Bir anlam inceliği oluşturma veya bir nükte yapma sebebiyle bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatına “Tecahül-i Arif” sanatı denir. Divan edebiyatında tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılırdı:Neşelendirme(tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirme (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh).
Bilinen bir şeyi, bilmezmiş gibi anlatatan şair, mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanır
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var
Benim Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözlerimin altındaki mor halkalar
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
CAHİT SITKI TARANCI
Su insanı boğar, ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış
CAHİT SITKI TARANCI
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı bunda benim günâhım
NEDİM
Dün gece yoktu ki
Bu dağ buraya nasıl gelmiş?
Arzu dolu,yaşamak dolu
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan?
Yavrular
Hey oynayan yavrular
Ağaçta kuş yavrular
Ellerin derdi biter
Benim derdim yavrular
Ayna güzel
Yüz güzel ayna güzel
Güzel yari görenler
Dediler ay ne güzel
Oturmuş zülfün tarar
Dizinde ayna güzel
Bağ bana
Bahçe sana bağ bana
Değme zincir kr etmez
Zülfün teli bağ bana
Gül pembe
Karanfilim gülpembe
Gerdanın billur gibi
Yanakların gül Pembe
Bir güldün aklımı aldın
Gel bir daha gül, Pembe
İstanbul’da yazılan lisan doğal bir dil değil Esperanto gibi yapay bir dildir. Arapça, Acemce ve Türkçenin sözlüklerini ve dilbilgisi kurallarını birleştirmekle oluşan bu Osmanlı Esperantosu nasıl konuşma dili olabilsin? Her mana için en az üç eşanlamlı sözcüğü, her tamlama için en az üç şekli, her edat için en az üç karşılığı bulunan ve gereksiz sözcük yığını olmuş bu yapay dil nasıl canlı bir lisan haline girebilsin?
Demek ki İstanbul’da yazı dilinin konuşma dili haline geçmesi mümkün değil; O halde yalnız bir şık kalıyor: Konuşma dilini yazı dili haline getirmek! İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak.
Ziya GÖKALP (Türkçülüğün Esasları)
2.DANİŞMENDNAME (DESTAN) : 1. Dönem görmüş olduğumuz İslamiyet sonrası destanlardan Danişment Gazi Destanıdır.Danişment Gazi,Tokat,Amasya ve Ankara dolaylarında Bizans’a karşı savaşmış bir kişidir.Olay13-14.YY’da yaşanmış olup 15.YY’da yazıya aktarılmıştır.Eser Tokat Kalesi Dizdarı tarafından derlenip yazıya aktarılmış ve 17 bölüm halinde tertip edilmiştir.Dönemin sosyal zihniyeti kahramanlıktır,Danişmentname’nin teması da kahramanlıktır; O halde eser tema bakımından dönemin sosyal gerçekliğine uyar.Eser,nazım-nesir karışık oluşmuştur.Oğuz Türkçesinin dil özellikleri görülür.
3.DEDEKORKUT HİKAYELERİ (DESTANDAN HİKAYEYE GEÇİŞ): Türklerin Anadolu’yu ele geçirme sürecinde 12.-13. YY’daBayburt yöresinde yaşanan olayları anlatmakta olup 15.YY’da yazıya geçirilmiştir.Oğuz Türklerinin kendi kendileriyle ve düşmanla yaptıkları savaşlar anlatılır.Biri Vatikan’da diğeri,Dresten’de olmak üzere eserin iki nüshası vardır.12 hikayeden oluşan eserde nazım nesir iç içe kullanılmış olup olaylar düz yazıyla duygu ve düşünceler ise nazımla aktarılmıştır.Oğuz Türkçesinin dil özellikleri görülür.Hikayelerde Dede Korkut adlı bir kişi eski”kam-baksı”ların rolünü üstlenmiş, yaşlı,bilge toplumu için kopuz çalan,destan söyleyen,çocuklara isim koyan,kız isteyen,dua eden bir role bürünmüştür.Fakat destanın anlatıcısı o değildir.(Belki ilk anlatan kişi Dede Korkut olabilir,sonra diğer ozanlar anlata anlata topluma mal olmuş)Eser,destanlaşma sürecindeyken yazıya aktarıldığı için destanlaşması tamamlanmamış bu yüzden destandan hikayeye geçişin güzel bir örneği olmuştur.Dönemin sosyal zihniyeti kahramanlıktır,Dede Korkut Hikayelerinin teması da kahramanlıktır; O halde eser tema bakımından dönemin sosyal gerçekliğine uyar.
4.CEMŞİD U HURŞİD (MESNEVİ): 14.YY divan edebiyatı sanatçılarından Ahmedi’nin bir mesnevisidir.Eserde Cemşid adlı Asyalı bir şehzadenin Hurşid adlı Anadolulu bir prensese aşkını ele alır. Eser rüyada aşk motifine örnek teşkil eder..Dönemin sosyal zihniyeti kahramanlıktır,Cemşid u Hurşid Mesnevisinin teması ise aşıktır; O halde eser tema bakımından dönemin sosyal gerçekliğine aykırıdır.Eserde Oğuz Türkçesinin dil özellikleri hakimdir.
Toparlarsak:
* 13.-14.yy’larda Anadolu’da Oğuz Türkçesiyle olay çevresinde gelişen metinler yazılmış olup bunlar “destan,mesnevi” biçimleri ile aktarılmıştır.
* Eserlerde hakim olan dil özellikleri Oğuz Türkçesinin dil ve ses yapısına uymaktadır.
* Dede Korkut destandan halk hikayesine geçişin örneğidir.
*Battalname ve Danişmendname destandır.
* Cemşid u Hurşid mesnevidir.
* İlk üç eserde konu kahramanlık olmakla dönemin sosyal gerçekliğine uymuştur;Cemşid u Hurşid ise aşk temasını işleyerek dönemin sosyal gerçekliğinden ayrılmıştır.
Hani bir sevgilin vardı
Yedi-sekiz sene önce
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce
Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan-burdan
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan
Seni sordu
Hiç değişmedi dedim
Bildiğin gibi
Anlıyordu
Mesutmuş, kocasını seviyormuş
Kendilerininmiş evleri
Bir suçlu gibi ezik
Sana selam söyledi
BEHÇET NECATİGİL
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
BEHÇET NECATİGİL
Ey İstanbul, çeşmelerinde duyulan su musıkisi
Kimbilir ya Nedim’in şiiridir ya Itri’nin bestesi
Bu şehir Türk’ündür,Fatih’indir,Yavuz’un,Sinan’ındır
İstanbul,Seni böyle güzel gösteren imanındır.
Yusuf ÖZCAN
En Türkçenin ezelî bir âşığıyım. Hepimiz öyle değil miyiz? Türkçeyi muhtelif devirlerinde, muhtelif libaslarla, muhtelif şekillerde gördüm ve sevgilimi o şekiller, o libaslar altında kendi cevherinde sevdim.
Ben eski Bâbıâlî kâtiplerinden işittiğim süslü dili sevdiğim gibi Aksaray’da karpuz sergisinde müşteri ayartmak için çığırtkanlık eden Türk delikanlısının türlü zarafetlerle dolu olan Türkçesini de sevdim.
Ben divan edebiyatının gazelleriyle mest oldum. Fakat sevgili İzmir’imin, ismini yâd ettikçe ciğerimi sızlatan sevgili İzmir’in İkiçeşmelik kızının incir işlediği esnada okuduğu Türkçe şarkıyla da mest oldum. Ben o sevgiliyi atlas şalvarıyla, başının üzerinde altın işlenmiş takyesi ile gördüm. Ben onu, perişan gönüllü şairin:
O gül endâm bir al şâle bürünsün, yürüsün;
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün.
beytinde olduğu gibi, bir şala sarılıp büründüğünü görerek de sevdim. Sonra üç peşli entarisiyle, canfes terlikleriyle salınırken yine gördüm, yine sevdim.
Başında hotozu, belinde kuşağı, sedef kakılı sediri üzerinde uzanmış yahut Sâdâbâd’da, Göksu’da seyrana çıkmış hâliyle gördüm, yine sevdim.
Fakat tabiatta her şey tekâmülden, inkılâptan ibaretse, bazen tekâmül bazen inkılâp devirden devire geçtiği gibi her devrin zevki de birbirinin aynı olmaz. Ben son devrin İpekiş’in kelebek kanadı kadar ince, zarif, dört metrelik kumaşı ile giyinmiş, başında küçücük beresiyle bir rüzgâr gibi kaldırımlar üzerinde seke seke giden ve rüzgâr mı onu götürüyor, o mu rüzgârı götürüyor diye insanı şüpheye düşüren haliyle de Türkçeyi gördüm ve sevdim.
Halit Ziya UŞAKLIGİL