ŞU VAKİTSİZ GİDEN YAZ
Şu vakitsiz giden yaz, erken inen akşamla,
Kapanmış pancurlara dayayarak başını,
Dinle solgun bahçenin kalbe anlattığını,
Ağacın yaprak yaprak, havuzun damla damla.
Kuşlar sanki yaralı, benzin sararmış gamla,
Duymak güneşin, rengin bizi bıraktığını
Günler günü vefasız leyleklerin akını.
Ah uzak palmiyeler… Kaçmak seninle yazla.
Çardak altları bitti, bitti üzümün tadı,
Artık ihtiyar çamlar, selviler saltanatı,
İşte bir kere daha harap oldu bahçeler.
Ürperen vücudunu yavaşca koluma ver.
Gözlerinde okunan bütün hüznü eylülün,
Karanlıktan, geceden, ölümden korkan gönlün.
ZİYA OSMAN SABA
Tuna boylarında sıra selviler
Tan yeli estikçe sessiz ağlarmış;
Gül bahçelerinde baykuşlar öter…
Şu viranelikler eski bağlarmış!
Namaz-gâh bir otluk: Kalmamış taşı;
Çeşmelerden akan : Kanlı gözyaşı…
Orda bir güzei var, çatılmış kaşı;
Ak alnına kara çatkı bağlarmış!
Kırık minareden duyulmaz ozan..
Hep ocaklar sönmüş, devrilmiş kazan.
Bir inilti duydum, sandım bir ozan;
Sesime ses veren karlı dağlarmış!
Söğüd dallarında hasta serçeler
Eski akın destanını heceler..
Tuna ağlıyormuş bâzı geceler:
Göğsünde kefensiz şehîdier varmış!
Bozulan bağların üzümü acı;
Âsî köle kesmiş eski haracı;
Yine yedi kıral giymişler tacı…
Şahin yuvasını kargalar sarmış!
Haydi eski ozan, al sazı ele,
Düşmanlar içine düşsün velvele.
De ki: Hor bakmayın bu durgun sele;
O, yetmiş bir kavme akın çıkarmış!
İSTANBUL
İstanbul! O güzel dilini almışsın belki kuşlardan
Miraca mı çıkılır acep o dik yokuşlardan
Sevmemek mümkün müdür Üsküdar’ı,Çamlıca’yı,Adalar’ı
Yaşamış ve yaşıyor güzel İstanbul en güzel sevdaları
Ey İstanbul, çeşmelerinde duyulan su musıkisi
Kimbilir ya Nedim’in şiiridir,ya Itri’nin bestesi
Bu şehir Türk’ündür,Fatih’indir,Yavuz’undur,Sinan’ındır
İstanbul seni böyle güzel gösteren imanındır.
YUSUF ÖZCAN
BAKARSIN
Günler ayları aylar yılları kovalar
Bakarsın ki saçlarına kar yağmış
Anlarsın bitince içindeki sevdalar
Hayat sönmüş bir yanardağmış
Zevk vermez olur şimdi hoşlandıkların
Unutulur zamanla hasretle andıkların
Terk eder gider bir gün dost sandıkların
Bakarsın ki saçlarına kar yağmış
YUSUF ÖZCAN
Sıla burcu burcu ille ocağım
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım
Otur başucuma sor yavaş yavaş
Güç bela bir bilet aldım gişeden
Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan
Hancı n’olur elindeki şişeden
Bir kaç yudum daha ver yavaş yavaş
Ben o gece hem ağladım hem içtim
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde’yi geçtim
Uzaktan göründü bor yavaş yavaş
Garibim herşey bana yabancı
Dertliyim çekinme doldur hancı
İlk önce kımıldar hafif bir sancı
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş
Bende bir resmi var yarısı yırtık
On yıldır evimin kapısı örtük
Garip bir de sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş
İşte hancı ben her zaman böyleyim
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim
Kaldır artık boş kadehi neyleyim
Şu benim hesabı gör yavaş yavaş
BEKİR SITKI ERDOĞAN
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU şiirleri-Bedri Rahmi şiirleri-bedri rahmi şiirleri,ressam şair-memleket edebiyatı-memleket edebiyatçıları-Anadoluculuk-anadolu-Anadolu-çingene-karadut-çatalkara-çatalkaram-çingenem-karadutum-nar tanem nur tanem bir tanem-fatih kısaparmak
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
vee…
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
DAĞLAR GİBİ
Baştanbaşa heyecanım
Yanar alev alev kanım
Semalarda var vatanım
Dağlar gibi dağlar gibi
Gerçek çıkar rüyalarım
Hudutsuzdur hülyalarım
Var koskoca dünyalarım
Dağlar gibi dağlar gibi
Hamisiyim ben ayların
Bozkurduyum Altayların
Vardır altın saraylarım
Dağlar gibi dağlar gibi
Sabahlanan at gibi ülküm
Gönül zenginliği mülküm
Viyana’yı saran Türk’üm
Dağlar gibi dağlar gibi
Kar’osman der,yerim hisar
Bana dönen toplar susar
Bağrım volkan lavlar kusar
Dağlar gibi dağlar gibi
Osman Yüksel SERDENGEÇTİ
ANALAR
Garibin anası pencerelerden
Yanık türkülerle yollara bakar
İncecik yüzünde her akşam üstü
Çizgi çizgi nokta nokta bir efkar.
Fakirin anası her sabah sessiz
Ağlar çocuğunun aç çıplak durduğuna
Elleri koynunda kalır çaresiz
Bin pişman doğduğuna,doğurduğuna.
Mahkumun anası susar konuşmaz
Suçu kendisinde sanır.
Kaçar insanlardan aydınlıklardan
Duvarlara bile baksa utanır.
Açılsa üstüm biraz,duyar da gece yarısı
Kalkar yatağından gelir
Bir mübarek el usanır yorganıma usulca
Bilirim anamın elidir.
Bir merhamet bir sıcaklık bir gurur
Yavrum diyen sesinde
Ve huzurun günde beş vakit nabzı vurur
Beyaz tülbentinde,seccadesinde.
Karımın anası anama benzer
Öylesine yakın duygulu ince.
Özü sözü bir,yayla gözesi kadar berrak
Oturtacak yer bulamaz çıkıp yanına gidince
Yüreği destanlar gibi sımsıcak.
Ve alnım açıksa,başım dikse
Dirliğimiz varsa,mutluysam
Yüzüme gülüyorsa böyle bu şehir.
Bir beyaz zambak gibi pırıl pırılsa yavrum
Ve yavrumsa herşeyi bana sevdiren bir bir
Bu mutluluk bu düzen bu bitmeyen aydınlık
Anasının yüzü suyu hürmetinedir.
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
ANADOLU GERÇEĞİ
Yalın ayaklarınla koştun mu tarla tarla
Duydun mu çıplak toprağın, çıplak insanın yasını
Ağlayan kadınlarla, ihtiyarlarla
Yaşadın mı bir yağmur duasını
Bozbulanık ırmaklarda çimdin mi
Kulak verdin mi yürekten kavala, saza
Bir ipek seccade üstünde gibi, huzurla
Durdun mu toprakta namaza ?Bilir misin köylerde akşam olunca
Çekilir el ayak ortalıktan...
Bir hüzünlü ay doğar karanlığa sapsarı.
Başlar bir ağıt gibi sulardan, kapılardan
Kurbağa feryatları, köpek ulumaları...
Geceleri süt kokan, gübre kokan evleri
Topraktır hep damları, duvarı kerpiç...
Seferberlik yıllarını dinlerken ürpererek
Tandır başlarında uyudun mu hiç?
Kış günleri trenlerle geçtin mi uzak köylerden
Gördün mü dehşetini, tipinin karın...
Çektin mi hiç acısını istasyonlarda
Tandır ekmeği satan, yumurta satan
Yarı çıplak çocukların...
Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkümüz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden
Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş
İnsanlar selâmını esirgemeden
Savuş git içimizden...
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
Cebeci Camii’nde ezan okunur.
Kapısı önünde fakir fukara…
Al git bu sevdayı başımdan rüzgar.
Al git uzaklara.
Bir alem düşünürüm ezan sesinde;
Bir alem: Ötenin çok ötesinde.
Kimseler görmese, gidip diz çöksem;
Ağlasam caminin bir köşesinde…
Cebeci Camii’nde Kur’an okunur.
Ve büyür içimizde bir bilinmez yerimiz.
Çiniler, kubbeler, mermer sütunlar…
Yanar kandil kandil yüreklerimiz.
Kandillerde ışık, kubbelerde ses.
Renk olsam çinilerde.
Bir beyaz taş olsam cuma günleri
Mü’minlerin gelip geçtiği yerde.
Bir küçük güvercin gibiyim şimdi.
Eridi içimdeki benlik.
Ne olur bitmesin bir ömür boyu.
Gönlümde yer eden serinlik…
Her gün yeni baştan iri ve güzel.
Bir beyaz gül gibi açar gönlümde şafak,
Ne güzel ya Rabbim; Rabbim ne güzel,
Türk-İslâm yaratılmak…
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
Gurbette vatanı yaşayanlar vatana hasrettir,
Vatanda gurbeti yaşayanlara yaşamak derttir.
Leyla hayal oldu yıllar var ki
Ne vatanda ne gurbetteyiz biz
Mecnun’un leyla’sına değil
Akif’in Leyla’sına hasretiz.
Yusuf ERBAY
Kandaşım…
Seni düşünüyorum
Sen çakılısın Tuna boyuna
Ben burada yalnız,
Dilekler attım Tuna suyuna.
Senin yüreğinde ayı pençesi
benim yüreğimde sızı,
Kan damladı bayraklarımıza
Kan, leke oldu seninkinde
Benimki zaten kırmızı…
Kandaşım…
Seni düşünüyorum
Petöfi’yi düşünüyorum.
Yüreğinde bir kızıl kurşun
Dilekler atıyor Tuna suyuna
“Kurt çocukları vuruşun!”
SELAHATTİN BOZDOĞAN