EDEBİYATA DAİR…: etik değerler

Haziran 16, 2011 Okuma süresi: 2 dakika

EĞİTİMDE ETİK DEGERLER ÇALIŞMASI AYLIK FAALİYET RAPORU

  1. Edebiyat dersi öğretmenleri olarak her dersin 10 dakikasını etik değerlerin işlenmesine ayırdık.İnsani-moral değerleri anlatırken tarihi kişiliklerden ve topluma mal olmuş ünlülerin hayatından yararlandık.
  2. Öğrencilere insan olmanın erdemleri anlatıldı. İnsanlığın biyolojik bir yaşam formundan öte, bir duyular-algılar mekanizması olduğu, insanın toplumla bütünleşmiş bir varlık olduğu, toplumsallaşmanın gereği olarak karşısındakinin hak ve hürriyetlerine saygılı olmaları gerektiği vurgulandı.
  1. Etik değerleri içselleştirmelerine yardımcı olabilecek kitaplar okumaları konusunda öğrenciler yönlendirildi. Fatih Sultan Mehmet, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy gibi örnek şahsiyetlerin hayatlarından kesitler içeren biyografi kitapları okumaları tavsiye edildi.
  2. Öğrencilerimize etik değerlerin hayatımızdaki yeri konusunda bir kompozisyon yarışması düzenledik.23 eserin geldiği yarışmada birinciliği 9/E sınıfından Demet Atım kazandı. 10/F sınıfından Mervenur Gazi ikinciliğe, 11/B’den Duygu Pelister’in eseri üçüncülüğe layık görülmüştür.
  3. Öğrencilerimize etik değerleri yakın çevrelerinden dışa genişleyen bir halka modeliyle uygulamaları istendi.Kendi hayatlarından başlamak kaydıyle, aile içinde, akraba çevresinde, mahallede ve toplumsal alanların tamamında uygulama alanı olarak kullanmaları vurgulandı. Kendilerinin örnek kişilik olarak gıptayla bakılan kişiler olmaları telkin edildi.

Mehmet Turan Mustafa Tekmek


Cover Image

TÜRK EDEBİYATI DİL ANLATIM: MÜNAZARA KONUSU”İNSAN DOĞAYA HAKİMDİR.”

Mayıs 9, 2010 Okuma süresi: 6 dakika
Değerli öğretmenlerim, sevgili arkadaşlarım,
Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyor ve karşı gruptaki arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
Ben ve ekip arkadaşlarım, sizlere, insanın doğaya hakim olduğu tezini savunacağız

Şimdi gözlerimizi kapatarak doğayı duyumsamaya çalışalım. Dinleyin doğayı… Gözleriniz kapalı… Şimdi, dağların yamaçlarından serin rüzgarlar esiyordur; Birazdan hışırtısını duyacağız. Arılar, çiçeklerden bal topluyordur; şimdi vızıltıları kulaklarımıza gelecek… Kuzular, oğlaklar meleşiyordur… Seslerini duymaya çalışın… Şimdi duyacağız doğanın seslerini… Şimdi… Ama… Ama bu sesler, korna ve egzoz seslerini andırıyor. Bu koku, bu duman… Öhhö öhhö öhhö… Ayy boğulacağım sanki…

Ya arkadaşlar kusura bakmayın, insanlar doğayı ele geçirip katletmişler… Benim size anlattığım doğa parçası yağlı boya resimlerde kalmış… Ne dağ meltemleri esiyor şimdi, ne de arılar çiçeklerle dans ediyor.Maalesef, hepsi yalan olmuş. Çok mahcup oldum… Size karşı değil, gelecek nesillere karşı… Ne diyeceğiz onlara, nasıl hesap vereceğiz???

Görüyorsunuz ki insan maalesef doğanın hakimi olmuş. Maalesef diyorum çünkü biz bu durumu onaylamıyoruz.Keşke siz haklı olsaydınız da doğa insanlara hakim olsaydı; ama üzülerek söylüyorum ki insanlar doğayı iki paralık menfaatleri uğruna ele geçirdiler. Sonuç mu??? İşte sonuç:
Kanada’da fok balığı katliamı

Zalim insanlar para uğruna doğal hayata müdahale ediyor ve zavallı fok balıklarını başlarına sopalarla vura vura öldürüyorlar.Derileri delinirse para etmiyormuş çünkü. Demekki insan doğanın hakimiymiş arkadaşlar.

Afrika’da fil katliamı
Bir filin dişleri 2000 dolara satılıyor..Afrika’da dişleri için fil katliamı yapıldığını biliyor muydunuz??? Hadi gözümüz aydın, bu hızla gidersek 2020 yılında çocuklarımıza gösterecek bir tane filimiz bile kalmayacak… Tabi insan doğaya hükmettiği için…Maalesef.

Bu resimdeki ise 1920’li yıllarda nesli tükenen Tazmanya canavarı. Ne o şaşırdınız mı??? Tazmanya canavarını duyunca aklınıza çizgi filmi geliyordur.Ne çocukça…Halbuki doğaya hükmeden insan, bu canlının da soyunu tüketti. Artık Tazmanya canavarının çizgi filmiyle yetinmek zorundasınız.

Arkadaşlar, farkında mısınız, göller kuruyor. Çölleşmeler başlıyor.Ağaçlar kesiliyor, ormanlar yakılıyor.Fabrika bacaları zehirlerini göğe savuruyorlar.Dünyada hergün 8 milyon ton çöp üretiliyor ve bu çöpler kırsal alanlara bırakılıyor.Zavallı doğanın bunda ne kusuru var?

İnsanlar iklimleri bozdular. Dünyanın en büyük gölü olan Baykal gölü kuruduğu için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri “Ban Ki Mun” insanlığı çölleşme tehlikesine karşı uyardı. Yağmur yağmıyor.İnsanlar yine doğaya hükmetme gayreti içinde, yağmur bombasını icad etti.Fakat Adana Ziraat Odası Başkanı Ayhan İşcan Yağmur bombasının sağlığımızı tehdit ettiğini vurguladı.

Pazara gidiyoruz,hormonlu domatesler tezgahları kaplamış. Sonra da diyoruz ki kanser hastalığında ciddi artış var.Tabi var arkadaşlar, biz de kabul ediyoruz. Bunda en büyük suçlu kim dersiniz??? Kimbilir belki de hain domatesler kendi kendilerine hormon vermişlerdir…

GDO’lar yani genetiği değiştirilmiş organizmalar kimin eseri acaba??? Belki insanların bunda hiç bir kusuru yoktur; belki bitkiler evrim geçirmeye devam ediyorlardı. “Haydi genetiğimizi değiştirelim” deyip toplu eylem yapıyorlardır, değil mi???

Bu arada moda ve kozmetik sanayimiz de boş durmuyor, Salyangoz kabuğundan güzellik kremi, timsah derisinden çanta, leopar derisinden kürk manto, misk ceylanından parfüm üretiyoruz.Ama güzelleşmek uğruna neleri tükettiğimizi görmüyoruz.

Maalesef arkadaşlar insan doğaya hakim.21. yüzyılda uzayı bile kirletmiş durumdayız, siz hala doğanın duruma hakim olduğunu iddia ediyorsunuz. Şu anda Dünya’nın yörüngesinde dönmekte olan 50 bin ton uzay çöpü olduğunu NASA kaynakları açıkladı.İnsan elini değdiği her yere felaket taşırken siz hala doğanın duruma hakim olduğununasıl iddia ediyorsunuz?

Arkadaşlar, eğer Allah Dünyayı insanlara değil de hayvanlara emanet etseydi inanın ki doğa her şeye hakim olabilirdi.Ama daha çok kazanmak isteyen insanoğlu dünyaya hükmederken doğanın düzenini alt üst etmekten çekinmemiştir. Sigara, alkol ve uyuşturucuyla kendini zehirlemekten dahi kaçınmayan insan doğaya hakim olmak uğruna yaşadığı çevreyi de katletmekten kaçınmamıştır.


KARANFİL

Ocak 21, 2010 Okuma süresi: ~1 dakika


Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Gönlüm acısından bunu bildi

Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Ruhum ona pervane kesildi

Ahmet HAŞİM


Cover Image

SULTAN-I YEGAH

Ocak 17, 2010 Okuma süresi: 2 dakika

Şamdanları dolanınca eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın

Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen ahın

Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın

Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda
Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın

Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak

Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın

ATTİLA İLHAN


TÜRK EDEBİYATI DİL ANLATIM: HANNELISE

Ocak 17, 2010 Okuma süresi: 3 dakika

yağmurda çıkıp geleceksin hannelise
yağmur gözlerinden çıkıp gelecek
bir öğle sonu paris’te hannelise
bir kahvede grands boulevards türküsünü çalacaklar
paris ve yapraklar sararmış etrafımda
seine’e kanat vurup bir rüzgar geçiyor
gare d’orleans’da saat şimdi üç diyecek
yağmurdan çıkıp geleceksin hannelise

gözlerine bakıp sanki mavi diyeceğim
sanki çocuk diyeceğim
aydınlanacaklar
balığa çıkmış bir ihtiyar rıhtımda
suya atıp söndürecek
cigarasını
bir öğle sonu paris’te hannelise
bir kahvede grands boulevards türküsünü çalacaklar

insan kendisine rağmen yaşayamaz
kalbimiz beyaz derken biz siyah diyemeyiz
diyemeyiz hannelise
sen mutlaka lichtenstein dükalığından bahsedersin
yapraklarını döker ıhlamur ağaçları katedralin önünde
ben içimde müstesna bir ateş bahçesi donatırım
bembeyaz
bembeyaz hannelise

ATTİLA İLHAN


TÜRK EDEBİYATI DİL ANLATIM: GÜNGÖR DİLMEN

Ocak 16, 2010 Okuma süresi: ~1 dakika

Gerçek adı Güngör Dilmen Kalyoncu‘dur. 1930 Tekirdağ doğumludur. 1959 yılında “Sinema – Tiyatro Dergisi“nin açtığı yarışmada, yazdığı Midas’ın kulakları adlı oyunuyla birincilik ödülünü kazanan Dilmen, 1960’ta İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesine girerek, Klâsik Filoloji bölümünden mezun olmuştur. Yazar, İsrail ve Yunanistan’da tiyatro çalışmaları yapmış, sonra 1961-1964 yıllarında Amerikan Yale ve Washington üniversitelerinde tiyatro öğrenimi almıştır. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yönetmen yardımcılığı ve dramaturgluk yaptı. TRT İstanbul Radyosu’nda tiyatro alanında şef olarak çalıştı. Halen İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Dilmen’in birer de sinema filmi (İttihat ve Terakki) ve dizi (Bağdat Hatun) senaryosu çalışmaları bulunmaktadır.

ESERLERİ


TÜRK EDEBİYATI DİL ANLATIM: REFİK ERDURAN

Ocak 16, 2010 Okuma süresi: 7 dakika
Refik ERDURAN 1928‘de İstanbul‘da dünyaya gelmiştir.Erduran, Robert Kolej’den lisans derecesini aldıktan sonra 1947 yılında Tiyatro Tarihi ve Dram Bölümü’nde yüksek lisans eğitimi için Cornell Üniversitesi’ne gitti.

Hayranı olduğu Nazım Hikmet’in cezaevinde hastalandığını ve durumunun kötüleştiğini öğrenince onunla tanışma arzusundan ötürü 1949 yılında Türkiye’ye döndü. Refik Erduran, Türkiye’ye döndükten sonra Nazım Hikmet’i hapisten kaçırma planları yaptı ancak buna gerek kalmadı çünkü 28 yıllık mahkumiyet kararı ile hapse girmiş olan ve 13 yıldır hapis yatan Nazım Hikmet’in geri kalan cezası, şairin af yasası kapsamına alınması için yürütülen büyük kampanyanın ve yaptığı açlık grevinin ardından affedildi ve şair 15 Temmuz 1950 günü özgür bırakıldı. Ne var ki Nazım Hikmet, 1951 yılında askere çağrılmış ve askerde öldürülme tehlikesi ortaya çıkmıştı. Bu dönemde şairin baba bir anne ayrı kızkardeşi Melda Hanım ile nişanlanan Erduran, artık akrabalık ilişkisi de olan Nazım’ı yurtdışına kaçırma fikrini öne sürdü ve kendisinin kullandığı bir sürat motoruyla Nazım’ın İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e geçmesine, Karadeniz’de seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye’den ayrılmasına yardımcı oldu. Erduran’ın bu olayda oynadığı rol, uzun süre sır olarak saklandı. Olayla ilgili suç dosyası “kaçıranı meçhul” olarak kapandı. Nazım Hikmet, 1961 yılında yazdığı Otobiyografi adlı şiirde kaçışından -Refik Erduran’dan adını anmadan- şu dizeyle bahsetmiştir :”951`de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm ölümün üstüne

Kore Savaşı

Erduran, askerliğini Kore Savaşı sırasında Türk Tugayı’nda yedek subay olarak yaptı. Savaşta tercümanlık yapan Erduran, Türk tugayına gönüllü olarak katılmıştı.

Bosna Savaşı

Erduran, Sırp faşistlerine karşı sembolik direniş göstermek amacıyla 1995 yılında Bosna’ya giderek Kara Kuğular adlı seçkin birliğe katıldı, gördükleri Milliyet’te dizi olarak yayımlandı. Ardından Bosnalı Samuraylar başlığıyla kitaplaştırıldı.

Romancılığı

Refik Erduran, ilk romanı Yağmur Duası adlı eserdir. Bu roman, 1954 yılında yayımlandığında 9 günde 50bin satışla bir rekor kırdı. İkinci romanı Er Oyunu, Milliyet Gazetesi’nde dizi olarak yayımlanmaya başladı ancak birinci bölümden sonra 12 Eylül Darbesi nedeniyle dizi yarım kaldı. Erduran, 2003-2005’te yayımladığı romanlarla yazarlığa devam etti. Domuz, Neşe’nin Şarkıları, Er Oyunu, Kavşak adlı dört romanı yayımladı. Ayrıca Sabiha Sertel’i anlattığı Sabiha adlı öykü kitabını; İblisler, Azizler, Kadınlar adlı anı kitabını yayımladı.

Oyun yazarlığı

Refik Erduran, Muhsin Ertuğrul’un isteği üzerine, oyun yazarlığı dersleri vermesi için Ankara Üniversitesi’ne davet edilen Amerikalı yönetmen Kenneth Mcgowan’a bir kaç ay süreyle asistanlık yaptı[2]. Bu kurslardan Aziz Nesin gibi değerli oyun yazarları faydalandılar.

Bu deneyimden sonra ilk profesyonel tiyatro oyunu Deli’yi 1957 yılında yazdı. Oyun, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oynandı ve bunu ardı ardına yazdığı diğer oyunları takip etti. Daha çok güldürü ve vodvil türünde oyunlar yazdı. Bir Kilo Namus (1958) ve Cengiz Han’ın Bisikleti (1959) adlı oyunlarıyla ün yaptı.

Devlet Tiyatroları, İstanbul şehir Tiyatroları, Sururi-Cezzar Tiyatrosu, Ulvi Uraz Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Kent Oyuncuları, Yunus Emre Tiyatrosu, Tiyatro İstanbul, Yeditepe Oyuncuları, yerli ve yabancı başka topluluklar tarafından otuzdan fazla oyunu sahnelendi.

Yurt içinde ve dışında sinema, televizyon senaryoları yazdı. Atatürk’ün toplumu yeniden yapılandırmada kırdığı sürat rekorunu anlatan Metamorfoz(Başkalaşım) adlı senaryosu TRT tarafından 1992’de filme çekildi. Tiyatro oyunu yazarlığı alanlarında yerli ve yabancı ödüller aldı.

Gazeteciliği

1965 yılında Abdi İpekçi’nin teklifi üzerine Milliyet Gazetesi’nde başladığı köşe yazarlığını 1981 yılına kadar aynı gazetede sürdürdü. Daha sonra Güneş ve Meydan gazetelerinde gazeteciliğe devam etti. 1985 yılında Gazeteciler Cemiyeti’nin En başarılı Köşe Yazarı Ödülü’nü aldı.

1968’de Uluslararası Yazarlar Atölyesi’nin daveti üzerine ABD’ye giden Erduran, bir yıl boyunca Iowa Üniversitesi’nde Yazarlar Atölyesi’ne katıldı ve sonra Kaliforniya’ya yerleşti. Gazeteciliğini Milliyet’in Batı Amerika Haber Bürosu Şefi olarak devam ettirdi. 1982’de İstanbul’a döndüğünde köşe yazarlığını bıraktı. Gazeteciliği, önemli gördüğü konularda yazılar yazarak sürdürdü.

Televizyonculuğu

Erduran bir film şirketi kurarak çeşitli tv dizileri yönetti. En bilineni : Önce Canan adlı dizidir. 1990’larda çeşitli TV programlarında yapımcılık, sunuculuk üstlendi.

Yazdığı Bazı Oyunlar

  • Neşe’nin Şarkıları (2004)
  • İblisler, Azizler, Kadınlar (Anı) (2005)
  • Jetonlar Düştükçe (2007) Cumhuriyet Kitapları

Cover Image

TÜRK EDEBİYATI DİL ANLATIM: CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU

Ocak 16, 2010 Okuma süresi: 7 dakika

1923′ten Günümüze Türk Tiyatrosu

Cumhuriyetle birlikte tiyatroda Batı modelineyönelen Türkiye, gerek tiyatronun kurumsallaşması, gerekse oyun yazarlığının gelişmesi bakımından önemli atılımlar yaptı.
Cumhuriyet sonrası dönemde tiyatroya ilk büyük katkı Muhsin Ertuğrul’dan geldi. 1927′de, Darülbedayi kurumunun başına geçen başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirerek, izleyiciye çağdaş çeviri oyunlar sunarak, Cumhuriyet Devri Türk tiyatrosunun temellerini attı.

Musiki ve Temsil Akademisi’nin bir bölümü olarak Ankara Devlet Konservatuvarı açıldı. ilk mezunların verildiği 1941′de Tatbikat sahnesi oluşturuldu. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949′da Devlet Tiyatroları resmen kuruldu.

1950′den sonra tiyatro kuramlarının gelişmesi bakımından önemli atılımlar gerçekleştirilmeye başlandı. Tiyatronun yaygınlaştırılması yolunda devlet eliyle sürdürülen çabalar sonucunda Devlet Tiyatroları, Ankara,İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon ve Diyarbakır gibi kentlerde perdelerini açarak ve turneler düzenleyerek Türkiye’nin her yanında izleyiciye ulaşır hale geldi. Yetmiş yılı aşan tarihi boyunca çeşitli iniş çıkışlar yapan İstanbul Şehir Tiyatroları da çeşitli semtlerde beş sahneye sahip oldu. Türk tiyatrosunun gelişmesinde her zaman önemli rol oynamış olan özel tiyatroların sayısında 1960′larda büyük bir artış görüldü. Etkinliklerini 1960′lardan bu yana sürdüren özel topluluklar arasında Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu sayılabilir. Oyunculuk ve sahneleme açısından Batı modelini izleyen ödenekli ve özel tiyatrolar yanında, ortaoyunu ve tuluat tiyatrosunun oyunculuk tarzını sürdüren özel topluluklar da oldu. 1970′lerin ortalarında pek çok özel tiyatro kapandı, yeni açılanların bir bölümü de başarılı olamadı. 1980′lerin ortalarından bu yana İstanbul’daki özel tiyatrolar yeniden bir canlanma dönemine girdiler.

Türk oyun yazarlığı, Cumhuriyet döneminde Batı modelini uygulayan tiyatronun kurumsallaşması yolunda yapılan atılıma koşut olarak gelişme gösterdi. Gerçekçi Avrupa tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenen Türk yazarları, gerçekçi doğrultuda yazdıkları oyunlarda öncelikle, Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancıları dile getirdiler. Bu geçiş dönemini yansıtmakta en başarılı olmuş yapıtlar Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı’sı (1984) idi. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşımını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştirdi.

Türk oyun yazarlığında Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürdü. 1950′lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlarda tiyatro sahnesinde gündeme getirildi. Aynı zamanda, toplumsal sorunları yansıtma aşamasından, bu sorunların kaynak ve nedenlerini irdeleme aşamasına geçildi. Bu dönemde Türk tiyatrosu yeni yazarlar kazandı. Aziz Nesin ve Haldun Taner bildik gerçekçi dram kalıplarını zorlayarak yeni biçim denemelerine giriştiler.

1960′lar Türk tiyatro edebiyatı içinde parlak bir dönem oldu. Siyasal, ekonomik, kültürel açılardan önemli bir bilinçlenme aşamasının yaşandığı bu dönemde tiyatro, işçi ve köylü kesiminin sorunlarına eğildi. Bir yandan, orta sınıftan ailelerin yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunları irdeleyen gerçekçi oyunlar yazılırken, köy ve gecekondu ortamı da yaşama ve giyinme biçimi ve dil özellikleriyle sahneye getirildi.

Bu dönemin en yaygın türlerinden biri de konularını Osmanlı tarihinden, halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan, şiir diliyle yazılmış oyunlardır. Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı bu doğrultuda yapıtlar verdiler. 1960′ların sonlarına doğru siyasal içerikli belgesel oyunlarda yazılmaya başlandı. Sermet Çağan’ın, Brecht’in epik tiyatro yöntemini doğrudan uyguladığı Ayak Bacak Fabrikası (1964), bu dönemde toplumcu gerçekçi yaklaşımın bir örneği oldu.

Türk oyun yazarlığına öz ve biçim açısından kişiliğini kazandırma yolunda önemli bir katkı 1960′larda Haldun Taner’den geldi. Ahmet Kutsi Tecer’in 1940′larda geleneksel Türk tiyatrosunun gevşek dokulu oyun yapısını ve göstermeci anlatımını kullanarak yazdığı Köşebaşı oyununun ardından, 1950′lerde ve 1960′ların başlarında göstermeci anlatımı kullanma ve tiyatroda açık biçim anlayışını benimseme yolunda oyun denemeleri yazmış olan Taner, 1964′te Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelenen Keşanlı Ali Destanı’yla geleneksel Türk tiyatrosunun belirleyici özelliklerini çağdaş anlamda toplumsal siyasal bir içerikle birleştiren yeni bir yerli türün, yerli epik müzikalin yaratıcısı oldu.

1970′lerde pek çok topluluk ağırlıkla politik tiyatro üstünde durdu. Bu dönemde sık sık yerli ve yabancı siyasal-belgesel oyunlar sahnelendi; bir yandan da gerçekçi köy oyunları, tarihsel oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar, kabare oyunları, epik oyunlar yazıldı. Ülkede yaşanan toplumsal siyasal çalkantılardan tiyatronun da olumsuz bir pay aldığı bu dönemin en başarılı oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım biçimlerini kullanmayı sürdüren Turgut Özakman’ın aynı biçemi benimseyen Oktay Arayıcı’nın ve Asiye Nasıl Kurtulur? Oyunuyla üne, gene epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyunlarla pekiştiren Vasıf Öngören’in ürünleridir.

1980′lerde ise oyun yazarlığı nicelik ve nitelik açısından bir durgunluk yaşadı. Bu dönemde Refik Erduran, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer gibi 1950′lerden ya da 1960′lardan bu yana oyun yazmayı sürdüren yazarlar dışında, 1970′lerde yazmaya başlayan Bilgesu Erenus ve Tuncer Cücenoğlu’nun, yapıtlarıyla 1980′lerde gündeme gelen Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy ve Mehmet Baydur gibi yeni yazarların oyunları sergilendi.


TÜRK EDEBİYATI DİL ANLATIM: Recep BİLGİNER (1922-2005)

Ocak 16, 2010 Okuma süresi: 3 dakika

Adana 1922 doğumludur. Konya Lisesi’nde ortaöğretimini, İstanbul Gazetecilik Enstitüsü’ nde yükseköğrenimini tamamladı. Recep Bilginer “Akın ve Tasvir” gazetelerini “Düşünce ve Yeni Çağ dergilerini çıkardı. Edebiyata şiirle başlayan yazar, edebiyat yaşamına tiyatro eserleriyle devam etmiştir. Yunus Emre İlme Hizmet Vakfı Ödülü ve Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü sahibi olan yazarın, bazı oyunları Devlet tiyatrosu ve şehir tiyatroları tarafından sahneye konmuştur.

Tiyatro eserleri:

  • Gazeteciden Dost
  • İsyancılar
  • Ben Devletim
  • Karım ve Kızım
  • Oyun Bitti
  • Parkta Bir Sonbahar Günüydü
  • Sevdiğim Adam
  • Mevlâna: Âşık ve Mâşuk
  • Ben Kimim?
  • Sarı Naciye
  • Kıskanç
  • Lâle Bahçesinde Bir Şair
  • Yunus Emre
  • Sırat Köprüsü
  • Sevgi ve Barış
  • Utanç Dünyası
  • Savaştan Barışa Aşktan Kavgaya
  • Cihan Padişahının Kalp Ağrıları

Opera eseri:

  • Manas: Ölümsüz Kahraman; Opera 2 bölüm, Ankara: Atatürk Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara 2001.

Senaryoları:

  • Parkta Bir Sonbahar Günüydü, 6 bölümlük dizi
  • Zaferden Sonra: Mustafa Kemal’in Yaşamından Bir Kesit
  • Mavi Tango (kızı T. Bilginer’le, belgesel)
  • Kör Öfke



Cover Image

TEVRİYE

Ocak 16, 2010 Okuma süresi: 4 dakika

Edebiyatta nükte yapmak amacıyla bir sözcüğü birden fazla anlamıyla kullanma sanatıdır. Bu sanatta kelimenin iki gerçek anlamından biri yakın biri uzak anlamdır. Sözün yakın anlamı söylenir, uzak anlamı kastedilir. Daha doğrusu uzak anlam okuyucunun hemen kavrayamayacağı biçimde gizlenir. Okur yakın anlamla oyalanır fakat anlatılmak istenen uzak anlamı sonra fark eder böylece şiire güzellik katılmış olur.

Bu kadar letâfet çünkü sende var
Beyaz gerdanında bir de ben gerek

Bu dizelerde ben sözcüğüyle tevriye yapılmıştır. “Ben” yüzde bulunan siyah lekelerdir.Bu yakın anlamdır uzak anlamında ise şairin kendi kişiliği,birinci tekil şahısı olan “ben” vardır.

Sarımsak da acı; ama her eve lazım bir dişi

Sarımsağın tanesi parçası anlamındaki diş yakın anlamdır, Hemen akla geliyor. “bayan, kadın” anlamındaki dişi sözcüğü ise uzak anlamındadır.

Dedim dilber niçin sararıp soldun
Dedi : Çekdiceğim dil yâresidir.

“Dil yâresi” sözünde tevriye vardır.Dil sözcüğü hem “tat alma organı” hem de “gönül, yürek” anlamlarında kullanılmıştır.Şair, yakın olan dilindeki yaranın kendisinin sararıp solmasına yol açtığını söylerken uzak anlam olan bir güzele olan aşkı nedeniyle böyle sararıp solduğunu anlatmak istemiştir.

Sordum nigârı dedi ahbab
Semt-i Vefa’da doğru yoldadır.

Bu mısralarda “Vefa Semti” sözleri ile tevriye yapılmıştır.Vefa sözcüğünün ilk anlamı sözünde durmaktır. Uzak anlamı ise İstanbul’da bir semt adıdır.

Biri var pencerede
Pencere önlerinde ağlar, durur.

Bu dizelerde “ağlar, durur” sözlerinde tevriye vardır. Sözcük “ağlamak” eyleminin geniş zaman çekimi olarak ve “balık ağları” Yakın anlam olarak “ağlamak” anlamı söylenirken uzak anlam dairesinde “balık ağları” kastedilmiş, böylece tevriye yapılmıştır.

Bana Tahir Efendi kelp demiş.
İltifatı bu sözde zâhirdir.
Mâlikî benim mezhebim zira
İtikadımca kelp Tâhir’dir.

“Tâhir” sözcüğünde tevriye vardır.Birincisi temiz anlamında kullanılması, ikincisi ise özel isim olmasıdır. Şair kelp diye bahsettiği köpeğin Malikî mezhebine göre temiz olduğunu söylüyormuş gibi davranıyor; ama asıl kastettiği anlam kendisine kelp(köpek) diyen Tahir Efendi’nin köpek olmasıdır.

Ulusun, korkma nasıl böyle bir imanı boğar
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.

“Ulusun” sözcüğündeki tevriyeyi hemen görmüş olmalısınız.İki gerçek enlemından biri milletin ulu, yüce olduğudur. İkincisi ise medeniyet adlı tek dişi kalmış canavarın homurtusu olan “uluma” eylemidir.


Hakkında

Bu kısım siten hakkında bilgi verir. Burayı değiştirmek ve düzenlemek için admin->eklentiler->tanımı düzenle

Etiketler