçirebilecektir. Ancak resim öğretmeni bunun karşılığında Alyanak lakaplı bu öğrenciden müdür için kan vermesini ister. Güneşli günlerin resmini çizebilmek için yağmurlu havaların bitip güneşli havaların çıkmasını beklerken her gece çocuktan kan alan müdürün açgözlülüğü yüzünden Bora Mete ölür. Öğrenci, arkasında güneşin doğuşunu çizmeye çalıştığı yarım kalmış bir resim bırakmıştır. Kont Drakula ve İkarus’un bir parodi toplamı olarak karşımıza çıkan Müdür figürünün yanında ona güneşi getiren Bora Mete de Prometheus olarak karşımıza çıkar. Hikâyede çarpıcı bir eğitim sistemi eleştirisi söz konusudur.

Son Hikâye: Gökten Gelen Çocuk

Eserin son hikâyesi olan Gökten Gelen Çocuk ise çocuksuz bir çiftin bahçesine gökten düşen beş yaşlarında bir çocukla başlar. Bir Süpermen parodisi olarak ilerleyen hikâyede baba Muhittin Kent, Gülerk adını verdikleri çocuktan muhtaçlara yardım eden bir kahraman olmasını beklerken annesi ise tertipli, uslu, söz dinleyen, sokağa çıkıp üstünü başını batırmayan biri olmasını beklemektedir. Bu iki zıt isteğin somut göstergesi ise tıpkı filmdeki gibi kıyafette kendini gösterir. İki tarafı da memnun etmeye çalışan Gülerk Kent, yaşadığı kimlik bunalımı sonrasında kendini cami minaresinde bulur. Minareden atlayan Gülerk’i bir leylek yakalayıp cennete götürecektir. Hikâyenin sonunda tıpkı masallarda olduğu gibi gökten üç elma düşer.

İlgili Sayfalar

👉 Modernizm / Postmodernizm

👉 

Eser Özetleri

Yararlanılan Kaynaklar

Efrâsiyab’ın Hikâyeleri, İhsan Oktay Anar, İletişim Yayınları, 2024
İhsan Oktay Anar’ın Efrâsiyab’ın Hikâyeleri Adlı Eserinde Bir Eleştiri Aracı Olarak Grotesk Anlatım, Nurcan Ankay
Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri Romanında Kültürün Yorumlanması, Muhammed Ali Aktaş
İhsan Oktay Anar’ın Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri Adlı Anlatısı Üzerine Parabolik Bir İnceleme, Emine Ayan


Cover Image

İhsan Oktay Anar (1960)

Haziran 22, 2024 Okuma süresi: 3 dakika
Puslu Kıtalar Atlası: 17. yüzyılda İstanbul’da geçen roman; Galata’da korsanlar, bıçkınlar, dilenciler, kumarbazlar, hırsızlar, delilerden oluşan bir çevrede geçer. Düş gücü zengin bir ihtiyar (Uzun İhsan Efendi), düşlerinden devşirdiklerini Puslu Kıtalar Atlası adlı bir kitaba döker ve kitabını savaşa gitmek üzere olan oğlu Bünyamin’e emanet eder. Eserde, tuhaf bir siyah sikke (kara para) sayesinde sonsuzluğa kavuşmayı arzulayan Büyük Efendi Ebrehe ile bu parayı tesadüfen bulan Bünyamin arasındaki mücadele konu edilir. Bünyamin, kötülüğü, yani kara parayı ele geçirerek sonsuzluğa ulaşmayı hedefleyen Ebrehe ile olan mücadelesinde, babasının verdiği defteri rehber edinerek kötülüğü alt eder ve bilgeliğe ulaşır.

Kitab-ül Hiyel (Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri): Eserde Yasef Çelebi, Calûd ve Üzeyir Bey olmak üzere üç hiyelci ustasının (mucit / mühendis) öyküsü anlatılır. Yafes Çelebi’nin öyküsü, aynı zamanda romanın çerçeve öyküsüdür. Roman, bu çerçeve öykü içine serpiştirilen alt öykülerle bir bütünlük oluşturur. 19. yüzyılda İstanbul’da geçen roman, renkli ve coşkulu bir atmosferde sunulur. Bir efsaneden yola çıkan yazar, gücünü uzun saçlarından alan Samson’un yerine, gücünü aklından alan insanın trajedisini fantastik bir serüvenle işler. Eserde doğaya hükmetme erkine rağmen mutluluğu yakalayamayan insanın hikâyesi işlenmektedir.

Efrasiyab’ın Hikâyeleri: İç içe geçmiş fantastik hikâyelerden oluşan bir romandır. Romanın ana karakterlerinden biri olan Ölüm, bir sonraki alacağı can olan Uzun İhsan’ı bulmaya çalışmaktadır. Bu kovalamacada kendisine eşlik eden Cezzar Dede ile birbirlerine hikâyeler anlatarak sekiz mahalle dolaşırlar. Romanın sonunda tüm anlatılanların Cezzar Dede’nin torunlarına anlattığı bir hikâye olduğu anlaşılır.

Amat: Roman, 1670 yılında İstanbul’dan hareket eden bir Osmanlı savaş gemisinin açık denizlerde yaptığı fantastik bir yolculuğun hikâyesidir. Alegorik özellikler gösteren eserde, dünya kurulduğundan beri süren insan ile şeytan arasında geçen mücadele anlatılmaktadır. Dünyayı sembolize eden geminin kaptanı Diyavol, hikâyenin asıl kahramanıdır. Açıkça söylenmese de kaptan, şeytanı simgelerken gemideki 247 mürettebat da cezalandırılmayı hak eden insanlardır.


Hakkında

Bu kısım siten hakkında bilgi verir. Burayı değiştirmek ve düzenlemek için admin->eklentiler->tanımı düzenle

Etiketler