Cover Image

Eylül

Ocak 28, 2025 Okuma süresi: 37 dakika

Uzun Özet

Suat ve Süreyya beş yıldır evlidir. Tüm aile, yazlarını dededen kalma bir bağ evinde geçirmektedir. Süreyya, yaz aylarını Boğaziçi’nde bir yalıda geçirme hayali kursa da bunu bir türlü gerçekleştiremez. Ne kendinde ne de babasında böyle bir yalının kirasını karşılayacak para yoktur. Çocukluğundan beri gelmeye mecbur kaldığı şehir dışındaki bu bağ evi Süreyya için çöplükten farksızdır. Bu konuda en çok babasını suçlasa da hırsını çevresinden çıkarır. O, mutlu olabilmelerini deniz kenarındaki bir eve bağlasa da Suat’ın bağ evinden yana bir şikâyeti yoktur.

Suat’ın çocukluğu babası ile annesinin geçimsizliğinden kaynaklanan bir huzursuzluk ortamında geçmiştir. O, kocası ile mutlu olduktan sonra her şart altında yaşamaya razıdır. Buna rağmen kocasının söylenmeleri ve şikâyetleri karşısında ne yapacağını bilemez. İster istemez asıl kabahatin beş senelik evliliğin yıprattığı kalplerde olduğunu düşünür. Çiftin kaybettikleri bir de çocuk vardır. Bu düşük Suat’ta derin bir yara açmış, tekrar denemeye korkar olmuştur.
Süreyya’nın anne ve babası dışında kız kardeşi Hacer ile kocası Fatin de burada kalmaktadır. Şen şakrak biraz da hoppa bir kadın olan Hacer, daha bir yıldır evli olmasına rağmen kocasından sıkılmış görünmektedir. Evin devamlı misafirlerinden biri de Süreyya’nın halasının oğlu Necip’tir. Necip; yakışıklı, iyi terbiye almış, ağırbaşlı bir gençtir. Hacer’in yaramaz bir çocuk edasıyla Necip’in peşinden ayrılmaması Süreyya ile Suat’ın gözünden kaçmaz. Eniştesiyle Necip’i mukayese eden Süreyya, kardeşine hak verse de Hacer’in tavırlarından rahatsız olur. Hacer’i savunan Suat, onun bu uçarı ve hırçın tavırlarını sevmediği bir adamla evli olmasına bağlar. Hatta Necip ile evli olsaydı bu davranışları göstermeyeceğini söyler. Süreyya göre kız kardeşi, Necip ile evlenecek kadar olgun ve eğitimli biri değildir. Hem zaten Necip’in evlenmek gibi bir niyeti de yoktur.

Suat’ın Çare Arayışı…

Kocasının mutsuz olmasına dayanamayan Suat, sonunda babasına bir mektup yazarak ondan para ister. Çöle benzettikleri bu yerden Necip de memnun değildir. Burada kalmak yerine Adalardaki dayısına gitmeyi düşünür. Babasına yazdığı mektubu dadısıyla gönderen Suat ise Necip’ten bir gün daha kalmasını rica eder. Bu arada Suat, kocası ile Necip’i hoş tutmak için piyanonun başına geçerek bir şeyler çalar. Ancak kocası kendisi kadar müzikle ilgili değildir. Müziği seven Necip hâlinde memnunken Süreyya yemek saatinin gelişi ile bu işkenceden kurtulduğunu düşünür.
Suat, dadısının daha o akşam mutlu bir haberle döneceğini düşünür ancak dadı ne o akşam ne de ertesi akşam gelmez. Suat, Necip’in hem Süreyya’nın mutluluğuna ortak olmasını hem de tutacakları yalı konusunda kendilerine yardım etmesini istemektedir. Onu bu nedenle bırakmaz ancak gerçek nedeni söylemeyerek sadece kalmasını ister.
Suat’ın dadısı ancak üç gün sonra içi para dolu bir zarfla gelir. Heyecandan zarfı açarken eli titreyen Suat, güzel haberi balkonda Necip ile oturan kocasına verir. Üçü de bu işi Hanımefendi dışında kimseye söylemeden halletmek konusunda anlaşır. Süreyya bir çocuk gibi sevinmektedir. Zarftan otuz lira çıkmıştır. Süreyya’nın paranın yetmeyeceği konusundaki endişesini de Necip giderir. Bu arada evlilik konusunda endişeleri olan Necip, mutlu gördüğü bu çifte bakarak iç geçirir. Kocasının mutluluğu ile mutlu olabilen Suat’ı gördükçe bu konudaki kararını sorgulamaya başlar.
Ertesi sabah erkenden kalkan Necip ve Süreyya kiralık yalı bulmak için yola koyulur. Nihayet işlerini bitirip eve dönerler. Fildişi bir yuva tuttuklarını düşünen Süreyya, yol boyunca evdekilerin özellikle de Hacer ve Fatin’in bu haber karşısındaki yüzlerini düşünüp mutlu olur. Ancak istasyonda onları araba ile karşılayan Suat, kötü haberi verir. Ağzını sıkı tutması için tembihlenmeyen Behice Dadı evdekilere her şeyi anlatmıştır. Haberi alınca mosmor kesilen Hacer, ağabeyini karısının parasıyla sayfiye tuttuğu için küçümsemeye çalışır.
Eve geldiklerinde anneleri hayırlı olsun derken karısı kendisinden yalı kiralamasını ister korkusuyla Fatin de köşe bucak kaçmaktadır. 

Hacer’in durumuna üzülen Suat ise kocasından kardeşinin gönlünü almasını ister. Ertesi sabah Necip izin isteyerek bağ evinden ayrılır. On gün sonra Süreyya ve Necip Beyoğlu’nda karşılaşır. Süreyya yalı ile ilgili haberleri sıralarken Necip’e yalıya gelmesi konusunda ısrar eder. Necip bu davetten sonra sık sık yalıya gidip gelmeye başlar. Yalıdaki hayatı kusursuz kılmak için büyük çaba sarf eden Suat’ın tek isteği kocasının şikâyet edeceği bir şey bulamamasıdır. (www.yksedebiyat.org) Süreyya ve Suat, bu günlerde bağdakinin aksine yeni evlenmiş bir karı kocanın heyecanı ve neşesini yaşamaktadır. Necip de bu hayatın başka bir neşesi olur. Karı koca onun gelmesini büyük bir sevinçle karşılar. Hatta gitmesini geciktirmek için bahaneler icat edip arabayla geziler tertip ederler.

Necip’in Suat’a Duyduğu Hayranlık…


Araba gezintilerine Süreyya’nın kışa kadar kiraladığı yelkenli bir sandal da eklenir. Birlikte geçirdikleri her gün Necip’in Suat’a olan hayranlığı daha da artar. Hatta hayatına giren kadınlarla Suat’ı mukayese eder. Sonra da böyle bir kadına rast gelmenin imkansızlığını düşünerek evlenmeme kararının isabetli olduğuna kendini inandırmak ister.
Süreyya ise hiçbir fırsatı kaçırmayarak sık sık denize açılır. Onun bu hevesi her şeyi ihmal ettirecek seviyeye gelir. Suat ise kendisini günlerce sersem bırakan sandal gezintilerinden uzak durmaya çalışır. Yalıda geçen o ilk günlerin heyecanının söndüğünü düşünen Suat’ın tek tesellisi Necip’in ziyaretleridir. Bir haftadır ortalıkta görünmeyen Necip, o gün elinde koca bir tomar notayla gelir. Bu süre içinde nereye giderse gitsin sıkılan Necip’in sıkılmadığı tek yer burasıdır. Gerçeği kendisine itiraf etmeye korkan genç adam, bu özlemi başka nedenlerle açıklamaya çalışır.
Süreyya’nın tek başına sandala çıktığı günlerde Necip ve Suat zamanlarını daha çok piyano başında geçirir. Necip ile Suat’ın yalnız kaldığı bir sabah söz Necip’in evlenmek için nasıl bir kadın aradığı meselesine gelir. Necip aradığı kadının hâllerini anlatsa da Suat daha açık konuşmasını ister. Suat’ın ısrarı karşısında Necip, “Sizin gibi olsun!” der. Bu itiraf ikisi arasındaki ilk sır olur. Süreyya’nın yanında konu tekrar açılır. Necip, Suat’ın “Benim gibi bir kadın istiyor.” diyeceğini düşünüp korksa da o sadece “pek müşkülpesent” diyecektir. Aralarında bir sır olması Necip’i mutlu eder, uzun uzun düşünüp bunla meşgul olur.

Necip’in Şüphesi…

Bu arada son günlerde yalının etrafında sıkça gördükleri bir delikanlı Süreyya ve Necip’in dikkatini çeker. Süreyya, Suat’a bu adamı tanıyor musun diye sorar. Suat’ın bir an tereddüt geçirerek “Bilmem!” demesi Necip’i şüphelere sevk eder. Necip, günlerce kafasında bir şeyler kurgulayıp kendisini ihanete uğramış gibi hisseder.
Necip, bir akşamüstü odasının penceresinden bakarken aynı delikanlının sandalla yalının önünden geçtiğini görür. Hatta balkondaki Suat’ın da onu gözüyle takip ettiğine şahit olur. Çekingen tavırlarla sürekli yalının olduğu tarafa bakan delikanlıya karşı Suat’ın gözlerinde uçuşan gülümsemeyi hisseden Necip o akşam ilk vapurla İstanbul’a döner. Üç gün yalıya uğramaz. Günlerini kendini bilmez bir hâlde geçirir. Ancak Süreyya’dan aldığı bir mektupla yalıya döner. Süreyya’nın mektubunda evlilik yıldönümleri için aile arasında küçük bir kutlama yapacakları yazmaktadır. Necip, Süreyya için üzülür. Suat’ın ihanetine kendisini o kadar inandırmıştır ki tüm bunları gülünç bulur. Ancak Suat’ı görmek, her şeye baskın çıkmış ve daveti kabul etmiştir.
O akşam, yemeğin sonunda Süreyya’nın anlattığı bir olay Necip’e dünyaları verir. Sık sık gördükleri o delikanlı, komşu yalılardan evli bir kadına âşıktır. Delikanlı yazdığı aşk mektubunu verirken de kadının kayınbabası tarafından görülmüş bunun üzerine de büyük bir şamata yaşanmıştır. Suat, bu ilişkiyi çok önce fark etse de onlardan gizlemiş; hiçbir şey söylememiştir. Süreyya bu nedenle şakayla karışık karısından şikayet ederken Necip, Suat’tan şüphelendiği için büyük bir utanç duyar.

Hayranlık aşka dönüşüyor!

Süreyya’nın mevsimi yalıda geçirmesi teklifini kabul eden Necip’in Suat’a duyduğu hayranlık gün geçtikçe daha da artar. Böyle bir kadına sahip olabildiği için Süreyya’yı da dünyanın en mesut adamı olarak görür. Kendisi için de Suat gibi birini bulmanın imkansızlığını düşünüp üzülür. Hatta bu düşüncenin kendisini sarstığı bir an “Ah, o benim olsa ölürdüm!” diye inleyecektir. Bu fikir, bir müddet onu terk etmez. Ancak bunun hiçbir suretle gerçekleşmeyeceğinin farkındadır. Aralarında Süreyya’nın katılmadığı tek zaman dilimi piyanonun başında birlikte geçirdikleri dakikalardır. Müzikten hoşlanmayan Süreyya ise bu dakikalarda ya koltuğunda uyuklamakta ya da Behice Dadı ile uğraşmaktadır.
Necip, bir süre sonra “Ben ne yapıyorum?” demeye başlar. Suat’a bakarken “Seni seviyorum!” diyebilmek için nasıl yandığını düşündükçe kendisinden iğrenmeye başlar. Süreyya’nın tüm bunları öğrenmesi karşısında ölümden başka bir çare olmadığını düşünür. Süreyya ise tüm bunları fark edemeyecek kadar kendi zevkleriyle meşguldür. Onun bu tavrı Suat’ı her gün biraz daha üzer.

Cinayet gibi bir şey…

Suat’ın düşünceli ve dalgın hâli Necip’in gözünden kaçmaz. Necip, gittikçe nefsine karşı kendisini aciz hissetmeye başlar. Bir gün piyanonun üstünde Suat’ın eldivenlerini görür, kendine hakim olamayarak eldivenlerden birini cebine atar.
Kendini bir cinayet işlemiş gibi hisseden genç adam bir süre sonra işlerini bahane ederek yalıdan ayrılır. Başka bir taşkınlık yapmaktan korkan Necip için kaçmak tek çare gibi görünür. Israrlarına rağmen Necip’in gidişi evde büyük bir boşluk yaratır.
Süreyya’nın bir çocuk gibi sadece kendi zevkleriyle meşgul olması Suat’ta artık, üzüntüden çok bir kızgınlık hissi yaratmaya başlar. Hatta kendinden de şüphe eder bir hâle gelir. Belki de bu birlikten sıkılan sadece Süreyya değildir.
Suat, Necip’in böyle birden gidişine bir anlam veremez. Necip’in belki de sıkılıp gittiğini düşünen genç kadın, onun da tıpkı kocası gibi sadece kendini düşündüğüne kanaat getirip üzülür.
Bu arada sekiz gün sonra Necip çıkagelir. İçinde yaşadığı ikilemlere rağmen hiç aklında yokken kendini vapurda bulmuştur. Onlardan uzak geçirdiği hayatın renksizliğinden bahsetmesi üzerine yaptığı konuşma ise Suat’ı memnun eder. O ise hissettikleri için kendini suçlamaya devam edecektir. Necip’in iki gün kalıp gitmesi Suat için pek acı olur. Necip ise en kısa zamanda tekrar geleceğini söyler.

Hacer’in sözleri…

Suat, tekrar başlayan yalnızlığını Necip’in pek övdüğü bir parçayı piyanoda çalmaya çalışarak gidermeye çalışır. Amacı ona sürpriz yapmaktır. Fakat dadının gelişi her şeyi daha kötü bir hâle getirir. Dadısı birikmiş hikâyeleriyle genç kadını boğduktan sonra asıl meseleye gelir. Necip’in yanlarına bu kadar sık gelmesini Hacer’in normal karşılamadığını aktarır. Hatta Hacer tam şöyle bir laf etmiştir: “İnsanın Süreyya gibi vurdumduymaz bir kocası olduktan sonra…”
Suat, dadısının aktardığı sözler karşısında şaşırıp tüm bu düşünceleri iğrenç bulurken dadısı, genç kadının desteklemek zorunda kalacağı bir uyarı yapar: “Buna izin vermemeli!”
Böyle bir söz çıkması, diğer insanların hatta kocasının buna inanma ihtimali Suat’ı çok ürkütür. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve ister istemez Necip’e eskisi gibi doğal davranamayacaktır. Halbuki Necip, artık tahammül edilemez bir hâle gelen hayatına anlam katan tek kişidir. Daha önce Necip gelsin diye dört gözle bekleyen Suat, artık hiç gelmezse sorunların çözüleceğini düşünür. Hatta Necip, kocası İstanbul’a indiği bir vakit gelir de onunla yalnız kalırlar diye çok korkar.

Necip çok hasta…

İstanbul’dan dönen Süreyya ise Necip ile ilgili kötü bir haber verir. Necip, tifo olmuş; kendini bilmeden bağdaki evde hasta yatmaktadır. Hatta Süreyya’ya göre ölmek üzeredir. O gece karı koca için tam bir matem havası içinde geçer. Süreyya arkadaşını o hâlde görmekten duyduğu pişmanlığı anlatmaya çalışırken Suat ise söylemeye çekinse de bir an önce hastanın yanına gitmek ister. Hem kendini üç gündür düşündükleri nedeniyle Necip’e karşı suçlu hissetmektedir. Bu arada Suat, yaşadığı telaş ve korkuya sebep bulamayarak kendinden tereddüt etmeye başlar. Sonuçta korku dolu bir hafta geçirir. Süreyya hâlâ gitmeye razı görünmeyip: “Bir şey olsaydı haber gelirdi.” derken Suat ise kocasına karşı meraklı ve endişeli gözükmekten korkup acı çeker.
Sonunda haber gelir, hastanın durumunda bir değişiklik yoktur. Suat hem merak edip hem de bu kadar sakin kalan kocasına içten içe kızar. Diğer taraftan Necip’in kendisi için ne kadar kıymetli olduğunu hissedip korkuya kapılır.
Bağa giderse bu hâli ile Hacer’in söylediklerini teyit edecek bir hareket yapmaktan korkarken bu sefer de Süreyya gitmek ister. Artık “Hayır, gitmeyeceğim.” demek mümkün değildir. Hazırlanırken kalbi heyecanla çarparken bir taraftan da olabilecekleri düşünüp korkar.

Necip’i hayatta tutan sır…

Bu ziyaret onun için büyük bir sınav olur. Necip oldukça zayıflamış, iskelete dönmüştür. Hasta yatağındaki Necip’i görünce ağlamamak için dudaklarını sıkar. Suat’ın yokluğunda ölmekten korkan Necip ise karışık duygular içerisindedir. Süreyya’nın dışarıya çıktığı sırada hastanın baş ucunda konuşmaları dinleyen Hacer ise fırsatını bulup yaramaz bir çocuk edasıyla Necip’i hayatta tutan sırrı açıklar: beyaz bir kadın eldiveni.
Hacer’in Necip’in yastığının altından alıp salladığı eldiven, Suat için büyük bir darbe olur. Genç kadın, otururken bile yaslanma ihtiyacı duyar. Kayıp olan eldivenin Necip’ten çıkmasıyla yaşadığı zihin karmaşası içerisinde korku ile mutluluk arasında gidip gelir. Hemen oradan kaçıp gitmek istese de bir süre sonra başka bir darbe daha gelecektir. Süreyya, dinlenmesi için Necip’i yalıda misafir etme konusunda ısrar eder. Tüm bunlarla baş etme konusunda kendini zayıf hisseden Suat, Necip’in geçmişte kendisine karşı olan davranışlarını düşünmeye başlar. Daha önce Necip’ten ummadığı ya da anlamsız bulduğu birçok davranış bir bir anlam kazanmaya başlamıştır. Demek ki seviyor, diye düşünür. Necip de benzer duygular içindedir. Suat’ın her şeyi anladığını düşündükçe sevinçle karışık bir korku duyar. 

İkisinin de korku içinde beklediği misafirlik beklediklerinin aksine oldukça sakin bir havada başlar. Suat’ın davranışlarındaki nüansları sadece kendisinin fark ettiğini düşünen Necip, onun saflığına ve ciddiyetine tutulurken Suat ise Necip’in saygısına ve sırdaşlığına minnet duyar. İkisi de Süreyya’nın kışı yalıda geçirme fikrine sıcak bakar. Necip, eninde sonunda Suat’sız geçireceği bir hayattan korksa da gerçekler karşısında kendini çaresiz hisseder. Sonuçta evini kendisine açan en yakın arkadaşının karısını sevmektedir. Belki de kendisi için tek çare intihardır. Ve bir kere daha kendini neden tifodan ölmedim diye hayıflanırken bulur.

Beklenen itiraf…

Suat, yalıda geçen bütün bu günleri itiraf anının gelmesinden korkarak geçirir. Denizde yağmura yakalanıp eve kaçtıkları bir akşam Suat, yağmuru seyrederken boğuk bir inilti işitir. Başını çevirip baktığında Necip’i bir koltuğa dayanmış bulur. Elindeki mendili ısıran Necip’in rahatsızlandığını düşünüp “Ne oluyorsunuz?” diye birkaç adım atar ki korktuğu o anın geldiğini anlar. “Hiç, hiçbir şey” diyen Necip, kısa bir sessizlikten sonra bütün kuvvetini toplayıp “Ölüyorum, işte o!” der. Suat, Allah aşkına sus der gibi bir işaret yapsa da Necip, her şeyi açığa vuran sayıklamalarına devam edecektir. Suat için tek çare ise orayı terk etmek olur.
Kendini sefil ve adi hisseden Necip için artık kaçmaktan başka bir çare yoktur. Ancak geçirmek zorunda olduğu bir akşam yemeği vardır. Süreyya ise gece balığa çıkamayacağı için sinirlidir. Necip, şikâyet eden arkadaşına karşılık vermekte zorlanırken Suat ise yemek boyunca sessiz kalır.
Yaptığından pişman olan Necip, gece boyunca uyumakta zorlanır. Sabah hazırlanıp kapıdan çıkarken Süreyya’nın kendisinden şikâyetleri arasında Suat’ın “Tamamen değil ya… Yine gelirler elbet.” demesi Necip’i çok mutlu edip “O da beni seviyor.” diye düşünmesine neden olur.
Necip; yağmura, çamura aldanmadan yürüyüp vapurla İstanbul’a iner. Yerleştiği otelde insanlara bakıp ne kadar şanslı olduğunu düşünür. O, olmadan hayatı bir çölden farksızdır.
Otelde kaldığı birkaç günün sonunda Suat’ı görme isteğiyle yanıp tutuşur. Ancak yaşadığı bu mutluluk, bir süre sonra acı gerçekler karşısında silinmeye başlar. Suat’ın kendisini her şeyi geride bırakacak kadar sevemeyeceğini düşünür. Hem bu kadar sevdiği kadından bunu nasıl isteyebilir?
Otelin salonunda böyle düşüncelere dalmışken kapıda Süreyya’yı görür. Onu almaya gelmişler, Suat da arabada beklemektedir. Süreyya devamlı konuşurken Necip, arabada çarşafından tanıdığı Suat’a yaklaştıkça perişan bir hâlde onun yüzüne nasıl bakacağını düşünür. Süreyya arabacının parasını verirken Suat ise sevildiğini bilen kadınlara özgü bir eda ile “Rahatsız etmedik ya?” diye sorar. O ise sadece tavırlarıyla cevap verebilecektir.
Suat, Necip’in burada olduğunu çantasını almak için yalıya gelen otel görevlisinden öğrenmiştir. Yani buraya gelmeleri Suat’ın marifetidir ve genç kadın artık kendine bile itiraf edemeyeceği bir duygu ile hareket etmektedir. Buna rağmen bu iki adamı soktuğu çirkin durumun da farkındadır. İki erkek havalardan konuşurken “Malum ya, eylül hüzün ve yas ayıdır.” sözü üzerine Suat, ömrünün ve kadınlığının eylülünü yaşadığını hissederek içinden “İşte benim eylülüm!” diyecektir. Ne yaparsa yapsın kış gelecektir. Sonunda akşam olup da Necip’in onlardan ayrılacağı sırada ikisinin bakışları bir kez daha buluşacak ve uzun uzun sohbet etmiş gibi hissedip mest olacaklardır.
Sonraki günlerde binbir anlam yükledikleri bu kaçak bakışmalar onlara büyük bir mutluluk verir. Suat’ın üstüne başına dikkat edip süslenmesi ise tüm bunların kendisi için olduğunu bilen Necip’i dünyanın en mutlu adamı yapar. Bazen baş başa kaldıklarında konuştukları şeyler sanki aralarında hiçbir şey yokmuş gibi görünse de Süreyya’nın çıkıp gelmesi onları bu güzel rüyadan çekip çıkarır.

Necip’in çıkmazları…

Necip, Suat’ı artık bütün benliği ile kendisine bağlı gibi hissetse de o ağırbaşlı, güçlü kadını böyle endişeli ve perişan görmek ona acı vermeye başlar. Hatta kendi gibi yetersiz ve sefil birine âşık olduğu için ona acır. Onu mutlu etmeyi çok istese de onu üzmekten başka bir şey yapamadığı açıktır.
Bakışmaların bir adım ötesine geçseler içine düşecekleri pişmanlık ve acınası durum ortadadır. Hatta Necip, bu durumda Suat’ı düşmüş bir kadın olarak görmeye başlayacağını düşünüp kendinden korkar. Bu kadını, bu muhteşem kadını, o kirletecek; o dile düşürecektir.
Sonra bir çıkış bulmuş gibi sevinir. Bu zamana kadar birçok kadını sırf dış görünüşü için sevmiş ve istisnasız hepsinden bir yara almıştır. Şimdi ise sevilmeye en layık olanı sadece ruhu için sevmektedir. Ve bu açıdan bir rakibi de yoktur. Bu, bir anlamda ruhların evliliğidir.
Böylece bu sonbahar günleri onun için daha önce yaşamadığı bir mutluluk dönemi olur. Ancak yine Süreyya’nın dostça bakışları karşısında ezilmekten de kendini alamaz ve bu anlarda yine en başa dönüp kendi kendini yer.
Suat’ın durumu da ondan farklı değildir. Yalnız kaldıkları bir sırada konuşurlarken Süreyya’nın adının geçmesi ikisini de titretecek ve Necip, Suat’ın bir sessizlikten sonra başını kaldırmadan “Ah biz fena yapıyoruz, fena, fena…” dediğini işitecektir.
Hatta Suat, Necip’in Süreyya ile konuşmalarındaki samimiyete şaşırıp bunu 

hâlâ nasıl yapabildiğini anlamakta zorluk çeker ve hayatlarından çıkıp gitmesini diler. Hem evli bir kadın olmasına rağmen onun aşkına karşılık verdiği için kendisine farklı bir gözle bakmasından da korkar.

İlk kavga ve konağa dönüş…


Bir gün yemekte Süreyya, bağdakilerin konağa indiklerini söyleyince Necip kendisinin de artık İstanbul’a ineceğini söylemek zorunda hisseder. Ne de olsa kış gelmiştir. Süreyya kendilerinin de belki haftaya İstanbul’a inebileceklerini söyleyince Hacer ile bir araya gelmekten korkan Suat’ın tepkisiyle karşılaşır. Suat’ın “Hani kışın da kalıyorduk?” sözü üzerine Süreyya bir bahane arar gibi havalardan dem vurur. Karısının ikna olmadığını görünce de işinden daha fazla uzak kalamayacağından bahseder. Ancak tüm bunlar Suat için birer bahanedir. Gitmek istiyordur ve karısının ne düşündüğü onun için pek de önemli değildir. Süreyya’nın sert bir tonlama ile konuyu kesip atması karşısında Suat’ın gözleri dolar. Suat, bugüne kadar hep kocasının isteklerine boyun eğmiş, onun mutluluğunu önceliği olarak görmüştür. Necip, yaşananlar karşısında çareyi gitmekte bulmuşken Suat, kocası karşısında ilk defa isteklerini savunmak için kendini mücadeleye hazır hisseder. Bu ilk kavgalarıdır ancak ne kadar uğraşsa da Süreyya’yı ikna edemez. Demek bugüne kadar sadece kendini kandırmış, kocasının nasıl bir egoist olduğunu anlamamıştır. Beni biraz sevse böyle yapmazdı diye düşünür.
İstanbul’a gittiğinde güzel olan her şeyin bitecek gibi olduğunu düşünen Suat, vapurda öfkesinin bir kin haline dönüştüğünü fark eder. İstanbul’da hiçbir şey bilmeden yargılamaya hazır o insanlar arasında artık kendi düşüncelerinden bile korkması gerekecektir. 

Konağa vardıklarında kaderine, neden serbest olamadığına isyan etmek ister; tüm bu gereksiz insanlardan çekindiğine kızar. Öyle sıradan, kolayca ezebilecekleri bir kadın olmadığını göstermek ister ancak aklına gelen tüm çılgınlıklar Hanımefendi’nin yanına çıkınca bir bir kaybolur.
Bunları yapabilecek bir kadın olmadığını bir kere daha anlamıştır. Hatta büyük saygı ve sevgi duyduğu bu kadının bir şey duymuş olma ihtimali karşısında büyük bir endişe duyar.
Hep bu insanlardan şikâyet eden Süreyya ise pek mutlu görünmekte, dostça konuşan Hacer ise belki yüzünce defa gelmelerinden duyduğu memnuniyeti dile getirip arada da hayatından ve kocasından şikâyet eder.
Bu arada işten gelen Fatin, Süreyya ile konuşmaktadır. Suat, birbirini sevmeyen bu iki adamın sahte yakınlıklarına bakarken kulağının dibinde konuşmaya devam eden Hacer ile aralarındaki ilişkinin de onlar gibi sahte olduğunu düşünür.
Ancak her şeye rağmen Hacer, kocası Fatin hakkında hissettiklerini kimseden saklamıyor, açık açık sevmediğini belli ediyordur. Hem Hanımefendi bile yıllardır huysuz kocasına katlanmaktadır. Belki o da yavaş yavaş böyle bir insana dönüşecektir.

Suat’ın soğuk tavırları…


Üçüncü gün akşamüstü Necip çıkagelir. Suat karanlıkta, Fatin ile gelen Necip ise pencerenin önünde aydınlıktadır. Suat, ne yapacağını bilemez bir hâlde iken Hacer’in Süreyya’dan Suat’a doğru dönen imalı bakışlarla Necip’e “Artık bundan sonra tabii sık sık gelirsiniz…” demesi karşısında olduğu yerde kalıverir. Etrafa karşı neşeli görünmeye çalışan Necip ise Suat’ı durgun ve donuk gördükçe endişeye kapılır.
Yemekten sonra erkekler tavla etrafında kümelenirken Suat’ın ve Necip’in hâllerinden anlamlar çıkarmaya çalışan Hacer de boş durmayıp: “Siz bütün yazı yalıda böyle geçirdiyseniz yazık” gibisinden laflar eder. Ancak bu fettan kadının asıl darbesi Necip’e yönelttiği şu soru olur: “Ha, kuzum o sizin eldivenin hanımı ne oldu?”
Bu soru üzerine Suat ölüyorum zannederken Necip, soruyu geçiştirmeye çalışır. Beceremeyince de ciddi ciddi o kadının öldüğünü söyler. Bu sefer de konuşmalar onun neden evlenmediği üzerine yoğunlaşır. Süreyya konu üzerinde değerlendirmeler yapıp Necip’i evlilik konusunda yüreklendirmeye çalışırken Necip’in tek düşüncesi Suat’ın neden soğuk davrandığı olur. Bir hafta içinde ne olmuş olabilir diye düşünüp durur. Bütün gecesi yatakta bu sorulara cevaplar aramakla geçer.
Sabah Necip, Suat’ı kısa bir süre olsa da yalnız bulur. Suat da bütün gece uyumamış, sabah erken kalkıp onu görme ümidiyle beklemiştir. Suat’ın gülümseyerek “Maşallah bu ne erken…” demesi genç adamı karanlıklardan alıp bahara eriştirir. Kısa bir süre de olsa sanki bakışlarla konuşurlar. Suat’a göre bu ortamda bunu devam ettirmek mümkün değildir. Bu kısacık andan sonra birbirinin peşi sıra Fatin ve Hacer gelir. Biraz sonra evin erkekleri konaktan çıkacak, Suat ise Necip’in kapıdan üzgün bir hâlde çıktığına şahit olacaktır. Genç kadın bir taraftan Necip’in gelmesini istemekte diğer taraftan da olabileceklerden korkmaktadır.
Erkeklerin gidişi ile Hacer yine uzun uzun kocasından şikâyet eder. Suat ise Necip’in dibinden ayrılmayan bu kadına hem kızmakta hem de kocasıyla yaşadıklarından dolayı acımaktadır. Hacer’e göre Fatin’in paradan başka düşündüğü bir şey yoktur. Para gidecek diye çocuk bile istemiyordur.
Necip üç gün geçmeden Süreyya ile tekrar çıkıp gelir. Suat, kayıtsız davrandığını düşündüğü Necip’e “Hiç olmazsa bu kadar sık gelme, zira artık her şey bitti…” demek isteği duyar. Her şey bitmese bile biraz önlem gerekmez mi, diye düşünür. 

Her şeyi bırakıp gitmek isteği duyan Suat, mutlu olabilmek için kendini bazen namusunu ayaklar altına alabilecek kadar güçlü hisseder. Ama onu asıl düşündüren Necip’in bu konudaki samimiyeti ve ciddiyetidir. Ne yazık ki bundan emin olma ihtimali yoktur. Sonra da tüm bunların bir çılgınlık olduğunu kabullenip herkes gibi hayatına tahammül etmesi gerektiğini düşünür.

Necip zevk âlemlerinde…

Necip ise Suat’ı kendisine karşı soğuk bir nezaket içinde gördükçe kahrolur. Olanları anlamakta zorluk çekip ne yapacağını bilemez. Kaçmak için bahaneler arar, bulamayınca da kâh piyanoda kâh kağıt oyunlarında Hacer’in elinde oyuncak olur.
Bu arada Suat’ın Süreyya ile dargınlıkları devam etmektedir. Karı koca mecbur kalmadıkça konuşmamaktadır. Necip ise Suat’ın tavırları nedeniyle bir hafta kadar ortadan kaybolur. Fatin’in anlattıklarına göre kendini Beyoğlu’nda zevk âlemlerine bırakmıştır.
Suat, demek o da herkes gibi sahte yaşıyor diye düşünür ve buna üzüldüğü için de kendine kızar. Artık onu unutmak, tüm bunları yaşamamış olmak ister hatta ondan nefret ettiğini düşünür.
Bir gece Süreyya kendisine ellerini uzatıp af dilediği zaman ise sanki sarıldığı kocası değilmiş gibi uzun uzun onun göğsünde ağlar. Aslında Süreyya, onun yalıda kalma isteğini kabul etmeyip bilmeden de olsa onu Necip’ten korumuştur.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Süreyya sözü yine Necip’e getirip arkadaşının bir Fransız oyuncuya bağlandığını anlatır. Suat ise ağlayarak ona teşekkür etme ihtiyacı duyup bu sığınmada bir teselli ve güç bulmaya çalışır. Hem başka çaresi de yoktur. Herkes gibi o da böyle yaşamaya alışmak zorundadır. Hem kocası ne Fatin gibi iğrenç ne de kayınpederi gibi zorbadır. Ah keşke bir de çocuğum olsaydı diye düşünür. İşte, o zaman gerçekten mutlu olabilecektir.

Bir gün Necip, konağa sarhoş bir hâlde gelir. Anlaşılmaz sözler söyleyip tüm kadınlardan şikâyet eder. Evdekiler Necip’in Fransız oyuncudan bahsettiğini sansalar da o tüm kadınların aynı olduğunu ve bağlılığın ne olduğunu bilmediklerinden dem vurur. Sesi o kadar derin bir nefretle doludur ki tüm bu sözlerin kendisi ile ilgili olduğunu anlayan Suat ne yapacağını bilemez. Hanımefendi, perişan hâldeki Necip’i odasına götürürken ağlamak üzere olan Suat da odasına kaçar. Suat’a göre zevk ve sefa âlemine dalmışken kendisini kalpsizlikle ve ihanetle suçlaması büyük bir haksızlıktır. Süreyya odaya geldiğinde genç kadın hâlâ ağlamaklıdır. Kocasına görünmemek için bir şeylerle oyalanırken imdadına Hacer yetişir. Hacer, onu alıp Necip’in kaldığı odanın önüne kadar sürükler. Necip, içeride Hanımefendi olduğu hâlde sürekli ağlamakta ve “Bilseniz..” sözünü tekrar edip af dilemektedir. Kapıyı aralayan Hacer sayesinde söyledikleri daha da net duyulur. Necip tüm bunları, unutabilmek pahasına yaptığını ve yalnız kalırsa çıldıracağını söylemektedir. Gerçeklerden habersiz Hanımefendi ise kadınların peşini bırakmasını salık verir. Suat ise daha fazla dinleyemeyip karanlık bir köşeye çekilerek uzun uzun ağlar. Tüm bunların sebebi benim diye düşünür. Ayaklarına kapanıp af dilemek, onu hâlâ sevdiğini haykırmak ister. Odasına sarsılmış bir hâlde dönüp uykuya da sabaha karşı anca dalar.

Biz böyle istedik…


Uyandığında Hanımefendi’nin onu görmek istediğini öğrenir. Necip için doktor çağrılmıştır. Kendileri ise bir düğüne katılmak zorundadırlar. Hemen gidip döneceklerdir. Hanımefendi, Suat’tan doktor gelince onu Necip’in yanına çıkarmasını ister. Sadece ateşi vardır ama Suat: “Sana bir şey olursa ben de ölürüm.” diyebilmek için yanına gitmek ister. Ancak kaç kere niyetlense de kapıdan giremez. Onu kötü görmekten ya da ayaklarına kapanıp ağlamaktan korkar.
Süreyya işe gitmeden önce Necip’i yoklamış, uyuduğunu görünce de ses etmemiştir.
Sabırsız bir hâlde doktoru bekleyen Suat, verdiği bütün kararların böyle umulmadık darbelerle nasıl darmadağın olduğunu düşünürken birden kapı açılır. Suat, doktorun geldiğini düşünürken karşısında Necip’i bulur. Necip, soğuk bir tavırla Hanımefendi’yi sorar, kendisi için doktor çağrıldığını öğrenince de iyi olduğunu iddia eder. Hem hasta olsam ne olur ki, diye sorar. Onun için hayatın hiçbir anlamı yoktur.
Suat ise tüm bu serzenişlere sadece hıçkırmaya hazır, acı bir bakışla “Necip!” diyerek karşılık verir. Sonra da ağlamamak için tekrar elindeki dikişe kapanır. Necip ise feryat etmesi gereken kişinin kendisi olduğunu söyleyerek mahvolduğunu söyler. Haftalarca bir bakışı için neler çektiğini, artık onu sevmediğini düşündüğünü söyleyip onunla hayalini kurduğu hayattan bahsetmeye başlar. 

O anda birden Suat’ın gözünden birkaç damla yaşın dikişe düştüğünü görür. Demek hâlâ seviyordur. Genç adam, sevdiği kadının karşısında ölecek kadar mutlu hissederek öylece kalakalmıştır. Sonra yanındaki koltuğa gidip kendisiyle gelmesi için yalvarmaya başlar. İkisi de bu teklifin ağırlığı altında bir süre susar. Suat, bu teklif karşısında kendini çok mutlu hissetse de Süreyya’ya bunu yapamayacağını söylemeye çalışır. Necip ise hem ona hak veriyor hem de her şeye rağmen kendisini sevmekten vazgeçmemesini istiyordur. Elinde ise cebinden çıkardığı eldivenin teki vardır, o zaman kadın da tıpkı onun gibi sakladığı diğer teki çıkarır. Necip, o kadar mutlu olur ki kadının eldiveni tutan elini dudaklarına götürüp öpmek ister. Suat’ın titreyen eli bir süre dirense de sonunda teslim olacaktır. Ayrılma vakti gelmiştir. Genç adam, ayrılırken bu muhteşem kadının kendisine mutluluğu bağışlayan yaşlı ve titreyen gözlerinden öper. Bitmiştir ama sadece kendileri istediği için bitmiştir. Kendini sokağa atan Necip, bir süre çamurlu yolda yürüyüp sonra bir arabaya atlar. O, arabada; Suat ise evde ağlamaktadır…

Alevler içinde…


Her şeyin sonu ise o akşam duyulan bir feryat ile başlayacaktır. Konak alevler içinde kalmıştır. Bazı camlar patlarken kiminden dumanlar kiminden de alevler yükselmektedir. Ev halkı kendini dışarı atıp birbirlerini ararken çıkan sesler kıyamet günü gibi birbirine karışır. Konağın özellikle selamlık bölümü ateşler içindedir. Suat’ı göremeyen Hanımefendi “Süreyya, Süreyya” diye oğluna seslenirken o sanki hiçbir şey duymuyor, işitmiyor, anlamıyor gibidir. Sonunda “Beraber çıkıyorduk, bilmiyorum” der. O an bahçedeki herkes Suat’ın adını haykırmaya başlar ancak hiçbir cevap alamazlar. Sonra “Suat mı, yok mu, Neden?” diyen Necip’in kısık sesi duyulur. Hanımefendi’nin “Allah aşkına koşunuz, bakınız kızcağıza” diyen feryadı üzerine Süreyya ve Necip kapıya doğru koşar. Selamlık tarafına giden koridor ateş içindedir. İçeriye girmeye korkan Süreyya dışarıdan “Suat!” diye haykırır. İkisi de bir inilti duyar fakat ses büyük bir çatırtı ile boğulur. Alevler her tarafı sarmışken ikisi de bir an tereddüt eder. Hemen sonrasında ise Süreyya, Necip’in haykırarak içeri atıldığını görür. Süreyya, “Necip!” diyerek arkasından koşmak istese de tavanın çöküp kapının ateşler içinde kaybolması üzerine delirmiş bir hâlde vazgeçerek dönmek zorunda kalır.

İlgili Sayfalar

👉 Mehmet Rauf

👉 Eser Özetleri

Özete Esas Alınan Baskı

Mehmet Rauf, Eylül, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Nuriye Bilici, Say Yayınları, 100 Temel Eser, 7. Baskı, 2017

Konu Anlatımı İndir 👇


Cover Image

Mai ve Siyah

Ekim 10, 2024 Okuma süresi: 7 dakika
Halit Ziya Uşaklıgil

Halit Ziya Uşaklıgil’in 1896-1897 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilen romanı.

Mai ve Siyah, bir hayal kırıklığının romanıdır.
Mai (mavi) hayali, siyah ise gerçekleri temsil etmektedir. 

Roman boyunca hayaller gerçeklerle çatışır.
Romanın ana karakteri Ahmet Cemil, romantik ve hayalperest bir tiptir. En büyük hayali bir şiir kitabı çıkararak para ve şöhrete kavuşmaktır.
Bir diğer hayali de yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia ile evlenmektir. Ancak aşk teması romanda ikinci planda kalır.
Ahmet Cemil, romanın sonunda iki cephede de hayatın acı gerçekleri karşısında hayal kırıklığına uğramaktan kurtulamayacaktır.
O, bir anlamda Servetifünun neslinin bir sembolüdür.
Eser, dönemin edebi tartışmalarını ortaya koyması bakımından da önemli bir kaynaktır.
Romanda mekân, kişi ve olay unsurları realist roman anlayışına uygun olarak işlenmiştir.
Romanda hâkim bakış açısı kullanılmıştır.
Özet

Roman, Ahmet Cemil’in hayallerinin anlatıldığı Tepebaşı bahçesindeki bir ziyafet sahnesinin tasviri ile başlar. Ahmet Cemil, babası öldüğü için annesi Sabiha Hanım ile kız kardeşi İkbal‘in geçimini de üstlenmek zorunda kalır.
O, bir taraftan roman çevirileri ve özel derslerle hayatını kazanmaya çalışırken diğer taraftan Mülkiye’yi bitirmeye çalışan genç bir edebiyatçıdır.
Tek tutkusu öteden beri hayal ettiği büyük eserini yazabilmektir. Yazacağı eser hem kişilik gelişiminin bir parçası hem de içten içe sevdiği Lamia’ya kendisini ispatlamasının bir yoludur. Lamia, Ahmet Cemil’in Mekteb-i Mülkiye’den arkadaşı Hüseyin Nazmi‘nin kız kardeşidir. Genellikle Ahmet Cemil’in bakış açsıyla tasvir edilen Hüseyin Nazmi, romanda servet sahibi bir babanın mesut ve bahtı açık oğlu olarak kurgulanmıştır.
Ahmet Cemil, Mülkiye’den mezun olduktan sonra Babıali’deki yenilik hareketinin öncüsü sayılan Mir’at-ı Şuun gazetesinde çalışmaya başlar. Buradaki arkadaşlarının aracılığıyla kız kardeşini Matbaa Müdürü Tevfik Efendi‘nin oğlu Vehbi Bey ile evlendirir. Bu evlilik konusunda oldukça ısrarcı olan 

Tevfik Efendi, gazetenin imtiyaz sahibi Hüseyin Baha Efendi’nin ortağı ve gazetenin asıl sermayedarıdır.
Ahmet Cemil’in ailesi bu evlilik yüzünden peş peşe gelen darbelerle sarsılacaktır. On altı yaşında bir kızla evlenen Tevfik Efendi, bir süre sonra felç olur. Genç karısı ve oğlu Vehbi Bey bir ilişki içindedir. Hatta ikisi de Tevfik Efendi’nin ölümünü gözlemektedir. 

Babasının yokluğunda Vehbi Bey’in kontrolüne geçen gazetede çalışanlar birer birer tasfiye edilir. Hüseyin Baha Efendi’nin koltuğu Ahmet Cemil’e kalır. Ahmet Cemil, yapılanları tasvip etmese de yaşananlara seyirci kalmakla yetinir.
Ahmet Cemil, eniştesi Vehbi Bey’in kendisine önerdiği matbaa ile ilgili tasarıların etkisi altında kalır. Karşılığında küçük evini ipotek ettirmeye razı olur.
İkbal ise yapmış olduğu evlilikte mutsuzdur. Hamile kalmasına bile sevinemez.
İkbal’e oldukça kötü davranan Vehbi Bey, genç kadının yaptığı her şeyde bir kusur bularak kendini sürekli ondan ve ailesinden üstün gören bir tavır sergiler. İç güveysi olmasına rağmen hakaretlerine devam eden Vehbi, eve sarhoş geldiği bir gün İkbal’i döver. Bebeğini düşüren genç kadın, birkaç gün sonra da iç kanamadan ölür.
Matbaaya alınan yeni makinelerin borcu da Ahmet Cemil’in üzerine kalır. Bu yüzden de rehine koyduğu evini satmak zorunda kalır. Öte yandan matbaadaki tüm kontrolü Vehbi’ye kaptırır.
Gazeteden kovulan Şair Raci, başka bir gazetede Ahmet Cemil’in şiirleri aleyhine ağır bir eleştiri yazısı yazar. Ahmet Cemil ile Raci kişilik ve edebiyat anlayışı bakımından birbirinin zıddıdır. Raci, eski edebiyatın savunucusu ve temsilcisi olarak gösterilen uçarı bir tiptir. Vehbi Bey, Raci’nin yazısını gazetesi için bir prestij kaybı olarak gördüğü için Ahmet Cemil’i matbaadan kovar.
Matbaada hiçbir hakkının olmadığını, borçların ise kendi üzerine yazıldığını öğrenen Ahmet Cemil büsbütün ortada kalır.
Ahmet Cemil’in kendisine duyduğu sevgiden habersiz olan Lamia ise bir başkası ile nişanlanır.
Hayallerine veda eden Ahmet Cemil, kendisine büyük bir ün ve para getireceğini umduğu şiirlerini sobada yakar. Eserine yüklediği anlam, aslında bir yanılsamadan başka bir şey değildir: “Şimdi o kadar çocuk olduğundan utanıyordu. Bu, kendisine ne kazandırabilirdi? Merak ederek bir göz atacakların ilgisiz bir tebessümünden, fena bulmaya hazırlanmış beş on arkadaşın yalan tebriklerden başka bu eserden ne ümit olunabilirdi.”
Ahmet Cemil, şiiri bir ideal olarak görmesine karşın bu konudaki fikirleri henüz olgunlaşmamıştır. Kendisi de bunun farkındadır. O, şairden çok şairliğe öykünen biridir.
Romanın sonunda Ahmet Cemil, Arabistan’daki bir görevi kabul eder ve annesini de yanına alarak İstanbul’u terk eder. Aynı gün yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi ise yeni görevine başlamak üzere Avrupa’ya hareket etmek üzeredir.

Cover Image

Hüseyin Suat Yalçın (1867-1942)

Ocak 29, 2024 Okuma süresi: 12 dakika








Hüseyin Suat Yalçın (1867-1942)





Hüseyin Suat Yalçın (1867-1942)

Hüseyin Suat Yalçın

  • Şair, mizah ve oyun yazarı.
  • Gazeteci ve yazar Hüseyin Cahit Yalçın’ın ağabeyidir.
  • 1886’da Tıbbiye-i Mülkiyeden mezun oldu.
  • Çeşitli kurumlarda doktor ve yönetici olarak çalıştı.
  • Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara’ya gitti.
  • Hekim olarak Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hizmet etti.
  • Cumhuriyet’in ilanından sonra Devlet Demiryollarına ait gemilerde doktor olarak çalıştı.
  • 21 Mart 1942’de öldü.

Sanat Yaşamı

  • Servetifünun şairi olarak tanındı.
  • Bu dönem şiirlerinde Cenap Şahabettin’in etkisi görülür.
  • Servetifünun yıllarında öne çıkan temaları aşk-kadın, tabiat ve ölümdür.

  • II. Meşrutiyet’ten sonra şiir anlayışını değiştirdi.
  • Zamanla dilini sadeleştiren şair, hece ölçüsüyle şiirler yazdı.
  • Çeşitli mizah dergilerinde Gâve- i Zalim imzasıyla mizahi şiir ve yazılar yayımladı.
  • Aynı yıllarda tiyatroya yönelerek oyunlar yazmaya, uyarlamaya ve çevirmeye başladı.
  • Bir uyarlama olan “Çürük Temel” adlı oyunu Darülbedayinin sahnelediği ilk oyun (1916) olarak tarihe geçti.
  • Millî Mücadele yıllarında Ankara’da “Anadolu’da Kalem” adıyla haftalık bir mizah gazetesi çıkardı. Millî Mücadele’yi destekleyen gazete, imkânsızlıklar nedeniyle sadece sekiz sayı çıkabilmiştir (Mayıs-Temmuz 1921).

Eserleri

  • Şiir: Lane-i Melal, Gâve Destanı (mizahi şiirler)

  • Oyun: Şehbal yahut İstibdadın Son Perdesi, Kirli Çamaşırlar (uyarlama), Ahirette Bir Gün, Çürük Temel (uyarlama); Çifteli Mikroplar, Kayseri Gülleri, (uyarlama), Yamalar, Acemi Çaylaklar, (uyarlama), Ballıbaba, Bir Zifaf Gecesi, Çapanoğlu, Derse Devam Edelim, Harman Sonu, Hülle, Kundak Takımları (uyarlama), Ana Karnında Son Gece, Malum Meçhul

İlgili Sayfalar

👉 Servetifünun Edebiyatına Giriş

Yararlanılan Kaynaklar

  • Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi
  • Milli Mücadele Dönemi Ankara’sında Bir Mizah Gazetesi: Anadolu’da Kalem, İbrahim Özen


Cover Image

Kırık Hayatlar

Temmuz 26, 2023 Okuma süresi: 4 dakika
Özet

Kırık Hayatlar’ın başkarakteri Ömer Behiç, tıp tahsilini Avrupa’da tamamlamış bir iç hastalıkları uzmanıdır. Gençliğinden beri evlenip mutlu bir yuva sahibi olmak isteyen Ömer Behiç, aslında ruhunda maddi hazların arzusunu da barındıran bir kahramandır.
Ömer Behiç, hastalarından bir olan Vedide’ye âşık olur. Kısa süre sonra da evlenirler. Osmanlı kadın tipini sembolize eden Vedide, içe kapanık tutumu ve çevresine karşı davranışlarıyla yazarın idealize ettiği bir karakterdir. Selma ve Leyla adında iki çocukları olan çift, yıllardır hayallerini süsleyen güzel bir ev yaptırarak oraya yerleşir. Bu ev, mutluluk içinde bulunan aile için dış hayatın çirkinliklerinden kurtuldukları bir sığınma mekânıdır. Evlerinin penceresinden şahit oldukları kırık hayat hikâyelerini izlerler. Ancak çok geçmeden Ömer Behiç’in arkadaşı Bekir Servet aracılığıyla kendi hayatları da yıkılmaya başlayacaktır.
Bekir Servet, Aşk-ı Memnu’daki Behlül karakterinin bir benzeri niteliğindedir. Ömer Behiç’i, Veli Bey’in hanımı ve kızlarıyla tanıştırır. Yine Aşk-ı Memnu’daki Melih Bey takımının bir benzeri olan bu aile, Ömer Behiç’in mutlu yaşamına kara bir gölge gibi düşer.
Karakterli, ahlaklı ve manevi değerlere önem veren bir kahraman olarak çizilen Ömer Behiç; hep kınadığı bir şeyi gerçekleştirerek eğlence âlemlerinde boy gösteren Neyyir ile yakınlaşır.
Neyyir ile sık sık bir terzi dükkânının üst katında buluşan Behiç, karısı Vedide’yi ve çocuklarını ihmal eder.
Yasak aşkı ve ailevi sorumlulukları arasında bocalamaya başlayan Ömer Behiç, iki kadını da sever. Vedide’yi sadık, güzel ve iffetli bir eş ve anne olduğu için severken Neyyir’i gençliği, güzelliği ve şen şakrak tavırları nedeniyle çekici bulmaktadır. Bu iki kadın arasında kalan ve ikisini de bırakamayacağını bilen Ömer Behiç, yıllardır övündüğü ahlakı ile maddi hazları arasında bocalar.
Neyyir ile olan ilişkisi boyunca eşine ve çocuklarına gerekli ilgiyi gösteremeyen Ömer Behiç, kızı Leyla’nın hastalığı ile yeterince ilgilenemez. Kısa süre sonra da Leyla ölür. Bu ölüm, Ömer Behiç’i mahveder. Leyla’nın vefatından sonra Neyyir’den uzaklaşmaya başlayan Ömer Behiç, gerçek huzuru bulmak ümidiyle karısı Vedide’ye döner. Küçük kızı Leyla’nın ölümü ve Neyyir’in başka bir adamla evlenmesinden sonra sığınabileceği tek kişi Vedide’dir. Ancak hayatının eskiye dönemeyecek şekilde yıkıldığının da farkındadır.
Kırık Hayatlar romanında kadınlara düşkünlüğü ile tanınan birçok karakter ile üç kadının dramı da işlenir. Bunlardan biri Vedide’nin dadılığını yapmış Andelip Bacı’dır. Çocuğu olmayınca kocasının ikinci bir evliliğine razı olmayıp tekrar Vedide’ye sığınmıştır. İkinci bir evlilik için yıllarca bekleyen Andelip Bacı’nın bu isteği gerçekleşmez. Evin hizmetçisi Suzidil ise içkiye düşkün kocası Mehmet Ali’nin şiddetine maruz kalmış ve hasta çocuğu Ferit ile Ömer Behiç’in evinde hizmetçilik yapmaktadır. Ömer Behiç’in evinde yaşanılan bu hayatların dışında onun dışarıda işi gereği tanıdığı kişilerin hikâyeleri de romanda geniş yer tutar. Ömer Behiç’in hastası Şekûre Hanım bunlardan biridir. Ferruh Bey, ailesinin zorlamasıyla başkasını sevmesine rağmen Şekûre Hanım’la evlenmiştir. Kocasının yasak ilişkisini bilen Şekûre ise vereme yakalanıp ölecektir.

İlgili Sayfalar


Cover Image

Tiryaki Sözleri

Mart 17, 2023 Okuma süresi: 7 dakika

İnsan anlamadığı fikrin taraftarı olamaz.


* Avam, yalanla avutanı hakikatle korkutana tercih eder.


* Acıyı bilmeyenin merhametine inanmayınız.


* Adaletin bulunmadığı yerde para en güzel silahtır.


* Bir adamın fikirlerini sözleri değil, hayatı gösterir.


* Bilgisizlik daima nur ile alevi karıştırır ve çok kere kendisini aydınlatan gibi yakanı da güneş sanır.


* Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür.


* Fikir uğradığı zihnin değil, çıktığı dilin malıdır.


* İnsan ancak bilgisi kadar hür olabilir.


* Güzel fikir ihtiyarlamaz.


* Hürriyeti hakkıyla anlamayan onu er geç kötüye kullanır.


Karga, adını değiştirse de sesinden tanınır.


* Kıskancın sükutu meziyetinizi itiraftır.


* İnsan için en büyük kuvvet, kendisini olduğu gibi görebilmektir.


* Yüksek tepelerde hem yılana hem kuşa rastlanır, birisi sürünerek öteki uçarak yükselmiştir.


* Kalp söze başlayınca akıl sağır olur.


* Gündüz kandilini hazırlamayan, gece karanlığa razı demektir.


* Köpeğe gem vurma, kendini at sanır.


* Lafla peynir gemisi yürümez, ama siyaset gemisi haydi haydi!


* Karnı açlardan çok, kalbi açlara acırım.


* Kafalar boş durdukça kalınlaşır.


* Güç olan kahramanca ölmek değil, kahramanca yaşamaktır.


* Her devir kendisinden sonrakini doğurmak için ağrı çeker.


* Kendi kendini küçümseyen adamla hiç kimse alay edemez.


* Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim, kölesi değil.


* İyiliği yalnız iyiler anlar, fenalığı herkes.


* İlim ve sanatı gözetmeyen hükümetten büyük hayır ummam.


* Yoksulluğun olduğu yerde; namus, şeref, onur, erdem fazla barınamaz.


* Sözümüz er geç özümüze benzer.


* Şiir sevmem diyen şiirden anlamadığını itiraf etmiş olur.


* Çok para ile elde ettiğin her şeyi kıymetli sanma; pahalı başka, kıymetli başkadır!


* Politika yarasaya benzer, çok aydınlıktan hoşlanmaz.


* Çoğumuz için “dünya”, içinde yaşadığımız kasaba veya köydür.


* Çenesi düşmedikçe ihtiyarlar az söylerler. Zira hayat onlara sözün faydasızlığını öğretmiştir.


* Bir kitap ilmi var birde hayat ilmi, olgun insan her halde ikisine de vakıf olan oluyor.


* Vesaire sözünü pek severim zihnimin ayıbını örttüğü için.


* Akarsu, ne güzel hayat dersidir: Küçük engellerin üzerinde köpürür, büyüklerin yanından sessizce geçiverir.


* Yerinde sayanlar yürüyenlerden çok gürültü ederler.


* Yanan kıvılcım, sönük volkandan kuvvetlidir.


* Saklanan çirkinlik iki kat çirkin görünür.


* Zavallı koyun sürüsü! Çobanı da o besler, çoban köpeğini de, kurdu da, sahibini de!

* Köhne fikirler paslanmış çivilere benzer, söküp atmak çok zordur.

İlgili Sayfalar

👉 Cenap Şahabettin

👉 Özdeyiş (Vecize)

Yararlanılan Kaynaklar

Tiryaki Sözleri, Cenap Şahabettin, Antik Türk Klasikleri
Yazar Eser İlişkisi Bağlamında Cenap Şahabettin ve Tiryaki Sözleri, Mehmet Törenek


Servetifünun Edebiyatı Konu Testi 6

Mart 16, 2023 Okuma süresi: 10 dakika
Tevfik Fikret, özellikle 1900 yılından sonra siyasi ve sosyal içerikli şiirler yazmıştır.
2. Aşağıdakilerden hangisi sanatçının bu tür şiirlerinden biri değildir?
A) Sis
B) Tarih-i Kadim
C) Mai Deniz
D) Sabah Olursa
E) Doksan Beşe Doğru

Servetifünun romanının iki büyük temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil ve Mehmet Rauf’tur. Diğer romancıları Hüseyin Cahit Yalçın ve Safveti Ziya’dır.
3. Aşağıdakilerden hangisi parçada verilen yazarlardan herhangi birine ait değildir?
A) Salon Köşelerinde
B) Nesl-i Ahir
C) Ferdâ-yı Garâm
D) Tamat
E) Hayal İçinde

Her romanda olduğu gibi vaka hayal unsuru olmakla beraber romanın başkişisi —, Servetifünun topluluğun edebiyat görüşlerinin bizzat temsilcisidir. Romanın başındaki tartışmada onun sanat ve edebiyatla ilgili hayalleri, Servetifünun topluluğunun sanattaki ilkelerine uygun düşer. Ayrıca romandaki aile ve ölüm düşüncesi, basın hayatı, edebiyat tartışmaları, yazarın gerçek hayatından metne yansıyan olay ve durumlardır.
4. Parçada bırakılan boşluğa aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Ahmet Cemil
B) Süleyman Nüzhet
C) Ömer Behiç
D) Ahmet Celal
E) Ali Şahin Efendi

5. Tevfik Fikret’in hece ölçüsüyle çocuklar için yazdığı şiirlerini topladığı kitap aşağıdakilerden hangisidir?
A) Haluk’un Defteri
B) Müntehab Çocuk Şiirleri
C) Körebe
D) Şermin
E) Promete

Ahmet Mithat etkisindeki — adlı eserini 15, 16 yaşlarında 1890’da yazan yazar, Fransız yazarlarının ve Servetifünun anlayışının etkisiyle ortaya konan — eserini ise, 1901 yılında yazmıştır. Eser, tecrübesiz bir gencin başından geçen romantik bir aşk macerasıdır. Onun realiteden uzak duygu ve düşünceleri hayal kırıklıkları çok realist bir şekilde ve hareketli bir vaka ile verilmiştir.
6. Parçada bırakılan boşluklara aşağıdakilerden hangisi sırasıyla getirilmelidir?
A) Nemide, Genç Kız Kalbi
B) Genç Kız Kalbi, Sefile
C) Nadide, Hayal İçinde
D) Hayal İçinde, Sefile
E) Nemide, Nadide

Servetifünun şairleri denince ilk akla gelen isimlerden olamamıştır. Abdülhamit’e muhalif olan şair, bu duruşu yüzünden padişahın emriyle Adıyaman’a sürülmüştür. Leyâl-i Girizân, şairin en tanınmış şiiridir. Şiir hem Servetifünun dönemi şiirinin genel özelliklerini hem de şairin hayat öyküsünün izlerini taşıması yönünden önemlidir.
7. Parçada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Abdülhak Hamit Tarhan
B) Tevfik Fikret
C) Cenap Şahabettin
D) Süleyman Nazif
E) Hüseyin Siret Özsever

14 dizelik nazım biçimidir. Kısa şiir, türkü anlamına gelen İtalyanca bir sözcüktür. İlk iki bendi dört, son iki bendi ise üçer dizeden oluşur. Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin bu nazım şeklini Batı edebiyatında kullanıldığı biçimleriyle değil, değişikliğe uğratarak kullanmıştır.
8. Parçada sözü edilen nazım şekli aşağıdakilerden hangisidir?
A) Terzarima
B) Sone
C) Balad
D) Serbest müstezat
E) Triyole

Çağdaşı olduğu Servetifünunculara katılmayan sanatçının eserlerinde olaylar İstanbul’da geçer. Bu yüzden onun bir İstanbul yazarı olduğunu söylemek yerinde olur. Küçük yaşta başlayan yazma merakıyla çok sayıda roman ve hikâyeye imza atmıştır. Eserlerinde en dikkat çekici özellik, kadın konuşmalarını başarıyla aktarmasıdır. Kadınlar arasındaki kavga, dedikodu gibi diyalogları canlı ve renkli bir üslupla okuyucuya aktarmıştır.
9. Aşağıdakilerden hangisi parçada sözü edilen yazara ait değildir?
A) Mürebbiye
B) Şıpsevdi
C) Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç
D) Hakka Sığındık
E) Karı-Koca Masalı

(I) Mehmet Rauf’un aşktan bahsetmediği eseri yoktur. Bir (II) Kurtuluş Savaşı romanı olan (III) Halâs‘ta, hatta ikisi de macera-entrika romanı olan (IV) Körebe ve (V) Kan Damlası adlı romanlarında bile aşktan bahisler açmış, bu romanlarının başkişilerini de diğer romanlarında olduğu gibi aşk genci, aşk adamı, güzelliklere ve güzellere tutkulu kişiler olarak göstermiştir.
10. Parçadaki altı çizili yerlerden hangisi bir bilgi yanlışlığına neden olmuştur?
A) I   B) II   C) III   D) IV   E) V

— şiirinde II. Abdülhamit döneminin romanını, geniş bir İstanbul panoramasını, Fikret’in beddua ve nefretini; — şiirinde Yahya Kemal’in tarihsel estetik bakışı ile Osmanlı kültür değerleriyle İstanbul’a hayranlığını; Necip Fazıl’ın — şiirinde şehir, şair ve şiir arasındaki özdeşleşmeyi; Orhan Veli’nin — şiirinde ise İstanbul’un iç sesini, kulaktan göze ve gönle akan şehir yaşamını buluruz.
11. Parçada bırakılan boşluklara aşağıdakilerden hangisi getirilemez?
A) İstanbul Destanı
B) Bir Tepeden
C) İstanbul’u Dinliyorum
D) Sis
E) Canım İstanbul

Batılı eleştiri anlayışını benimseyen sanatçı, Servetifünun edebiyatının tenkit alanındaki en önemli ismidir. Batılı tenkit anlayışını Türkiye’ye getirmeye çalışan yazar, “Hayat ve Kitaplar” başlığı altında önce Servet-i Fünun’da yayımlayıp daha sonra kitap haline getirdiği makale serisinde Batılı yazar, fikir adamı ve tarihçiler üzerinde durmuştur.
12. Parçada sözü edilen yazar aşağıdakilerden hangisidir?
A) Hüseyin Cahit Yalçın.
B) Ahmet Şuayb
C) Ali Ekrem Bolayır
D) Süleyman Nazif
E) Faik Ali Ozansoy

(I) Cenap Şahabettin, Osmanlı yönetimi altındaki Arap ülkelerinde uzun yıllar yönetici olarak çalışmıştır. Bu görevlerinin ve daha sonra yaptığı seyahatleri ürünü olarak da (II) Hac Yolunda adlı kitabı, (III) Firâk-ı Irâk, (IV) Suriye Mektupları ve son olarak da (V) Beyrut, Filistin ve Nablus İzlenimleri 1918 adıyla bir araya getirilen seyahat notlarını yayımlamıştır.
13. Parçadaki altı çizili yerlerden hangisi bir bilgi yanlışlığına neden olmuştur?
A) I   B) II   C) III   D) IV   E) V

Ahmet Mithat Efendi vasıtasıyla basın ve edebiyat dünyasına adım atan sanatçı, tıpkı onun gibi öğretmek ve göstermek metodunu kullanarak okuyucusunu etkilemeyi başarmıştır. Yalın ve açık ifadelerle sohbet havası içinde, İstanbul Türkçesinin bütün inceliklerini kullandığı yazıları okuru daha ilk cümlede etkiler. Servetifünun sanatçıları ile aynı dönemde eser vermiş olsa da bağımsız kalan sanatçının yazılarındaki objektif tutumu edebiyat tarihimizde ona ayrı bir yer kazandırmıştır.
14. Parçada sözü edilen yazar aşağıdakilerden hangisidir?
A) Hüseyin Rahmi Gürpınar
B) Nahit Sırrı Örik
C) Safvet Nezihi
D) Ahmet Rasim
E) Ahmet Şuayb

Edebiyat-ı Cedide olarak bilinen bu dönemin eserleri incelendiğinde olay örgüsündeki güçlü nedensellik kurgusu, mekân-insan ilişkisindeki diyalektik boyut ve anlatı kişilerinin psikolojik derinliğiyle verilmesi gibi unsurları kolayca görmek mümkündür.
15. Parçada anlatılanlar aşağıdaki edebi akımların hangisiyle ilişkilendirilebilir?
A) Hümanizm
B) Romantizm
C) Realizm
D) Sembolizm
E) Parnasizm

Halit Ziya’nın özellikle ilk romanı —, barındırdığı gotik ve kara romantik unsurlarla hayli dikkat çekicidir. Romanın kişilerinin fuhuş bataklığına batmış kişiler olarak seçilmesi toplumun çürüyen insani ilişkilerini göz önüne sermek için yazara önemli bir imkân sağlar. Aynı tema Ahmet Mithat’ın — isimli eserinde de geçer. Halit Ziya’nın romanındaki iki kadın karakterin bu romanın ismini telaffuz ederek okuması da dikkat çekicidir.
16. Parçada bırakılan boşluklara aşağıdakilerden hangisi sırasıyla getirilmelidir?
A) Sefile, Henüz On Yedi Yaşında
B) Kırık Hayatlar, Felâtun Bey’le Rakım Efendi
C) Mai ve Siyah, Paris’te Bir Türk
D) Füruzan, Dürdane Hanım
E) Aşk-ı Memnu, Açıkbaş

9 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesinde yayımladığı “Kara Bir Gün” başlıklı yazısı ve 1920’de düzenlenen bir anma toplantısındaki konuşması nedeniyle İstanbul’u işgal eden İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya gönderilmiştir. Yirmi ay sürgün hayatını yaşadığı bu adada millî konulara, sürgün ve gurbet psikolojisine geniş yer veren sanatçı, bunlardan bazılarını Malta Geceleri adlı kitabında toplamıştır.
17. Parçada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Celal Sahir Erozan
B) Ahmet Reşit Rey
C) Süleyman Nazif
D) Faik Ali Ozansoy
E) Ali Ekrem Bolayır


Cover Image

Aşk-ı Memnu

Mart 14, 2023 Okuma süresi: 12 dakika
Halit Ziya

Halit Ziya Uşaklıgil’in ustalık dönemi romanıdır.
Aşk-ı Memnu, “yasak aşk” demektir.
Roman, 1889-1900 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiştir.
Türk edebiyatının Batı tekniğinde yazılan ilk romanıdır.
Roman; neden-sonuç yasasına göre gelişen olayları, derin psikolojik tahlillerle oluşturulan karakterleri, kullanılan anlatım teknikleri ve okurun ilgisini canlı tutan kurgusu ile edebiyatımızın ölümsüz eserlerinden biridir. Eser, bu açılardan realizm akımının başarılı örneklerindendir.
Romanda hâkim (ilahî) bakış açısı kullanılmıştır.
Halit Ziya, en başarılı kadın karakterini bu romanda yaratmıştır (Bihter).

Türk toplumunun pek alışık olmadığı hırslı, mücadeleci, intikamcı aynı zamanda hassas, duygusal açlık çeken ve hayatın gerçekleri ile duyguları arasında sıkışmış modern kadın trajedisi romanda ustalıkla işlenir. Yasak aşkı konu alan roman, Batılı bir hayat yaşayan zengin bir Türk ailesinin etrafında İstanbul’da geçmektedir.

Özet

50’li yaşlarındaki Adnan Bey, Boğaziçi’ndeki büyük bir yalıda çocukları Nihal ve Bülent ile zengin bir yaşam sürmektedir. Eşini, ikinci çocuğu Bülent dünyaya geldiğinde kaybeden Adnan Bey, bir sandal sefasında görüp beğendiği Firdevs Hanım’ın küçük kızı Bihter ile evlenmek ister.

Firdevs Hanım, kızlarıyla Rumeli sahilinde küçük bir yalıda yaşamaktadır. Bu aileden romanda “Melih Bey takımı” olarak bahsedilir. Bu ad, Firdevs Hanım’ın yıllar önce ölen kocası Melih Bey’den gelmektedir. Genç sayılabilecek bir yaşta dul kalan Firdevs Hanım; 45 yaşlarında, bakımlı, güzel bir kadındır. Onun hayatta güzel giyinip eğlenmekten başka derdi yoktur. Melih Bey ile evliyken başka erkeklerle görüşmekte sakınca görmemiş hatta bu nedenle eşinin genç yaşta ölmesine neden olmuştur.
Firdevs Hanım’ın kendisinden genç, güzel ve mutlu oldukları gerekçesiyle kızları Peyker ve Bihter’e kin besler bir hâli vardır. Yaş takıntısı olan kadın, kendisini büyük valide yaptı diye torununa bile tepki duyar. Firdevs Hanım, Adnan Bey’in kendisine evlilik teklif etmesini beklerken teklifin kızına gelmesiyle büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bu durum Bihter’le annesi arasında bir çatışmaya yol açar.
Bihter; gösteriş merakı, hırsı ve zayıf ahlakı nedeniyle zaten annesinden nefret etmektedir. Hatta en büyük korkusu onun gibi bir kadına dönüşmektir. Adnan Bey’le evlenerek annesinden intikam almak ister. Bu evlilik, aynı zamanda annesinin tavırlarına dayanamayan Bihter için bir kaçıştır.
Adnan Bey’in kızı Nihal, hastalıklı bir yapısı olduğu için her şeyden çabuk etkilenen bir karakterdir. O, küçük yaşta kaybettiği annesine olan özlemini kardeşi Bülent ile babası üzerinden gidermeye çalışır. Adnan Bey’in oldukça genç bir kadın olan Bihter’e evlenme teklif ettiğini Nihal’e mürebbiyesi Matmazel Courton söyler. İyiliksever, koruyucu ve merhametli bir karakter olan Matmazel Courton uzun yıllardır çocukların mürebbiyesidir. 
Adnan Bey ve Bihter her şeye rağmen evlenir. Nihal, bu evliliği kabullenmekte zorlanır. 

Nihal, sonrasında oldukça kıskanç bir tavır sergiler. İçe kapanık mizacı ve gururu, onu dertleşmekten alıkoymaktadır. Bu durumlarda müzik, genç kadın için sığınabildiği huzurlu bir liman olur. Okuyucu onu sık sık piyanosunun başında görür. Nihal’in çekingen ve hassas kişiliğini tetikleyen en önemli unsur ise kıskançlıktır. Bihter’in eve gelmesi ile tüm bunlar daha uç noktalara ulaşır.
Uçarı bir hayat süren yirmi yaşındaki Behlül ise Adnan Bey’in yeğenidir. Babası Anadolu’da bir vilayete memur olarak gittiğinden beri Galatasaray Lisesinde (Mekteb-i Sultanide) yatılı olarak okumaktadır. Haftada bir amcasını ziyarete gelen Behlül ile Bihter’in ilişkisi birbirlerine duydukları nefretle başlar. Genç ve yakışıklı Behlül, romanda hazların peşinde koşan, alaycı tavrını göstermekten çekinmeyen bir karakterdir. Onun ahlaki ve toplumsal kuralları hiçe sayması roman boyunca farklı açılardan anlatılır. İki ailenin katıldığı bir piknikte Behlül, Firdevs Hanım’ın büyük kızı Peyker ile yakınlaşmaya çalışır. Evli ve çocuk sahibi Peyker ise Behlül’ü açık bir dille reddeder. Olanları Bihter de görmüştür.
Bihter, kavuştuğu zengin hayata rağmen bir sene sonunda evlilikten ve kocasından sıkılmaya başlar. Kocasına saygı duysa da evlilikte aradığı bu değildir. O; tutkuyla sevmek, sevilmek ve büyük bir aşk yaşamak ister. Behlül ile Bihter’in arasındaki nefret zamanla tutkuya dönüşecektir. Yaptığı evlilik yüzünden kendini talihsiz bir kadın olarak gören Bihter için ufukta bir mutluluk parıltısı belirmiştir. Bihter, en çok korktuğu şeyi yaşar: annesine benzemek. O, artık gerçekten de annesinin kızıdır.
Behlül için elde etmek, elde tutmaktan çok daha önemlidir. Başlangıçta Bihter’e Peyker’den intikam almak için yaklaşsa da zamanla bu ilişki bir tür aşka dönüşmüştür. Genç adam, hayatında hiç böyle derin ve uzun bir sevda yaşamamıştır.
Bu arada Nihal, Bihter’in evde yaptığı değişikliklerden rahatsız olmaktadır. Bihter, Bülent’i ablasının odasından alarak ayrı bir odaya yerleştirir. Babası da Bülent’in artık büyüdüğünü düşünerek bu kararı onaylar. Evdeki hizmetçiler de Bihter’den şikayetçidir. Hatta bazıları yalıdan ayrılmak zorunda kalır. Bülent’in yatılı okula gönderilmesi Nihal’i iyice çileden çıkarır. Dayanamayıp Bihter’i sevmediğini genç kadının yüzüne karşı söyler.
Aynı evde gizli gizli görüşen Bihter ile Behlül arasındaki ilk heyecan ve korkular geçmiş, ilişki sıradanlaşmaya başlamıştır. Bu arada Matmazel Courton, ikili arasındaki yakınlaşmayı fark eder. Adnan Bey’e âşık olan Matmazel, bir anne olmamasına rağmen annelik içgüdülerini Nihal ile gidermiş, ona merhametle ve şefkatle yaklaşmıştır. Behlül’den uzak durması ve dikkatli olması hususunda onu uyaracaktır.
Yaşadığı yasak aşkı sorgulamaya başlayan Behlül, Bihter’i zamanla düşük bir kadın olan Firdevs Hanım’a benzetir. Onun için zaten hayatına giren bütün kadınlar birer heyecandan ibarettir. Bihter ise düşkün bir kadın olmaktan ancak Behlül’ü daha çok severek kurtulacağını düşünmektedir.
Kendi yalısındaki rutubeti bahane eden Firdevs Hanım da Adnan Bey’in yalısına taşınır ve kısa sürede kızıyla Behlül arasında geçenleri sezer. Annelik içgüdüsüyle kızının evliliğini korumak ama daha önemlisi şahsi menfaatlerini kaybetmemek için Nihal ile Behlül’ün arasını yapmaya çalışır. Firdevs Hanım’ın kötü ününü daha önce duymuş olan Nihal, aslında ondan da nefret etmektedir.
Behlül ve Nihal çocukluktan beri pek anlaşamaz görünseler de aralarında hiç kaybolmayan bir dostluk vardır. Bu dostluk, Firdevs Hanım’ın girişimleriyle aşka dönüşür. Matmazel De Courton’un tüm çabalarına rağmen Nihal, Behlül’den uzak duramaz. Tüm bunların üzerine Matmazel De Courton da bir süre sonra yalıyı terk eder. Evin siyahi hizmetlisi Beşir de saf bir kalple Nihal’e âşıktır.
Bihter’den soğuyan Behlül, Nihal’e açılır. Onu sevdiğini söyler. Yaşananları öğrenen Bihter, kıskançlık krizi geçirir. Behlül, hislerini Bihter’le de paylaşır. Bihter, bu nişana müsaade etmeyeceğini söyler. Hatta annesinden bu nişan işini bozmasını ve Behlül’ü yalıdan uzaklaştırmasını ister. Dediklerini yapmazsa da her şeyi kocasına anlatmakla tehdit eder.
Behlül’ün gönül ilişkilerindeki tek farklılık Nihal ile yaşadığı ilişkide görülür. O, pişmanlıklarını Nihal’in masumiyeti ile arındırmaya çalışır.
Bir müddet sonra Adnan Bey, kızı Nihal’i Behlül’le nişanlanmaya karar verir. Behlül’ün de bu evliliği istiyor olması Bihter’i çileden çıkarır.
Hasta olan Beşir ise verem edebiyatının Adnan Bey yalısındaki ümitsiz kurbanıdır. Bihter ile Behlül aralarındaki ilişkiyi bilse de Nihal’in zarar görmemesi için bir süre susar. Nihal’in Behlül ile yakınlaşması onun hastalığını daha da artırmıştır. Bu arada 
Nihal, merdiven başında Bihter ile Behlül arasında geçen bir konuşmaya şahit olunca düşüp bayılır. Gerçeği öğrenen Nihal, günlerce hasta yatar. 

Nihal’in durumuna dayanamayan Beşir, Adnan Bey’e bildiği her şeyi anlatır. Adnan Bey çılgına döner. Bu arada Behlül yalıdan kaçar. Adnan Bey de hesap sormak için Bihter’in yanına gitmiştir. Terk edildiği için hayal kırıklığı içerisindeki Bihter, çözümü intihar etmekte bulur.

Aile, büyük bir travma yaşamaktadır. Evden gönderilen hizmetliler ve Fransız Matmazel yalıya çağrılır. Bülent de yatılı okuldan döner. Aile, büyük üzüntülerin ardından başlangıçtaki sükunetli anlara dönmüş olur.

İlgili Sayfalar

👉 

Eser Özetleri

👉 Halit Ziya Uşaklıgil

Yararlanılan Kaynaklar

Aşk-ı Memnu Romanını Psikanalitik Bir Çözümleme Denemesi, Özlem Kayabaşı
Aşk-ı Memnu’da Karakterlerin Çatışmaları, Tercihleri ve Akıbetleri, Mahfuz Zariç
Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu Romanında Kadın Temsillerinin Toplumsal Cinsiyet Açısından İncelenmesi, Erdi Demir


Cover Image

Halas

Mart 10, 2023 Okuma süresi: 4 dakika
Mehmet Rauf

Mehmet Rauf’un Millî Mücadele‘yi konu alan romanı.
Roman, 1929’da yayımlanmıştır.

Halas, Arapça bir sözcük olup “kurtuluş” demektir. 

Eser, yazarın son dönem romanlarından biridir. Hayatın son yıllarını felçli olarak geçiren Rauf, romanı eşinin yardımıyla tamamlayabilmiştir.
Yazar, Anadolu’daki direnişi ve kurtuluş öyküsünü Türk subayı Nihat karakteri üzerinden hikâyeleştirmiştir. Nihat, Milli Mücadele ruhunu taşıyan, vatanın bağımsızlığını düşünen genç bir subaydır.
Roman, Türk halkının Mütareke ve Milli Mücadele yıllarındaki işgaller karşısında gösterdiği direnişi konu edinir. 
Olaylar, İzmir’in işgalinin anlatıldığı ilk bölümler dışında İstanbul’da geçmektedir.
Roman ilahî bakış açısı ile kaleme alınmıştır.
Mehmet Rauf, eserini “Büyüklerin en büyüğü Gazi Mustafa Kemal’e” ibaresiyle Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf etmiştir.


Özet

Nihat, Harp Okulundan sonra gönderildiği Suriye’de yaralanır. İstanbul’da tedavi gören genç subay, sonrasında babasından kalma malları satmak için İzmir’e gider. İzmir’de İngiliz Beatrice’i aşık olur. Mütareke günleridir. Yunanlılar, İzmir’i işgal etmek üzeredir. Nihat, Beatrice’nin babası Daster’ın konuşmalarından rahatsız olur. Daster’ın işgalcileri desteklemesi hatta evine Yunan lider Venizelos’un resmini asması Nihat ile Beatrice arasındaki her şeyi bitirir. Nihat, bulunduğu pansiyonu terk ederek Türk mahallesine taşınır.
İzmir’deki kurtuluş mücadelesine katılan Nihat, bir süre sonra da kendisine verilen mektupları ulaştırmak için İstanbul’a geçer. Mektuplardan biri Miralay’ın kızı İclal’e verilecektir. Birbirini seven gençler zaferden sonra evlenecektir. Anadolu’ya geçmek isteyen Nihat, İngilizler tarafından yakalanıp bir hücreye atılır. Nihat’ın tutuklu olduğu sürede Anadolu işgal edilir, Sevr imzalanır ve Ankara’da Mustafa Kemal önderliğinde yeni bir hükûmet kurulur. Nihat, sorguya çekilmek için çıkarıldığı mahkeme koridorunda Beatrice ile karşılaşır ve onun yardımıyla kurtulur. Beatrice, Nihat’ı hâlâ sevmektedir. Nihat ise İclal’i sevdiğini, onunla Anadolu’ya kaçıp Ankara’ya gideceklerini söyler. Beatrice, Nihat ile İclal’i İnebolu’ya gizlice cephane taşıyan bir motora bindirir. Aşkını kalbine gömen İngiliz kadın, ikisini dostça uğurlar. Birinci İnönü Zaferi’nin yaşandığı günlerde Nihat ve İclal, Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçerek halas (kurtuluş) yoluna girer.

İlgili Sayfalar

👉 Mehmet Rauf

👉 Eser Özetleri

Yararlanılan Kaynaklar

Bireysel Duyarlılıktan Kolektif Disipline: Mehmet Rauf’un Halas Romanı ve Türk Milliyetçisi Nihat, Canan Olpak Koç Mehmet Rauf’un “Halâs” Adlı Romanında İşgal ve Direniş, Merve Şener


Servetifünun Edebiyatı Bilinmesi Gereken Eserler

Ağustos 15, 2022 Okuma süresi: ~1 dakika

👉 Tevfik Fikret

Şiir Kitapları

  • Rübab-ı Şikeste (İlk şiir kitabı)
  • Haluk'un Defteri (Oğlu Haluk'un nezdinde gençliğe yazdığı şiirler)
  • Rübabın Cevabı (İttihat ve Terakkiye karşı aldığı tavrın nedenlerini açıkladığı küçük eser)
  • Tarih-i Kadim (Dinlere ve tarihe cephe aldığı uzun şiir)
  • Şermin (Hece ölçüsüyle çocuklar için yazdığı şiirler)

Devamını okuyayım »


Tanzimat, Servetifünun ve Bağımsızlar Karma Test 1

Haziran 16, 2022 Okuma süresi: 11 dakika
Birey niteliği kazanamamış kahramanlar, bir karakter olmaktan çok, bir tip düzeyinde kalırlar. Büyük eserlerin özelliklerinden biri de kahramanlarının birey niteliği kazanmasıdır. Bu nitelik kahramana ve esere “sahicilik” verir.
2. Buna göre aşağıdaki yazarlardan hangisi karakter yaratmakta diğerlerine göre daha başarılıdır?
A) Şemsettin Sami
B) Ahmet Mithat Efendi
C) Hüseyin Cahit Yalçın
D) Namık Kemal
E) Halit Ziya Uşaklıgil

(I) Tanzimat edebiyatının birinci nesline mensup sanatçılarından (II) Sâmipaşazâde Sezai’nin (III) Küçük Şeyler 

(IV) adlı öykü kitabı (V) Batılı tarzda Türk öykücülüğünün başlangıcı olarak görülmektedir.
3. Parçadaki numaralanmış yerlerden hangisi bilgi yanlışlığına neden olmuştur?
A) I   B) II   C) III   D) IV   E) V

—, yetişme tarzındaki birtakım aksaklıklardan dolayı aşırı kıskanç olan bir kadının aile içinde oluşturduğu çekişmeler sonucunda hem kendisinin hem de başkalarının hayatlarını mahvetmesini anlatmaktadır. Sırrıcemal bu çekişmeler içinde cariye kimliğiyle “öteki kadın” rolünü üstlenirken Osmanlı ailesindeki “kadın çekişmelerinde cariyelerin de önemli bir faktör” olduğunu ortaya koyar. Aslında yazarın burada yapmak istediği bir kölenin acıklı hayatını anlatmak değil, kıskançlık duygusunun ortaya çıkış sebeplerini ve sonuçlarını vermektir.
4. Parçada bırakılan boşluğa aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Aşk-ı Memnu
B) Araba Sevdası
C) Dürdane Hanım
D) Eylül
E) Zehra

Türk edebiyatına yenilik içinde yenilik getiren bir şairdir. Buna rağmen şiirlerindeki disiplin yokluğu, dil ve üslubuna da yansımıştır. Bu dil, yaşadığı ve etkilendiği kültür nedeniyle Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcanın tesiriyle oluşmuş kendine özgü bir dildir.
5. Aşağıdaki eserlerden hangisi parçada sözü edilen sanatçıya ait değildir?
A) Sahra
B) Belde
C) Bunlar O’dur
D) Nağme-i Seher
E) Garam

Tarihî bir olaya dayanan ve bu nedenle çoğunlukla gerçek kişilerin yer aldığı romanda başkahraman, vatanseverliğiyle ön plana çıkan bir askerdir. Olay örgüsünde ise ondan ziyade, İran şahına esir düşen Kırım ordusunun kumandanı Adil Giray ile Şah’ın kardeşi Perihan’ın aşkı ve devlet içindeki siyasi çekişmeler ile entrikalar konu edilir.
6. Parçada sözü edilen eserin yazarı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Ahmet Mithat Efendi
B) Namık Kemal
C) Şemsettin Sami
D) Abdülhak Hamit Tarhan
E) Nabizâde Nazım

Çok basit ve yavaş ilerleyen bir vaka üzerine kurulmuş olan romanda asıl yük psikolojik tahlillerdedir. Yazar birbirine yaklaşan ve uzaklaşan bu üç kişiden özellikle de Suat’la Necip’i seçerek onların iç dünyalarını tahlil eder. Bu sebeple romanda fazla hareket yoktur. Daha çok iç çözümlemeler yoluyla sürdürülen ve yavaş ilerleyen bir psikolojik yapı söz konusudur.
7. Parçada sözü edilen eser aşağıdakilerden hangisidir?
A) Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
B) Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
C) Eylül
D) Mai ve Siyah
E) Araba Sevdası

Vecize; bir duygu veya düşünceyi, bir ilkeyi mümkün olduğu kadar kısa, öz ve kesin bir biçimde anlatan bilgece ifadelerdir. Edebiyatımızda bu türün teorik esasları, ilk olarak Cenap Şahabettin’in yazdığı “Vecize Edebiyatı” başlıklı yazısıyla belirlenmiştir. Yine onun —, bizde türün Tanzimat’tan sonra müstakil kitap halinde neşredilmiş ilk örneği sayılır.
8. Parçada bırakılan boşluğa aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Tiryaki Sözleri
B) Defter-i Amal
C) Tefekkür
D) Evrak-ı Eyyam
E) Siyah Kitap

Şiir, hikaye, roman, hatıra, makale, sohbet, gezi yazısı, tarih, okul kitapları ve farklı sahalarda öğretici eserler kaleme alan yazarda hakim karakter, ansiklopedist tavırlı gazeteciliktir. Onun yazı hayatına başladığı dönemde bir tarafta, artık kendi içerisinde çözülmüş divan edebiyatını sürdürmek isteyenler, bir tarafta da kayıtsız şartsız Batı’ya teslim olmak arzusunda bulunanlar vardır, o ise bu iki grubun tam ortasındadır.
9. Parçada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Ahmet Mithat Efendi
B) Tevfik Fikret
C) Cenap Şahabettin
D) Ahmet Rasim
E) Hüseyin Rahmi Gürpınar

Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni, Recaizâde Celal Bey gibi klasik şiir zevkiyle manzumeler ortaya koyan isimlerden oluşan ve kimilerine göre de şiirimizin ilk edebî topluluğu olarak kabul edilen “—”, edebî açıdan dikkat çeken bir topluluktur. İlerleyen yıllarda, modern Türk edebiyatının gelişmesinde önemli katkıları olacak iki şair — ve — sanat hayatının başlarında bu toplulukta yer alırlar.
10. Parçada bırakılan boşluklara aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) 

Encümen-i Şuara, Şinasi, Muallim Naci
B) Encümen-i Şuara, Namık Kemal, Ziya Paşa
C) 
Encümen-i Daniş, Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci
D) 
Encümen-i Daniş, Şinasi, Ziya Paşa
E) 
Encümen-i Şuara, Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem

Onun şiirleri incelediğinde şekil, dil ve üslup bakımından eski şiirin tadını almak mümkündür. Ona asıl ününü kazandıran Terci-i Bent’ten Terkib-i Bent’e ve ünlü hicvi Zafernâme’ye kadar bütün eserlerinde, klasik şiirin nazım biçimlerini ve aruz ölçüsünü kullanmaktan geri kalmaz. Ondaki yenilik -Şinasi’de olduğu gibi- biçimde değil, içerikte görülür.
11. Parçada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Şemsettin Sami
B) Ziya Paşa
C) Recaizade Mahmut Ekrem
D) Abdülhak Hamit Tarhan
E) Muallim Naci

Yaşadığı dönemde modernleşme karşıtı ve klasik edebiyat yanlısı olarak bilinen — bile, Batı edebiyatını daha iyi anlayabilmek için Fransızca öğrenmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar ise onun eski edebiyatın taraftarı olarak görülmesini bir masaldan ibaret olduğunu söyler. Gerçekten de o, şiirde güzelliği kovalayan ve gelenek ve modern arasında denge kurmaya çalışan bir sanatçıdır.
12. Parçada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Namık Kemal
B) Şinasi
C) Recaizade Mahmut Ekrem
D) Muallim Naci
E) Abdülhak Hamit Tarhan

Servetifünun edebiyatının ön plandaki isimlerinden biri olan sanatçı, hem daha az edebî eser vermesiyle hem de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra gazeteci ve siyasetçi kimliğinin ön plana çıkmasıyla Servetifünun hareketi üzerine yapılan çalışmalarda daha geri planda kalmıştır. O, adının yaşamasını edebiyat alanındaki veriminden çok gazeteciliği ile siyasi kimliğine borçludur.
13. Parçada sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Ahmet Şuayb
B) Celal Sahir Erozan
C) Ali Ekrem Bolayır
D) Hüseyin Cahit Yalçın
E) Süleyman Nazif

Türk edebiyatında romancı kimliğiyle ön plana çıkan sanatçı, 1908’den sonra çeşitli dergi ve gazetelerde hatıralarını neşretmiş ve daha sonra Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikâye olmak üzere üç önemli hatıra kitabına imza atmıştır. Hayatını, tanıdığı edebî ve siyasi şahısları, yaşadığı dönemin önemli olaylarını ele alan sanatçının bu eserleri, edebiyat tarihi ve siyasi tarih çalışmaları için önemli bir kaynak konumundadır.
14. Aşağıdaki eserlerden hangisi parçada sözü edilen sanatçıya ait değildir?
A) Mensur Şiirler
B) Genç Kız Kalbi
C) Kabus
D) Bir Ölünün Defteri
E) Sefile

O sadece yeni dili bulmamış, eski dili de ayıklamış, basit hayallerin zaruretiyle nesre kaçan unsurlarını ve Türkçenin bünyesine uymayan, asırlık yürüyüşünde dil zevkinin kabul etmediği lügat ve deyişleri atmış, bir çeşit zevkiyle hatta bir çeşit dokunma, yani derinden gelen bir hisle eski Türkçeyi temizlemiştir.
15. Parçada sözü edilen dil anlayışı aşağıdaki sanatçılardan hangisi için söylenebilir?
A) Abdülhak Hamit Tarhan
B) Tevfik Fikret
C) Mehmet Akif Ersoy
D) Ahmet Haşim
E) Yahya Kemal Beyatlı

Karabibik’ten sonra yeni bir köy romanı görebilmek için tam on dokuz yılın geçmesi gerekmektedir. Nitekim, köy yaşantısından izlenimler üzerine kurulmuş; köyü ve köylüyü temel almış olan ikinci roman — 1909 yılında yayımlanır. — imzalı bu yapıt Niğde’nin yoksul bir köyünde başlayıp İstanbul’a uzandıktan sonra yine aynı köyde sarsıcı bir sonla biter.
16. Parçada bırakılan boşluğa sırasıyla aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Yeniçeriler, Ahmet Mithat Efendi
B) Zavallı Kız, Nabizâde Nazım
C) Küçük Paşa, Ebubekir Hazım Tepeyran
D) Tesadüf, Hüseyin Rahmi Gürpınar
E) Biçare Genç, Ahmet Rasim

👉 Bu testi pdf olarak indirebilirsiniz.

İlgili Sayfalar


Cevaplar

1.A  2.E  3.A  4.E  5.D  6.B  7.C  8.A  9.D  10.B  11.B  12.D  13.D  14.B  15.E 16.C


Haluk’un Vedası

Şubat 11, 2022 Okuma süresi: ~1 dakika
Günümüz Türkçesi

Sen tren, ben vapurda temkinli
Atılırken sen İskoç illerinin
Sisli, yağmurlu, karlı, buzlu, fakat
Çalışma ve gayret, ağırbaşlılık ve hürriyet
Dolu uygarlaşma köşesine,
Bense nazlı Boğaziçi'nin çağ dışı,
Köhne, başıboş, dünyadan habersiz, usanmış
Belki cennet kadar taze
Fakat yorgunluk ve gevşekliğe düşmüş
Bir kenarında sapmış, aldatılmış
Bir hayatın yalnızlık yatağına
Ne düşündüm bilir misin? Şu nine,
Şu cömert toprak, en sonunda… yazık,
Bunu benden mi duymalıydın!.. Zayıf
Ve bakımsız harap olup gidecek,


Devamını okuyayım »


Hakkında

Bu kısım siten hakkında bilgi verir. Burayı değiştirmek ve düzenlemek için admin->eklentiler->tanımı düzenle

Etiketler