Para Ağacı
Kitabının Özeti
Yatanın yürüyene borcu var diye bir
sözle başlar kitap. Kitabımızın kahramanı olan kız misafirliğe gittiği zaman
annesi orada küçük çocuk varsa annesi ona o çocukla oynamasını söylerdi.
Kendinden büyük bir biri varsa ablası bizim ufaklıkla oynasa biraz der. Kız çocuğu misafirliğe gidilirken yapılan
hazırlıklardan hiç hoşlanmazdı. Bir gün ailece babasının iş yerinden arkadaşı
olan bir aileye misafir gittiler. Gittikleri yerde çocuğun çok sayıda eşyası
vardı. Oyuncakları vardı ama oyuncakların paketleri bile açılmamıştı. Bu durum kızın
dikkatini çekmişti. Kalemler kalemtıraş yüzü bile görmemişti. Çocuk her şeye
üşeniyordu. Yatağından kalkmıyor ve bir iş yapmıyordu. Çünkü ailesi ona hiç
sorumluluk vermemişti. Bundan dolayı da çocuk bu şekilde hantal olmuş, tembel, hayata isteksiz ve hazır
bulan kişiye dönüşmüştü. Oysa kitabımızın kahramanı olan kızın odası
dağınıktı, kitapları kırışıktı. Çünkü çocuklar oyun oynar, kitap okur yeri
geldiği zaman da yaramazlık yapardı.
Kız çocuğu bu çocukla da oyun oynamak
istiyordu ama çocuk istemedi. Tembel
çocuk okula bile gitmiyormuş yorulurum diye. Yemek yemeye bile üşeniyordu. Gel zaman git zaman sonra tembel oğlanın
babası (Sami) işten çıkarılmış ve kahramanımızın babası da (Hilmi) buna çok
üzülmüş. O aile ile en son böyle bir konuşma geçmişti kızın ailesinde ta ki
tembel oğlanın babasını dürümcüde görünceye kadar. Küçük kızın ailesi çok zengin bir aile değildi kendi halinde olan
çalışan insanlardı. Tembel oğlanın babası dönerciden döner alıyordu. Tuhaf olan
ise oradaki dönerin hepsini aldı ve sırtına yüklendi. Kız ve ailesi bu duruma
şaşırmıştı. Bu adam işten çıkmış, bu kadar dürümü nasıl almış diye merak
etmişlerdi. Küçük kız ve babası adama tembel oğlunu sordu. O da benim oğlum
zengin oldu durumumuz çok iyi yaşayıp gidiyoruz çok şükür dedi. Küçük kız ve
babası bu durumu merak etti. Tembel oğlan iş güç sahibi olmadığı halde nasıl bu
kadar zengin olmuştu diye merak ettiler… Küçük kız ileride ekmekçi olmayı istemektedir.
Bunun için de gastronomi bölümünü okumak istemektedir. Babası ise kızın doktor
annesi ise öğretmen olmasını istemektedir.
Tüm bunlar devam derken küçük kız tembel
oğlanı aklından bir türlü çıkaramıyor ve nasıl zengin olduğunu merak etmeye
devam ediyordu. Bunun için de harekete geçti. Öğretmen bir gün röportaj ödevi
verdi. Kız da tembel oğlanın evine gitti. Evin kapısında güvenlik görevliler
vardı. Kız çocuğun yanına vardığında şok oldu. Çünkü ağaçları para ile doluydu.
Meğer babası tembel oğlana bozuk para veriyormuş çocuk da bu paraları bir gün
toprağa ekmiş sabah kalktığında ne gördün ağaç paralar ile doluymuş. Bunu duyan
kız çok şaşırmıştı ama hayatını böyle devam etmeyeceğini, çalışmanın gerekli
olduğunu söyledi çocuğa. Günler sonra yine çocuğu ziyaret etti. Bir de ne
görsün para ağacının yerinde yeller esiyordu. Bir gün dolu yağmış ve ağaçta
para falan kalmamıştı. Yani para ağacı yok olmuştu. Günler günleri kovaladı ve
kız istediği bölümü kazandı ve okudu.
Daha sonra ekmek dükkanı açtı ve o
dükkana da ortak buldu. O dükkana ortak olan kişi de tembel oğlandı. Çünkü o da
artık tembel değildi. Harekete geçmişti ve kendi hayatını kurmaya hazırdı. O
tembel oğlanın adı ne diye merak ederseniz adı Uysal Duran’dı. Çünkü Uysal
Duran artık tembel bir insan değildi ve işe başlamıştı. Buna en büyük katkıyı
sağlayan da küçük kızdı ama artık o kocaman kız olmuştu. Bir şeye gerçekten
kalpten inanır ve çalışırsan başarılı olursun. Yeter ki iste, inan, çalış ve
üretmeye devam etti. Uysal Duran ve kız artık çok geziyorlar, çok çalışkan
olmuşlardı. Uysal Duran çok kitap okumaya, günlerini kütüphanede geçirmeye başlamış ve ekonomi bölümünü kazanarak eğitimine güzelce devam etmiştir. Asıl para ağacı kişilerin hayalleri ve gücüdür bunu unutmamalıyız.
Cingo
Kitabının Özeti
Her çocuğun hayali bir köpek sahibi
olmaktır. Can adındaki çocuk da 11. yaş gününde hiçbir hediye istememiştir
çünkü onun tek istediği şey köpek sahibi olmaktır. Kardeşim yok bari eve köpek
alın demiştir ailesine. Ailesi de bunu kabul etmemiştir başlarda fakat daha
sonra okul rehber öğretmeni eve bir köpek alınırsa Can’ın daha mutlu olacağını
söyler. Can’ın annesi Binnur Hanım ve
babası Taner başlarda karşı çıksa da daha sonra eve bir köepek gelir. Bu köpeğin
adı da Cingo’dur. Can’ın adı Cango, Binnur Hanımın adı Bingo, Taner Beyin adı
adı Tango olmuştur artık. Köpek’in dilinden konuşmalar yapılır. Mesela Cingo
adlı köpek neden bir bebeğiniz olduğu zaman ona çok değer veriyorsunuz da bana
vermiyorsunuz gibi kendi kendine konuşmalar yapar. İnsanların sıradan
olduğunu, farklılıkların hoş görülmediğini falan anlatır Cingo.
Eve gelen Cingo’yu
başlarda Can’ın annesi Binnur Hanım sevmese de sonraları sevmeye başlar. Çünkü
başlarda her yere tuvalete eden Cingo olur olmaz olmaz yerde de havlamaya
başlar ve daha birçok yaramazlıklar rapar. Bunun için Cingo’nun okula gitmesi
gerekir ve gider de. Okulda aldığı eğitim sayesinde Cingo artık akıllı ve
eğitimli bir köpektir. Orada en yakın arkadaşları Gon ve Kemik ile güzel ve
eğlenceli anlar geçirir. Eğitimi bittikten sonra Canların evine döner. Artık
daha uslu olmuştur, olur olmaz her yere
çişini yapmamaktadır ve sahibine bağlı bir köpek olmuştur. Zaten tüm köpekler
zamanla sahibine benzermiş. Herkes onu çok sever. Cingo en çok asansöre binmeye
bayılır, kemik yemeye bayılır. Eve gelen kimi kadınları sevmez çünkü onlar çok
konuşmakta ve gereksiz konuşmaktadır. Örneğin; Müşerref Teyze gibi. Taner Bey’in
bir iş yemeği olur ve oraya Cingo’da götürülür. Herkes yemeğe gittiğinde Cingo şirkette kalır o sırada şirkete hırsız
girer ve o hırsızı da Cingo yakalar. Böylece Cingo kahraman ilan edilir ve ona
her gün iki kemik verilir. Günler böyle geçerken Cingo bir gün yeme ve içmeden
kesilir çünkü Cingo, Sayko adlı bir kangal köpeğine aşık olur. Başlarda bir araya
gelirler fakat daha sonra Sayko’nun sahibi Sayko’yu memleketine yani Sivas’a
götüreceğini söyler. Cingo bu duruma üzülür fakat zaman içinde alışır.
Bir gün
Can, Cingo, Binnur Hanım ve Taner Bey araba ile köye gider ve köye giderken
Binnur Hanım arabaya kusar. Kusmasından sonra hastaneye giden Binnur Hanım
hamile olduğunu öğrenir ve Can bu duruma çok sevinir ama Cingo çok üzülür. Bir
sabah evi terk eder. Çünkü artık sevilmeyeceğini düşünür ama sahipleri Cingo’nun
kayıp ilanını verir ve Cingo bu ilanı görür ve sevinir şunu der: Belki geri
dönmez belki de geri evime dönebilirim
de diyerek kitap sona erer.
Olmayan Ülke
Kitabının Özeti
Büyücüler Ay tozundan
yaratıldıklarına inandıkları için topraktan gelen insanları küçümserler ve
onlara karşı nefret duyarlarmış. İnsanlar da büyücülerin kendilerinden daha
yetenekli olmalarını çekemez ve onları uğursuz sayar, hiçbir yerde aralarına
almazlarmış. Akıl ülkesi ve hayal ülkesi adında iki ülke varmış. Akıl ülkesinde
insanlar, hayal ülkesinde ise büyücüler yaşarmış. Akıl ülkesinin bir padişahı
varmış. Halkı ile yakından ilgilenir, halkını çok sever, halk da padişahını çok
severmiş. Her ne kadar padişah halkını çok sevse de padişahın üç tane tutkusu
varmış. Bu üç tutku padişahın üç kızıymış. Gök Hanım, Yer Hanım ve Su Hanım
adında kızları varmış. Kızlar evlilik çağına yaklaştıkları için babalarına
karpuz göndermişler. Bu kızların artık evlenmek istediklerini ifade eden bir
ipucuymuş. Padişah ise kızlarını halâ çocuk olarak görürmüş. Gel zaman git
zaman kızlarının istediğini anlamış ve bunu kabul etmiş.
Ülkesinin tüm yakışıklılıkları gelmiş ve kızlar istedikleri genç üzerine elma atacaklarmış. Gök Hanım ve Yer Hanım
vezirin oğulları üzerine elma atmış. Küçük hanım olan Su Hanım ise elindeki
elmayı bir gözü kör ve bir ayağı topal bir eşeğin üzerine atmış.Su
Hanımın ablaları sevdikleri üzerine elmayı atabilmiş ve Su Hanım öyle
yapamamış. Oysa onun elma attığı eşek çok yakışıklı bir delikanlıymış ve Su
Hanım dışındakilere eşek olarak görünüyormuş. Padişah kızına çok öfkelenmiş ve
elmayı bir eşeğin üzerine attı diye eşeği ve kızını ahıra kapatmış. Ahıra
giren Su Hanım ve genç delikanlı orada konuşmuşlar ve genç delikanlı kıza şunu
söylemiş: Ben büyücüler ülkesinden geliyorum. Amacım size kötülük yapmaktı ama
seni görünce aşık oldum ve sevginin ne demek olduğunu anladım demiş. Kız da ona
aşık olmuş. Genç adam kıza ben şimdi ölü numarası yapacağım ve sen de ahırdan
kurtulacaksın daha sonra babanın yapacağı yarışmalara ben de katılacağım demiş
ve dediğini de yapmış. Bu arada Su Hanım büyücü delikanlının söylediklerini
ablalarına söylemiş. Ablaları bu olayı hemen babalarına iletmişler. Oysa Rüzgar
adındaki büyücü oğlan Su Hanım’a aralarındaki bu sırrı söylemeyeceğine dair söz
vermişti ve Su Hanım sözünü tutamamış. Genç delikanlı yarışları kazanmış ve
padişah onu tutsak etmek ve öldürmek için harekete geçse de genç delikanlı büyü
yardımıyla kurtulmuş ve aslana dönüşmüş
ve Su Hanımın ülkesini terk etmiş. Su Hanım çok pişman olmuş. Daha sonra Su
Hanımın ablalarının düğünü olmuş. Su Hanım ise dadısına Rüzgar’ı unutamadığını
ve onu aramak için yola düşeceğini söylemiş. Bunun için de demir çarık ve demir asa alarak yola düşmüş.
Günlerce Rüzgar’ı aramış. Karşısına bir altın kelebek çıkmış, altın kelebek kıza
soru sormuş ve kız sorulara samimi cevap vermiş. Bunun üzerine Altın Kelebek
genç delikanlıya dönüşmüş. O genç delikanlı da Rüzgar’mış. Rüzgar ise Su Hanıma şunu demiş: Nasıl ki senin
baban benim babamı öldürdü ve bize düşman benim annem de babamın katili senin
baban olduğu için sizden nefret ediyor ama ben seni ona kabul ettirmeye
çalışacağım demiş. İki genç birbirine sımsıkı sarılmış ve aşklarından
vazgeçmemişler.
Daha sonra küreden oğlunu ve gelin adayını izleyen büyücüler kraliçesi oğluna gelini kabul edeceğini söylemiş ve yalan söylemiş. Aslında
gelinden nefret ediyormuş ve onu ortadan kaldırmak için türlü oyunlara
başvurmuş. Çünkü o insanmış ve insanlar büyücülerin en büyük düşmanıymış. Büyücüler kraliçesi Su Hanımı sırasıyla kız kardeşine, erkek kardeşine
göndermiş ve onların Su Hanıma zarar vermesini istemiş çünkü kendisi oğluna söz verdiği için Su Hanıma zarar veremezmiş. Annesinden şüphelenen Rüzgar bu durumun
farkında olduğu için annesinden şüphelenmiş ve Su Hanımın başına kötü bir olay
gelmesine izin vermemiş. Büyücüler Kraliçesi gelinine kendi zarar veremediği
için her türlü yolu denemiş. Çünkü kendisi büyük Bir yemin etmişti ve ve beni
ateş kuşatsın demişti. Tüm bunlara rağmen kötülük kazanmamış. Rüzgar ve Su
Hanım Hayal ülkesinden de kaçmış ve kazanan sevgi, aşk, cesurluk olmuş. Rüzgar
ve Su Hanım bir yıldızın peşinden gitmişler. O yıldızın adı da Venüs’müş.
Venüs güzellik demekmiş. Su ve Rüzgar yeryüzüne yepyeni bir uygarlık armağan
etmiş.
Yırtıcı
Kuşlar Zamanı Kitabının Özeti
Kitap; Başkomser Nevzat, yardımcıları Ali ve
Zeynep, müdürleri Sabri, eski emekli amir İlhami ve gelişen cinayetler ile başlar. Avla’da
meydana gelen sel ve toprak kaymasının sonucu olarak bir ceset ortaya çıkar.
İlk olarak köyün muhtarı ile görüşülür ve muhtar olayı abartarak Nevzat Komser’e
anlatmaya başlar. İki kardeş arasındaki kavgadan bahseder ama muhtarın
anlattıkları doğru değildir. Çünkü cesedin iki kardeş ile hiçbir ilgisi yoktur.
Muhtar; kaptan lakablı kişinin kendisine toprağını satmadığı için kaptanın
kardeşini öldürebileceğini söyler ve kaptana iftira atar. Oysa olayların bunlarla hiçbir
ilgisi yoktur. Ceset bir polis memuruna aittir. O polis memurunun cesedi
incelenir ve cesedin vücuduna giren kurşunların da Nevzat Başkomserin
tabancasından çıktığı belli olur. Yıllar önce Nevzat Başkomser ailesi ile ödül törenine gitmeye hazırlanırken
eşi Güzide ve kızı Aysun arabaya binerler. Arabada henüz Nevzat Komser yoktur.
O sırada araca bombalı saldırı düzenlenmiştir ve bombalı saldırıda Nevzat
Başkomserin eşi Güzide ve kızı Aysun hayatını kaybeder. Olayın şoku ile Nevzat aklını
kaybeder ve hastaneye yatırılır. Doktor Nevrez Bey onunla çok iyi ilgilenir.
Daha sonra Nevzat’a şok tedavisi uygulanır ve bundan dolayı da Nevzat geçmişteki
olayları unutur. Nevzat tedaviden sonra iyileşmeye başlamıştır. Avla’daki olay geçmişte yaşadığı bu duruma tekrar gün yüzüne
çıkarır ve geçmişi yavaş yavaş hatırlamaya başlayan Nevzat olayların peşine
düşer. Başka bir yerde şehit edildiği düşünülen polis memurunun cesedi ortaya
çıkınca olaylar başlar. Nevzat’ın ailesini kaybettiği yıllarda birisini evine
girmiş, onun tabancasını almış, onun adına şok tedavi uygulaması kararını
vermiştir. Nevzat, Ali ve Zeynep bir arada çalışmaya başlar ve Nevzat çocukluk
arkadaşı olan Sabri Müdüründen şüphelenir, karısını ve kızını öldürenin Sabri
müdür olduğunu düşünür. Bir de İlhami adında eski amir vardır. Emekli amir İlhami de Sabri’den nefret eder
ve o adamdan her şey beklenir der. İlhami denen emekli amir çevresi çok geniş
olan bir kimsedir. Nevzat başlarda ondan hiç şüphe duymaz. Daha sonra
uyuşturucu kaçakçılığı yapan yabancı uyruklu Darkon adlı kişiyle uğraşmaya
başlar. Bu arada Nevzat’a kısa aralıklarla suiskastlar düzenlenir ve bundan sağ
çıkar Nevzat. Olaylar böyle devam ederken aslında suçlu olan kişinin İlhami olduğu ortaya çıkar. Emekli amir paraya yenik düşer ve uyuşturucu baronları ile
işbirliği yapar ve bunu devlet adına yaptığını söyleyerek yaptığı
ahlaksızlıklara ve cinayetlere kılıf uydurmaya çalışır.
İlhami
Nevzat’ın yeni hayat arkadaşı olan Evgenia ve evlatlık aldıkları küçük kızı Azez’i kaçırtır. Sonra Nevzat’ı
da kaçırır ve ve ölen kendi kızını ve eşini ( öldürmek istemezdim diyerek olaylar kabul eder. O sırada eve bir bomba atılır.
Darkon denen yabancı kişi ve İlhami arasında kavga başlar. Darkon ölür, daha
sonra Nevzat kendini kurtarır ve kavga sırasında İlhami’de ölür ve olaylar sonuca bağlanır.
Tüm olayların suçlusu İlhami’dir. Janti Cemal’in, Sabri’nin hiçbir suçu yoktur.
Nevzat çocukluk arkadaşı Sabri hakkında düşündüklerinden dolayı pişman olur ve
üzülür. Evgenia ve Azez kurtulur ve kitap mutlu bir sonla biter.
Kitap hakkında kısa açıklama:
Ailesini katledenlerin peşinde
maceradan maceraya koşarken, Nevzat ve ekibinin yaşadıkları olaylar bir 21.
yüzyıl Türkiye’si portresi çiziyor. Yırtıcı Kuşlar Zamanı kitabında Ahmet Ümit
Türkiye’nin yıllardır mustarip olduğu toplumsal hastalıkların röntgenini
çekiyor. Polislerin de kirli işlere bulaştığı, her polisin işini şerefi ile yapmadığı ama her şeye rağmen şerefli polislerin görevlerini hakkı ile yaptığı da çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.
Charlıe’nin Çikolata
Fabrikası Kitabının Özeti
Charlie yoksul bir ailenin tek
çocuğudur. Charlie ve ailesi derme çatma
bir evde iki ninesi, iki dedesi , anne ve babası ile birlikte yaşayan, iki
odaları bir de yatak odası olan bir evde zor koşullar altında hayatlarını idame
ettiren kimselerdir. Charlie’nin babası ise diş macunu fabrikasında çalışan bir
işçidir. Ailenin yediği yemek ise lahana çorbasıdır ve çok yoksul oldukları
için ailedeki her birey zayıflıktan kopmak üzeredir. Charlie’nin en büyük
hayali ise her gün önünden geçtiği çikolata fabrikasının içine girmek, oranın
nasıl bir yer olduğunu görmek ve orada doyasıya çikolata yemektir.
Bay Wonka adında bir adam vardır.
Bu adam da çikolata fabrikasının sahibidir. Çok zengindir ve yaptığı enfes
çikolatalar ile dünyaya nam salmıştır. Bonbonlar, çikletler, şekerler,
çikolatalar ve daha birçok şekerlemeler
rüyapılır bu fabrikada. Eskiden bu fabrikada işçiler çalışırmış ama fabrikaya
giren kimi işçiler casus oldukları için işçiler Bay Will Wonka’nın çikolatasının sırlarını başka
iş adamlarına anlatınca Bay Wonka iflas etmiş ve bir daha fabrikaya işçi
almamış ve belli bir zaman fabrika
kapanmış ve çikolata da yapılmaz olmuştur. Bir zaman sonra Charlie fabrikadan
dumanlar tüttüğünü görmüştür. Bay Wonka 10 yıl aradan sonra tekrar ortaya
çıkmıştır. Bir yarışma yapacağını ve bu yarışmada sadece ve sadece beş çocuğun
fabrikaya girebileceği yazıyordu. Charlie de bu yarışmaya katılmak için Wonka
çikolatasından satın almıştır. Dedesinin parası ile çikolatan almış ama
çıkmamıştır. Daha sonra yolda bulduğu para ile çikolata almış ve çikolatanın
içinden altın bilet çıkmıştır. Son bilet Charlie’ye çıkmıştır. Altın bilet
kazanan çocuklar fabrikaya girmiş ve orada olağanüstü olaylar ile
karşılaşmışlardır. Kimi çocuklar açgözlülüğünden, kimisi şımarıklığından,
kimisi ekran bağımlılığından dolayı yarışmayı kaybetmiştir. Charlie ve dedesi
yarışmayı kazanmıştır. Çünkü Charlie sabırlı ve olgun bir çocuktu.
Bay Wonka bu yarışmayı çocukları denemek ve
kendisinden sonra başa geçecek kişiyi seçmek için bu yarışmayı yapmıştır. Çünkü
kendisinin bir ailesi yoktur. Yarışmayı kazanan, sabrı ile, tok gözlülüğü, güzel
ahlakı sayesinde Charlie olmuştur. Daha
sonra uçan asansöre binip evlerine gitmişlerdir ve o asansörün içine ailesini
de almıştır Charlie ve Bay Will Wonka. Ailesi de fabrikaya taşınmıştır ve
Charlie ve ailesi de çikolatalardan istediği kadar yemiştir. Charlie çikolata
fabrikasının sahibi olmuştur artık.
Yoksulluktan kurtulmuş, amaçlarına ulaşmıştır Charlie. Kitapta ayrıca şunlardan da bahsedilir. Çocuklarınızı asla şımartmayın denilir. Televizyon denilen kötü kutuyu eve almamalıyız ve çocuklarımızı televizyon ile zehirlememeliyiz. Onların kitap almalarını, kendi odalarına kütüphane kurmalarını sağlamalıyız. Çünkü eskiden çocuklar çok kitap okurdu, hayal kurardı ve kendilerini daha iyi geliştirirlerdi. Şımarık, ahmak ve mızmız olmazlardı.
Not: Bu dünya da her davranışımızın
bir ödülü ve cezaları vardı. Kitap da ki Charlie haricinde ki diğer çocuklar
her istediklerine sahiplerdi ve para ile her şeyi satın alabileceklerini
zannediyorlardı. Oysaki para ile satın alınamayan birçok de vardı. Örneğin karakter
gibi… Zaten Charlie’nin satın alması gereken bir karaktere ihtiyacı yoktu.
Kendisi kendine özgün, örnek bir karakterdi.
Gizemli
Misafir Kitabının Özeti
Ömer adında 12 yaşlarında bir çocuk
vardır. Ömer ailesi ile apartmanda oturmaktadır. Bisiklet sürmeyi çok seven,
futbola aşırı düşkün olan bir çocuktur. En büyük hayali şampiyon olmaktır.
Bunun için de arkadaşları ile apartmanlarının bodrumunda haftada bir kez bir
araya gelerek futbol hakkında konuşurlar. Ömer çok hayal kuran bir çocuktur.
Bundan dolayı da hayallerini gerçekmiş gibi herkese anlatır. Ömer bir gün
apartmana girdiğinde apartmanın girişinde bir kağıt vardır. O kağıtta bisikleti
olanların bisikletini bodruma konulması gerektiği yazılmaktadır. Ömer bu duruma
gıcık olur ama yine de bisikletini bodruma indirir. Bodrum çok karanlıktır.
İçeri girdiğinde bir hapşırık sesi ile karşılaşır ve önce korkar sonra ise orada
bulunan kişinin evsiz biri olabileceği aklına gelir.
Daha sonra ertesi gün
tekrar bodruma gelir ve kim var orada der. O sırada sen de kimsin diyen köylü
kıyafetli bir çocuk çıkar. Ayaklarında ise çarık vardır. Ömer asıl sen kimsin
der gibi ona meydan okur. Yoksa sen
karşı tarafın ajanı mısın der. Çocuk ajan ne demek der ve bundan bir şey
anlamaz. Futbol ile ilgili gizli bilgilerini
yazdıkları vitrinin alt çekmesine
önceden koymuşlardır. Acaba kağıt alınmış mıdır diye bakar ve alınmadığını
görür. Daha sonra çocukla konuşmaya başlar. Sen kimsin der? Çocuk da benim adım
Yusuf, ben sakayım askerlerimize su götürüyorum, onbaşım Hamit’in emirlerini
yerine getirmeye çalışıyorum der. Ömer bu duruma şaşırır ve bu çocuğun geçmiş
zamandan geldiğini anlar ve çocuğu yavaş yavaş sevmeye başlar. Çocuk da on iki
yaşındadır. Çocuk da Ömer gibi beyaz tenlidir. Daha sonra çocuğu ziyaret etmeye
başlar ve ona börek, tost, ekmek arası domates ve peynir getirmeye başlar.
Çocuk sürekli geçmişte yaşamaktadır ve yukarı kattan gelen sesleri düşman
geliyor diye söylemektedir. Ömer bu durumu ailesine anlatır ama ailesi ona
inanmaz. Çünkü Ömer devamlı hayalini gerçekmiş gibi anlattığı için ailesi ona
inanmaz.
Ömer ile Yusuf ile konuşmaya devam eder ve yakın arkadaş olurlar. Bir gün apartmanda oturan Ahmet Bey bodrumdan
gelen sesleri fare zanneder ve bodruma fare zehri koyar, Ömer’i Yusuf’a bir şey
olduğunu zanneder ve Yusuf birkaç gün dışarı çıkmaz ama daha sonra dışarı çıkar.
Ömer ile konuşmaya devam eder. Yusuf aslında Çanakkale Savaşlarında askerlere su
götüren bir sakaymış. Çanakkale Savaşlarında şehit olmuştur. Ömer de geçmiş
zamana gitmiş olsaydı en çok Fatih Sultan Mehmet’i görmek isterdi. Günler böyle
devam eder ve Yusuf bir daha ortaya çıkmaz. Öğretmen derste Çanakkale Savaşı’nı
anlatır ve kitapta Çanakkale’nin çocuk kahramanlarından Saka Eri Yusuf’tan
bahsedilir ve Ömer bu duruma duygulanır ama aynı zamanda da mutlu olur.
Vatanını çok seven, vatan sevdalısı bir çocuk olan Yusuf Çanakkale’de şehit
olmuştur.
Sudaki Umut
Benoy Kitabının Özeti
Dünyanın en büyük kara parçasında
ve en büyük körfezinin kıyısında, bölgenin en büyük ülkesi. Bu ülkenin ılıman
iklimi, verimli toprakları, zengin madenleri, büyük ormanları ve kumsalları. Bu
kumsalların doğu sahilinde yer alan bir eyalet. Ve bu eyalette yaşamaya
çalışan, onca geniş sınırlara rağmen kendilerine yaşanacak yer bırakılmayan
insanlar: Roghinyalar. İşte onların hikâyesi…
Kitabın özeti:
Olay Myanmar’ın Arakan eyaletinde yaşanmıştır.
Arnab’ın yaşadığı toprakla verimli ve zengin madenleri olan bir yerdir.
Arnab’ın ana vatanı olan Arakan’da ne yazık ki Arnab ve Arnab gibilere rahat
yoktur. Onlara gün yüzü gösterilmemektedir. Valiler, devletin diğer
yöneticileri burada yaşayan Müslüman Roghinyalar’a her türlü eziyeti
etmektedir. Roghinyalıların düşmanı ise Rakhinelilerdir. Rakhineliler,
Roghinyalılarla aynı dinden ve aynı soydan olmadıkları
için Roghinyalıları suçlu ilan etmişlerdir. Bunun için de insanlık
dışı davranışlarda bulunmuş, onlara devlet
makamında görevler vermemiş, temel haklarından mahrum bırakmışlardır.
Arnab da bunlardan biridir.
Allahuekber sözünü dilinden düşürmeyen Arnab yakın
bir zamanda eşi Elvan’ı kaybettiği için küçük oğlu ile hayatta bir başına kalmışlardır. Arnab’ın en yakın
arkadaşı alnında üç beni olan küçük bebeği olmuştur. Arnab bebeğine isim
koymaktan korkmuş çünkü ismi bilinirse ona da eziyet ederler diye düşünmüştür.
Acımasız askerler Roghinyalıların mallarını yağmalamışlar, canlarına kastetmişlerdir.
Arnab eşinden kalan tek değerli şeyini yani oğlunu korumak için ona
bir sandık yapmış, o sandığın içine küçük bebeği koymuş ve bebeğine sazlıklar
arasında bir yere koyarak ona bakmaya devam etmiştir. Arnab’ın mesleği ise
marangozdur. Devlette kaydı olmayan bu ve bunun gibi insanlar ne yazık ki
sadece karın tokluğuna çalışan, kendi, beden gücü ile yaşamını idame ettirmeye
çalışan kimselerdir. Arnab bir gün işten eve kulübesine doğru giderken bebeğini
merak etmiş ve onu görmek için askerlere gözükmeden hemen sazlıkların arasında
küçük bir sandığın içinde duran bebeğine bakmaya gitmişti fakat o da ne sandığın
içinde bebek yoktu. Arnab’ın canı yandı ve çok üzülmüştü ama bebeğinin ırmağın
alıp götürdüğünü ama asla ölmediğini düşünüyordu ve içinde umut taşıyordu.
Roghinyalı olmayıp Rakineli olan Mayra ise Roghinyalılara karşı neden böyle insanlık
dışı davranışlar yapıldığına üzülürdü ve o kendi soyundan gelen insanlar ile
aynı düşünmez, insana yakışanın insanca yaşamak olduğuna inanırdı ama ne yazık
ki Rakineliler kibirli kimselerdi.
Eyaletin en becerikli terzisi olan Mayra
vali ve eşine türlü türlü kıyafetler ve elbiseler dikiyordu. Roghinyalılara
yakın bir yerde oturmayı seven, kendi başına bir kadındı. Bir gün suyun dibinde
bir sandık gördü ve sandığı açtığında kendisine masum bir şekilde bakan bir
çift göz gördü. Mayra bebeği bulduğu bebeğin alnındaki üç ben dikkatini
çekmişti. Çünkü yıllar önce kendisi de suda boğulmak üzereyken alnında üç ben
olan bir çocuk Mayra’yı kurtarmıştı ve Mayra da bu bir tesadüf olamaz dedi ve
bebeği hemen kucağına aldığı gibi ona Hindistan cevizi sütünden sıcak çorbalar
yaptı ve onu canından bir parçası gibi çok ama çok sevdi.. Mayra’yı yıllar önce kurtaran çocuk da ona
Allahuekber demişti. İşte o çocuk Arnab’ın ta kendisiydi. Mayra da çocuğa sürekli Allahuekber kelimesini söyledi ve
onu İslam ahlakı ile yetiştirmeye gayret etti. Daha sonra vali ve eşine bu bebeğin
kardeşinin olduğunu söyleyerek yalan söyledi ve bebeği büyüttü. O sırada Arnab
kendi topraklarını istemeden de olsa terk etti ve Bangladeş’e zorlu yolculuktan
sonra ulaştı. Aziz dede Arnab’a kaybolan oğluna Musa adını vermesi gerektiğini
söyledi ve Musa Peygamberin hikayesi Arnabın oğlu ile aynıydı. Mayra ise bebeğe
Benoy adını verdi. Benoy büyüdü ve koca bir delikanlı oldu. Arnab oğluna Musa Mayra ise bebeğe Benoy adını verdi. Benoy büyüdü, gelişti, yabancı dil
öğrendi, farklı kültürleri tanıdı, hoşgörülü bir genç oldu ve çalışkan ve
başarılı bir Büyükelçi oldu.
Daha sonra Mayra ona gerçek ailesinin kim olduğunu ve ne gibi
zorlukla yaşadığını söyledi. Benoy ise hemen ailesine gitmek istedi ama Mayra
adım adım işlerimizi halledelim dedi ve
sonra Benoy Roghinyalılara karşı yapılan zulmü durdurdu ve yeni bir karar
aldığını söyledi ve kameralar karşısına geçti. O sırada Arnab da Bangladeş
televizyonundan Arakanlılar ile ilgili son gelişmeyi takip ediyordu ve çok
heyecanlıydı. Benoy sözü aldı ve şunları söyledi: “Arakanlılar kendi ülkelerine dönebilir ve onların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanacaktır.” O sırada büyük elçi Benoy’in saçına rüzgar vurdu ve
alnındaki üç ben ortaya çıktı. Bunu gören Arnab onun oğlu olduğunu anladı ve
hemen kendi topraklarına gitti. Boney ise ailesinin geleceğini umut ederek her
bir Arakanlı ile tek tek ilgilendi ve en sonunda babası geldi, sarıldılar gözyaşları sel oldu.
Filistin
Hikayeleri Kitabının Özeti (Denizden Nehre Kadar Özgür Filistin)
İsrail’in, Filistin topraklarını
işgali üzerinden 70 yılı aşkın bir süre geçti. Filistinli kardeşlerimize ve
topraklarına sık sık yapılan saldırılar ve Mescidi Aksa’nın kutsiyeti, konuyu
gündemimizde sürekli taze tutuyor. Ancak 2023 yılının Ekim ayında başlayan ve
10 binin üzerinde çocuğun da aralarında bulunduğu ağır saldırıların bir
soykırıma dönüştüğü şu günlerde 41 çizer ve 16 yazar Filistin hakkında tarihe
bir not düşmek için Filistin Hikâyeleri’nde buluştu.
Kitapta yer alan hikâyeler, Gazze’de bulunan mekânların ve şehitlerin ağzından
olup biteni anlatıyor. Filistin, denizden nehre kadar özgür olana dek gündemini
değiştirmeme kararında olan tüm kalplere…
Kitabın özeti şu şekildedir:
Filistin Hikayeleri kitabında
cansız nesneler konuşturulmuştur. Hastaneler yaralı ve hayatını kaybeden insanları
içine almıştır ve hastaneler konuşturulmuştur Gazlı bez kokan hastaneler nice
canları almıştır. Gazlı bez kelimesinin kökeni de Gazze’den gelmektedir zaten..
İsrail Terör Örgütü tarafından içinde hasta olan hastaneler ne yazık ki
bombalar altında kalmış ve vurulmuştur. Konuşturulan nesneler arasında okullar
vardır. Okulun içinde binlerce çocuk eğitim aldığı sırada bombalanarak şehit
olmuşlar ve küçücük yaşta hayalleri ve hayatları elinden alınmıştır bu masum
yavruların. Bu süreçte hayatını kaybeden binlerce Filistinli kardeşlerimiz
olmuştur.
Bunlardan biri de Huda adlı Filistinli mücadeleci kadındır. Huda yedi
kişilik ailesi ile İsrail bombardımanı
altında şehit düşmüştür. (Huda El Sosi). Henüz yaşı iki olan Hamdi kuzeninin
doğum gününe giderken arabada bombalanmışlardır ve 4 günlük yoğun bakım
sürecinin ardından hayatını kaybetmiştir. Konuşturulan nesneler arasında kamyon
vardır, su deposu vardır, evler ve camiler vardır, oyuncak dükkanı vardır.
Çünkü bunlarla Filistinli çocukların, annelerin dedelerin, gençlerin, ninelerin geçmişi vardır ve o insanların hepsi de hayatını
İsrail bombası yüzünden kaybetmiştir. Mesela kamyon şöyle konuşuyor: “Ben en
güzel günlerimi Hasan ile yaşadım.” diyor. Muhammed Samiler, Ahmetler, Doktor
Mithatlar, Yusuflar, Nassarlar vb daha çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir.
İsrail Gazze’de yaşayan insanlara her gün zulüm yapmıştır. 7 Ekim 2023’ten beri
zulmünü artırarak devam ettirmiş 7 Ekimden beri okullar boş kalmış, çocuklar
hayatının baharında yaşamlarından olmuşlardır. Müslümanlar yerlerini terk
etmemişler ve bir gün mutlaka Mescid-i Aksa’da buluşacakları günü hayal ederek
şehit olmuşlardır ve inançlarından asla vazgeçmemişler, topraklarını bırakıp
gitmemişler, vatan yolunda canlarını seve seve verip şehit olmuşlardır. Yakmak
her dinde yasakken kanlı bir geçmişi olan İsrail ne yazık ki çoluk çocuk, genç
yetişkin demeden insanları canlı canlı yakmışlar ve bununla da eğlenmişlerdir.
İşte bu kadar acımasız ve hain olan İsrail Terör Örgütü tarihe adını kirli
leke olarak yazdırmıştır ve bunlar hafızamızdan asla silinmeyecek olan
zalimlikler ve zulümlerdir. Gazze’de sıradan bir güne baktığımızda şunları
söyleyebiliyoruz: Mesela ailesi ile kahvaltı yapan bir baba bir anda sevdiklerinin
önünde bombalanarak yere yılıp hayatını kaybediyor. Gazze’de yaşayan insanlar temel gereksinimlerini karşılayamıyor, mesela su bulmakta, gıda bulmakta
zorluk çekiyor oradaki kardeşlerimiz.
Oyun oynadığı esnada bir anda üzerine
yağan bomba ile hayatını kaybedip şehit düşen binlerce çocuk vardır. Mülteci
kampları, hastaneler, okullar, dükkanları, iş yerleri bombalanmaya devam ediyor
ve İsrail soykırım yapmaktan vazgeçmiyor. Otuz beş bin ev İsrail Terör Örgütü
tarafından bombalanmıştır ve bu sayı artmaya devam etmektedir. Sessiz kalan
insanlık adına insan olmayı vazife bilen, gazetecilik mesleğini yerine
getirmeye çalışan Roşdi Sarras kahvaltı sofrasında, eşinin ve çocuğunun yanında
vurularak şehit düşmüştür. Bizim gerçekliğimizde insanlar yaşar ve ölürken
Roşdi’nin gerçekliğinde insanalar ölür ve yaşar. Yine baktığımızda El Emin
Muhammed Cami, El Kubbe Cami, Fehmi Şarat Camileri İsrail tarafından vurularak
yerle bir edilmiştir. İsrail Filistinli insanların renklerini silmeye
çalıştıkça orada resim çizmeye ve hayal kurmaya devam edecek umudunu asla
kaybetmeyecek nice anneler vardır. Kara silahlı kara zihinli ordu İsrail ordusu
insanlıktan nasibini almamış ve almamaya da devam ediyor. Mesela her Arife günü
oyuncak dükkanına gelip çocuklar oyuncak alan Yusuf Omra adlı bir kardeşimiz
varmış. Bu kardeşimiz de şehit düşmüş. Şunu biliyoruz ki “Hırsızlar sahip
olamadıklarına bile bile el uzatırlar.” tıpkı İsrail Terör örgütünün yaptığı
gibi.
Kitaba baktığımızda kitapta konuşturulan şeylerden biri de dünyanın en
eski üçüncü kilisesi olan Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi vardır. Bu
kilise konuşturulmuştur ve şunu demiştir: “Oraya gelen Müslümanlar Bize “Özgür” Filistin’i geri ver Tanrım.” diye yetmiş beş yıldır dua ediyorlarmış. Kitapta
bahsedilen çocuklardan biri de Hasan ve Fatma’dır. Hasan ve Fatma’nın karşısına
çıkan turuncu bir kedi onları Mescid’i Aksa’ya götürüyor ve onlara el uzatan da
sevgili Peygamber Efendimiz Hz Muhammed’dir. Onlar Aksa’da karınlarını bir
güzel doyuruyorlar tavuk, pilav ve kadayıf yiyorlar. Hasan ve Fatma Aksa’da
kuran sesi ile namaz kılıyorlar. Hasan ve Fatma gül kokan serin bir eli
tutuyorlar ve o sırada şu deniliyor: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”
demeyiniz; aksine onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız. Ve Allah yolunda hayatlarını feda eden (şehit)lere “Ölüler”
demeyin..” (Bakara suresi). Kitap bu şekilde sona eriyor.
Dedem Kodlama
Öğreniyor Kitabının Özeti
Günümüzde pek çok çocuğun kodlamaya
ilgi duyduğunu, kendi kendine kodlar yazmaya çalıştığını biliyoruz.
Kahramanımız Mete de öyle bir çocuk olduğu için kodlamaya merak salıyor ve
bununla ilgili çalışmaya başlıyor. Mete, çevresinden öğrendikleri ile kodlar
yazmaya başlıyor. Kahramanımız tüm bunları yaparken dedesi ve anneannesi ona “
Yine oturdu bilgisayar başında tıkır tıkır.” diyerek şikayet ederler. Mete de
bu duruma çözüm bulmak için bir karar verir ve dedesine kodlama öğretmeye karar
verir. Mete’ye göre; ” Bilgisayarlara
sürekli ne yapacağını söyleyenler insanlardır, yazılan kodları
uygulamak zorunda olan şeyler ise robotlardır.” Mete sürekli bilgisayar başında
olduğu için dedesi onu boş işler başkanı olarak görür ve Mete ile hafiften
dalga geçmeye başlarlar. Oysa Mete gerçekten öğrenme meraklısı bir çocuktur ve
ailesine boş işler yapmadığını kanıtlamak için çalışmalara koyulur.
Dedesi ona bazen
gereksiz şakalar yapar. Mesela bugün cuma enseni kapa gibi. Mete bu gibi
şaklara da alışır ve işine devam eder. Dedesi ve anneannesi köye gidecekleri için
balkondaki domateslerin bakımının olması gerekmektedir. Mete de bu işi kodlama
ile çözmeye karar verir. Ondan önce kodlama ile ilgili ilk olarak led
lambalarını açma ve kapama çalışması yapar ama dedesi onunla alay eder ama Mete
bu işin peşini bırakmaz ve daha çok
çalışmaya ve araştırmaya devam eder. Kodlama hakkında yeterince bilgiler
öğrendikten sonra bunları dedesine de öğretmeye başlar ve dedesinin öğretmeni olmaya karar verir. Kodlamanın temel terimleri olan
algoritma, döngü, yazılım, koşul, gibi kavramların ne olduğunu dedesine anlatır ve
dedesi de artık ufaktan kodlamaya ilgi duyar ve bu işle uğraşır. Mete
domateslerin korunması için bir kod yazar ve dedesinin telefonuna “Domatesler
güvende” yazısı gelir ve dedesi şaşırır ama aynı zamanda mutlu da olur. Daha sonra
dedesi de kodlar yazmaya başlar.
Dedesinin yazdığı ilk kod “Selamünaleyküm” olur. Daha
sonra başka kodlar da yazar ve ilk
projesine “Hayırlı Cumalar” yazar ve kodlamayı iyiden iyiye öğrenmeye
başlamıştır dedesi. Mete buna çok mutlu olur. Çünkü ona göre bir öğretmenin en
büyük mutluluğu öğrencisinin başarılı olmasına şahit olmaktır. İşte bunun için
Mete de çok mutlu olur. Yani Mete hedefine ulaşır ve hem kendini daha iyi
geliştirir hem de dedesine kodlama
yapmayı öğretmiş olur.
Uzayda Bir Yatılı Okul Kitabının Özeti
Yazu adında küçük bir Uzaylı insan
geni taşıdığı için diğer uzaylılardan farklıydı ve bunun için de sürekli olumlu
enerji ile şarj edilmesi gerekiyordu. Bu durumundan memnun olmayan Yazu mutsuz
oluyordu ve derslerinde de başarısız oluyordu. Annesi ve babası da onun bu
durumu hakkında endişe ediyordu. Ayrıca annesi de ikizlere hamileydi. Bunu
duyan Yazu artık beni hiç sevmezler diye düşünmeye başlamıştı. Yazu böyle
düşünmesine rağmen ailesi onu çok seviyordu ve ona değer veriyordu. Çünkü
çocuklarının geleceği her şeyden daha önemliydi. Annesi Fifili Hanım ve babası
Omili Bey onun için her fedakarlığı yapmaya hazırdı. Bir gün mahalleye ekmek
almaya giden Yazu orada Hanko dede ile sohbet etmeye başladı. Fırın ustası olan
Hanko dede torunu Talutu’nun farklı olduğunu ve Özel Gen Yüksek Okulu diye bir
okulda okuduğunu ve oranın çok iyi olduğunu söyledi. Yazu bunu ailesine söyledi
ve ailesi de memnun oldu.
Hemen hazırlıklara başlandı Yazu’ya yeni kıyafet
alındı, berbere götürüldü ve bir sürü hazırlık yapıldı. Daha sonra Yazu o okula
gönderildi. Annesi hamile olduğu için onu uğurlamaya gelemedi. Yazu okula
vardığı zaman Hayın Başkan onu karşıladı. Bu okulda her şey çok karışık ve sinir
bozucuydu. Çünkü çocuklara kötü davranılıyordu ve sürekli patates
yedirtiliyordu. Çocuklar özgürce düşüncelerini dile getiremiyorlardı ve sürekli
ceza alıyorlardı. Öğretmenler çocukları birbirine karşı da kışkırtıyordu ve
çocuklara geleceğin askerleri diye hitap ediliyor, onlara nefret ve intikam
duyguları aşılanıyordu. Aslında bu okul gizli bir kötü niyeti olan karargah
okuluydu. Yazu’ya Er 97 unvanı verildi bu okulda. Okulun adı Özel Gen Yüksek Okuludur. Okul sanıldığı
kadar güvenilir değildir. Orada çalışan görevliler çocuklara hiç iyi
davranmamıştır. Çocuklara geleceğin askerleri diyerek onları piyon olarak
kullanmak istemişler ve onlara savaşmayı öğretmeye çalışmışlardır. Sevgiyi
değil nefreti aşılamışlardır. Çocukları birbirlerine karşı kışkırtmışlardır.
Çocuklara sadece patates yedirtmişlerdir. Çocuklar özgürce düşüncelerini dile
getirememişlerdir, getirmeye çalıştıklarında hemen ceza almışlardır. Çocuklar okuldan nefret etmişlerdir.Okul Kötü amaçlar için kullanılan gizli bir
karargahtı. Çocuklar buradaki öğretmenlerin kötü niyetini anladılar ve gizli
gizli bir araya gelerek toplantılar yaptılar. Hanko Dedenin torunu Taluta ile
Yazu burada lider olan ve isyanı tetikleyenlerdir.
Çocuklar bu isyanı
çıkardılar ve Yazu; Zikzak adındaki
aracı süren kişinin aracının içine mektup koydu ve o mektup ailelere ulaştı ve
çocuklar kurtarıldı. Olumlu enerjiden çok akıl ve mantığın daha önemli olduğu
anlaşıldı ve her şey daha güzel olmaya başladı. Yazu tıpkı büyük dedesi Büdübü
gibi iyi bir uzaylı oldu ve kötü niyetlileri yenmeyi arkadaşları ile başardı.
Not: Kitapta ne anlatılıyor?
Cevap: Yazu, “Negezeg” gezegeninde yaşayan, eşitlikçi ve barışçıl bir yaşam süren “nasniler”den biridir. Doğacak ikiz kardeşleri yüzünden ailesinin ilgisini yitireceğine inanan küçük uzaylı Yazu’nun okulla da başı derttedir. Yalnızca kendisi gibi insan geni taşıyanların gidebildiği özel bir okulda yatılı okumak için ailesini ikna eder. Oysa, sert kurallarla yönetilen okulun müdürü Hayin Başkan’ın gizli planlarını fark eden Yazu ve arkadaşlarını zor günler beklemektedir…
Martıya
Uçmayı Öğreten Kedi Kitabının Özeti
Kengah adlı bir Martı vardır. Bu
martı uçarken denize atılan petrolün karası martının kanatlarına yapışır.
Limanda doğan bir kedi vardır. Bu kedinin adı da şişman ve kara kedi olan Zorba’dır.
Zorba bir gün Pelikan’a yem olmak üzereyken onu Kengah adlı martı korur. Kengah
ve Zorba arasında o gün dostluk başlar. Bir gün Kengah uçarken Zorba ile
karşılaşır ve kanatlarını açamadığını ve petrolün kanatlarına yapıştığını söyler
ve oraya düşer. Daha sonra Zorba diğer arkadaş kedileri çağırır. O kedilerin
adı da Sekreter, Albay, Profesör’dür. Gelen kediler martının öldüğünü görür ve
onu alıp bir kestane ağacının dibine gömerler.
Martı ölmeden önce Zorba’ya bir
yumurtası olduğunu ve yakın zamanda o yumurtadan yavru bir martı çıkacağını
söyler. Bunun için de yumurtasını Zorba’ya emanet eder. O sana emanet, ona
uçmasını öğreteceğine bana söz ver der Kengah adlı martı. Zorba adlı kedi ise martıya
söz verir. Söz verdiği gibi de sözüne sadık kalır ve yumurtayı gözü gibi korur.
Ona asla zara gelmesine izin vermez. Bir gün yavru martı yumurtayı kırarak
içinden çıkar ve Zorba adlı kediye anne diye seslenir. Yavru martının adı
Şanslı olur. Anneciğim çok acıktım, bana yemek ver der. Zorba da ona sinek
yakalar verir ve daha sonraları ise diğer kediler de yavru martıya yemek
getirirler. Yavru martı günden güne büyür ve gelişir ama uçmayı bilmez.
Zorba
ise ona uçmasını gerektiğini, onun bir kedi yavrusu olmadığını söyler. Daha
sonra Zorba minnoş adlı kedinin sahibi olan insandan yardım alır ve yavruya uçmayı
öğretir. Yavru yükseklerden süzülür ve uçmaya başlar ve Zorba adlı kediye çok
teşekkür eder ve uçarak yoluna devam eder. Zorba sorumluğunu yerine getirdiği
için çok mutlu olur ve şu sözü söyler: Ancak cesaret edebilenler uçabilir der ve
gerçekten de durum bu şekilde olur ve kitap ta böyle sona erer. Kitapta ayrıca
insanların denizleri kirlettiğini ve canlıların yaşamlarını tehlikeye attığı da
dile getirilir.
Bunun için kediler insanlarla ilgili ilgili şu sözleri söyler: “Ne
yazık ki insanların sağı solu belli olmaz! Sık sık, iyi niyetlerle yola çıkıp
en kötü felaketlere neden olurlar.”
“İnsanların işi ne kadar güç.
Biz martılar, dünyanın her yerinde aynı biçimde çığlık atarız,” diye bağırdı
bir gün Kengah, uçuş arkadaşlarından birine. “Haklısın. En şaşırtıcı olan
da, arada bir kendi aralarında anlaşmayı başarabilmeleri,” diye yanıtladı
arkadaşı.”. Böylece kitap sona erer.
Kitaptan çıkarılmak istenen mesaj ise şudur:
Farklılıklar ile yaşamayı kabul etmeliyiz, ön yargılı olmamalıyız, sevgi ve
merhametin olduğu yerde kötülük ve intikam olmaz. Doğayı temiz tutalım ve diğer canlıların
da doğada hakları olduğunu asla ve asla unutmayalım.
Ayasofya’daBir
Gece Kitabının Özeti
Ayasofya Jüstünyen tarafından yapılmıştır ve Jüstinyen’in
hazinelerinid e burada saklandığı söylentisi vardır. Şimdi kitabımızı anlatmaya
başlayalım. Mihrimah, Ayasofya’da çalışırken bir sırrın tam ortasına düşüyor.
Üstelik bu sırrın ortakları da var. İpek ve Mehmet, kendilerini bu gizemi çözüp
parçaları tamamlamaya adıyorlar. Çünkü, bu sırrı aydınlığa kavuşturmak
Ayasofya’yı korumak demektir. Mihrimah ve Mehmet Sanat Tarihçisi olan iki
arkadaştırlar. Ayasofya’da görevli olarak çalışan bu iki genç hem çalışkan, hem
sorumluluk sahibi hem de tarihe meraklı
olan kimselerdir. Ayasofya’da hem araştırmalar yapan, hem de çalışan bu
gençlerden Mihrimah bir harita görüyor ve bu harita çok eski bu harita ve
üzerinde yabancı yazılar yazıyor ve
Mihrimah orada yazan dili anlamadığı için ne yazıldığını anlamıyor.
Bunun için ev arkadaşı olan aynı zamanda en yakın arkadaşı olan İpek’e haritayı
götürüyor. Mehmet, Mihrimah ve İpek evde akşamüzeri toplantı yapıyorlar ve
haritanın üzerinde yazılanlar Antik Yunanca olduğu için, Antik Yunancayı da
İpek bildiği için işler yoluna girmeye başlıyor. Haritada “ Hazine” yazıyor ve gençler buna çok seviniyor ve hemen
bu işin peşine düşüyorlar. Çünkü bu haritayı kimsenin görmemesi gerekiyor.
Çünkü hazineyi bulup yağmalayabililrler ve Ayasofya’nın ruhuna zarar
verebilirler diye düşünüyor gençler.
Başlarda Mihrimah çok korksa da , başımıza
büyük iş alırız dese de Mehmet daha cevval oluyor ve işin üzerine gidiyor ama
Mihrimah da korkuyu bir kenara bırakıp büyük işler başarıyor. İşin peşine
düşmek ve haritanın parçalarını bulmak için herkes yardımlaşma ve dayanışma
içinde hareket ediyor. İpek Diyarbakır’a gidiyor. Mehmet ve Mihrimah ,ise
İtalya’ya gidiyor, Venedik’e gidiyor ve çalışmalarına devam ediyor. İpek Diyarbakır’da
bir aileye misafir oluyor ve daha sonra Van’da bulunan Akdamar Kilisesi’ne
gidiyor ve orada haritanın bir parçasını buluyor. Mihrimah ise San Vitale’de
bir kağıt buluyor ve işler yavaş yavaş çözülmeye başlıyor. İpek’ê yardım eden
bir kaptan da vardır ve bu kaptan da sanat tarihine çok meraklı olduğu için bu
olayların peşine düşüyor ve gençleri gizliden takip etmeye başlıyor. Daha sonra
Mihrimah ve Mehmet son şövalye kadın olan Leone Belvasti’yi ziyaret ediyor ve
bildiklerini söylemesini rica ediyorlar. Kadın başta gençlere hayır dese de
daha sonra bildiklerini açıklıyor. Belvasti denen kadın hazinenin
yağmalanmasından korktuğu için başlarda sırrı vermiyor ama daha sonra Mihrimah
ve Mehmet’in samimiyetine inanıyor.
Daha sonra üç arkadaş ta İstanbul’a geri
geliyor ve Ayasofya’da bir gece geçiriyorlar. Çinileri söküyolar ve aşağı kata
iniyorlar. Girdikleri yer de Ayasofya’nın tam ortasıdır. Orada Meryem Ananın
hırkasını buluyorlar ve sırrın bu hırka olduğunu anlıyorlar ve o sırada büyük
bir gürültü oluyor ve deprem olduğunu zannediyorlar. Gençler gizli olarak gece
yarısı burada olduğu için başlarına büyük belalar açabilirlerdi, meslekten men
edilebilirlerdi rama yine de meraklarının peşinden gidiyorlar. Çalışma
sırasında Kerem de onları izlediği için adamları ile gençlerin yanına geliyor
ama onlara kötü davranmıyor. Hep birlikte araştırmalara devam ediyorlar ve bu sırrı
kimseye söylemeyeceklerine söz veriyorlar. Böylece sır da çözülmüş oluyor ve
bunu kimseye demiyorlar ve Ayasofya’nın manevi bütünlüğü de korunmuş oluyor.
İstanbul’u Çalışıyorlar
(Ömer Hepçözer Dedektiflik Bürosu) Kitabının Özeti
Mustafa adında bir çocuk vardır. Bu çocuğun babasının adı
ise Mahmut’tur. Mahmut Bey’in mesleği komiserliktir. İşi yoğun olduğu için
Mahmut Bey çok yorulmakta ve ama işine tutku ile bağlı olduğu için çalışmaya
devam etmektedir. Bir gün eve geldiğinde arkadaşı Ömer’in işten ayrıldığını ailesine anlatır ve özel bir
dedektif bürosu açacağını söyler. O sırada Mustafa da gazete ilanında dedektif aranıyor, genç ve
çalışkan, insanlara ihtiyacımız var sözünü okur ve ve babasına bu işe girmek
istediğini söyler. Babası da o iş ilanını arkadaşı Ömer’in verdiğini görünce
mutlu olur ve Ömer’in yanına yardımcı çocuk dedektif olarak Mustafa’nın
çalışmasına izin verir. Mustafa buna çok sevinir ve hemen Ömer amcası ile
çalışmaya başlar. Bu arada Ömer Bey’in bir arkadaşı yurt dışından gelecektir.
Adı da James Bond’dur ama o bildiğimiz James Bond değildir. James Bond
karakterini çok seven ailesi ona bu ismi koymuştur.
Ömer Bey onu hava alanında karşılar ve İstanbul’da
tarihi yerleri gezdirmeye başlar ve bu ekibe Mustafa da katılmıştır. Yerebatan Sarnıcı’nı gezerler, Süleymaniye
Camiini gezerler ve daha birçok yeri gezerler. Bu gezme sırasında Süleymaniye
Cami’nin kubbesi çalındığı haberi gelir, Galata Kulesi’nin kulesi çalınmıştır,
Manisa’daki Sipil dağı kaçırılmıştır vb şeklinde olaylar gerçekleşir. Mahmut Bey
bu işe çok yoğunlaşır ve günlerce çalışır. Bu arada James Bond işi gereği ülkesinden
çağırılır ve ülkesinde büyük bir helikopter çalınmıştır onun için gitmek
zorunda kalır. Mahmut Komiser ekibini bu
işe gönderi her ne kadar Ömer ekipte yoksa da onu da bu işe dahil eder ve hep
birlikte ülkemizdeki eserleri yabancı ülkelere götüren ve oraya satan insanları
bulurlar ve hukuka teslim ederler. O hırsız kişilerin kimisi Venedik’e kimisi
ise Hindistan’a kaçmıştır. İzleri sürdürülür ve ekipler başarıyla onları
yakalar. Bu hırsız kişiler Veli Uzunelli, Acar Tezkaçar adında kişilerdir.
Bunların yakalanmasında Mahmut Bey ve ekibinin, Ömer ve Mustafa’nın, Elif ve
Elif’in teyzesi Özden Hanım’ın da payı
vardır. Venedik ve Hindistan’a kaçırılan eserler bulunur ve suçlular devlete
teslim edilir. Böylece güzel bir son
olur. Bu arada Mustafa da Elif’i çok
beğeniyor ve onu çok seviyordur. Onun güzel ve masum aşkına da kitapta yer
verilmektedir. Güzel bir macera kitabıdır. Okumanızı öneririm.
Dedem Bir
Kiraz Ağacı Kitabının Özeti
Tonino, annesi, babası, şehirde
yaşayan dedesi ve ninesi, köyde yaşayan dedesi
ve ninesi olan bir çocuktur. Dedesi Antonietta ve babaannesi Luigi’ydi.
Köyde yaşayan anneannesinin ismi Teodolinda ,dedesinin ismi de
Ottaviano’ydu. Şehirde yaşayan ninesi ve dedesini sürekli görmektedir. Onların
bir de Floppy adında bir de köpekleri var. Onu her sabah yürüyüşe çıkartırken
her zaman Tonino ile karşılaşırlar. Tonino dedesi ve babaannesini fazla sevmez.
Köyde yaşayan ninesini ve dedesini daha samimi bulur ve daha çok sever.
Her ne kadar ailesi şehirde yaşasa da Tonino köy hayatını daha çok sevmekte ve
bunun içinde annesine sürekli köye gitmek istediğini söylemektedir. Çünkü
köydeki ninesinin ve dedesinin kümeste kazları, tavukları vardır. Köyde bir de
annesinin küçükken üzerine sürekli çıktığı Kiraz Ağacı vardır.
Bu kiraz
ağacının adı Mutlu, annesinin adı ise Mutluluk’tur. Tonino köy hayatını çok
sevmektedir çünkü orada özgürlük vardır, istediği gibi gezme vardır, ağaçlara
tırmanma vardır. Şehrin baskıcı hayatı ve annesinin gerginliği yoktur. Köyde hayatına devam eden Tonino anneannesine
ve dedesine çok alışmıştır. Anneannesinin de sevdiği bir kazı vardır. Bu kazın
adı ise Alfonsina’dır. Hayat güzel bir
şekilde devam ederken Tonino’nun anneannesi kalp rahatsızlığından dolayı
hayatını kaybeder. Tonino her ne kadar bu duruma üzülse de anneannesi ile kazı aynı
görür ve kaza baktıkça onda anneannesini hatırlar ve kaz artık onun için
anneannesini simgeler. Dedesinin yanında kalmaya başlayan Tonino’ya dedesi kremalı
yumurta yapar. Kiraz Ağacına tırmanmayı öğretir. Akordeon çalar ve daha birçok şey öğrenir. Böylece hayatı yaparak ve yaşayarak öğrenmeye devam eder. Anneanne
öldükten sonra dedesinin akıl sağlığı yavaş yavaş bozulmaya başlar. Aklı
sağlığı bozulmadan önce dedenin topraklarında belediyenin gözü vardır ve dede
buna izin vermek istemez ve bu olayı kafasına çok takar.
Daha sonra bir yaşlı
bakım evine yerleştirilir ve orada iyice hastalanır ve ölür. Her şeye rağmen
Tonino Kiraz Ağacı’nı kestirmez ve gelen ekiplere direnerek başarılı olur. Köye okuldaki öğretmeni,
arkadaşları ve hatta belediye başkanı bile gelir ve olayın yanlış
anlaşıldığını, ağacın kesilmeyeceğini söyler. Böylece Tonino başarılı olur ve
ağaç kesilmez. Sürekli kavga eden, ayrılan anne ve babası da daha sonra
barışırlar, bir araya gelirler ve köyde bir hayat sürdürmeye devam ederler. Bir
de kız kardeşi vardır ve onunla birlikte hayat güzel güzel devam eder. Kiraz
Ağacı artık dedesini temsil eder ve kiraz ağacını her zaman korur Tonino.
Nobel ve Pulitzer ödülü almış olan yazar Steinbeck, bu eserinde 1929 ekonomik buhranını ele alarak topraklarını kaybeden ve iş bulma umuduyla yollara dökülen tarım işçilerinin yaşam öyküsünü gözler önüne sermiştir. Romanda Joad ailesinin şahsında açlığa,yoksulluğa mahkum edilmiş ve sömürü düzeninde ezilmiş tüm insanların dramını yaşarız.
I. Dünya Savaşında sıralarında İtalya’da yaşananlar konu edilir.Henry, İtalya’da yaşayan bir Amerikalıdır ve yaralanmıştır.Hastanede Catherine adlı İngiliz hemşireyle tanışır.Catherin barış güvercini gibidir.Birbirlerini severler.Catherin hamile kalmıştır.Henry ise cepheye dönmüştür.Fakat İtalyanlar geri çekilmektedirler ve Henry’yi tutuklayıp öldürmeye kalkarlar.Henry ellerinden kurtularak Catherin’i bulur ve birlikte İsviçre’ye kaçarlar.Catherin doğum sırasında hayatını kaybeder.
Kocasıyla yaşadığı mutsuz ve monoton evliliğe rağmen ona ihaneti asla düşünmeyen Henriette ile acılarla dolu çocukluk yaşamış yeniyetme delikanlı Felix’in öyküsüdür.Henriette, yaşadığı aşkı yücelikten, ayrı düşünemez,ailesine ihanet noktasına asla getirmez.Onun yaşadığı temiz ve kutsal bir aşktır.Felix ise her şeyi yakıp yıkacak bir çılgınlık olarak yaşamak ister aşkı.Romantizmin egemen olduğu yıllarda Balzac realizmin öncülüğünü yapmış, realizmin hatta naturalizmin doğuşunda etkili olmuştur.
Nikolai Kirsanov adlı bir çiftlik sahibi adam , Feniçka adlı bir köylü kızıyla metres hayatı yaşamaktadır.Kardeşi Pavel bu ilişkiyi onaylamasa da Nikolai’nin Feniçka’dan bir de çocuğu olmuştur.
Bir müddet sonra Nikolai’nin büyük oğlu Arkadiy üniversiteyi bitirerek çiftliğe döner.Ancak yanında Bazarov adlı arkadaşı da vardır.Bazarov,inançsız,nihilist,hissiz bir kişidir.Bu yüzden geleneklere bağlı olan Pavel ile geçinemezler.
Arkadiy ve Bazarov bir sosyete toplantısında Anna adlı bir kızla tanışırlar.İkisi de Anna’ya aşık olmuştur.Anna ise ikisine de yüz vermez.Arkadiy, Bazarov’u taklit edip onun etkisinde kaldığı için Anna’ya aşık olduğunu zannetmiştir.Halbuki bir müddet sonra Anna’nın kardeşi Katya’yı sevdiğini fark edecektir.
Sevdiği kızdan karşılık bulamayan Bazarov,Nikolai’nin sevgilisi feniçka’yı baştan çıkartır.Bunu öğrenen Pavel,Bazarov’u düelloya çağırır.Düelloda ikisi de ölmezler.Fakat Bazarov çiftlikten ayrılmak zorunda kalır ve babasının muayenehanesinde çalışmaya başlar.bir gün can sıkıntısını gidermek için tifodan ölmüş bir adama otopsi yapmaya başlar, bıçak elini keser.mikrop kapan Bazarov bir müddet sonra ölür.
Arkadiy ise Katya ile mutlu bir evlilik yapar.
Paris’in ucuz otellerinden birinde Goriot adlı bir yaşlı adam kalmaktadır. Gayet sefil üstü başı perişan ve karnı aç olan bu adamın gençliği hayli zenginlik içinde geçmiştir.Eskiden iki güzel kızı olan ve onları soylu delikanlılarla evlendiren Goriot, ne kadar zengin olsa da kızlarının çevresine giremez, çünkü onların biri barones diğeri kontes olmuşlar; ve artık kibirli ve savurgan bir hayat yaşamaya başlamışlardır.Bir gün Goriot’un parası biter ve kızları tarafından tamamen dışlanır.Balzac’ın romanında aile kurumunun bir toplum için ne denli önemli olduğu ve ailesini kaybedenin her şeyini kaybedeceği anlatılıyor.Aileyi aile yapan asli değerlerin ise maddiyatla hiç ilgisi yoktur.