Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: AŞIK VEYSEL (1894 -1973)

Şubat 5, 2014 Okuma süresi: 28 dakika
Türk Halk şiirinin en güçlü temsilcilerinden biri olan Aşık Veysel, Rumi 1310, Miladi1894yılında Sivas’a bağlı Şarkışla İlçesi’nin
Sivrialan Köyü’nde doğmuştur. Bunu “Üçyüzonda gelmiş idim cihana”
mısraıyla kendisi de teyit etmektedir. Babasının adı Ahmet, annesinin adı
Gülizar’dır. Aşık Veysel’in kendisinden büyük Ali isminde bir ağabeyi ile
kendisinden küçük Elif isminde bir kız kardeşi vardır.

Veysel, yedi yaşına kadar her sağlıklı çocuk gibi büyüdü. Fakat
yedi yaşında o yıl Sivas’ta salgın olan çiçek hastalığına yakalanarak sağ
gözünü kaybetti. Bir müddet sonra da sol gözüne perde indi.

Babası sol gözündeki perdeyi aldırmak için şimdi Yozgat iline
bağlı Akdağmadeni’ndeki göz doktoruna götürmeye karar verir. Ancak kader,
oyununu oynamaya devam eder. Bir gün anası inek sağarken Veysel de onu seyre
dalar. O sırada babası, Veysel’in arka tarafından yanlarına doğru gelir.
Veysel, babasının geldiğini duymaz. Babasının “Veysel” diye
seslenmesiyle arkaya döner. Arkaya dönmesiyle birlikte babasının koltuğunun
altındaki övendire (ucu çivili sivri değnek) Veysel’in sol gözüne saplanır. O
gözünü de maalesef kaybeder. Veysel bu olayı:
Genç yaşımda felek vurdu başıma
Aldırdım elimden iki gözümü
Yeni değmiş idim yedi yaşıma
Kayıb ettim baharımı yazımı
Diyerek hüzünle hatırlayacaktır.
Peşpeşe gelen bu aksilikler sonucu babası, Veysel’i avutmak için
halk şairlerinin şiirlerini ezberleterek oyalamaya çalışır. Veysel sever şiirle
uğraşmayı… Köylerine gelen halk ozanlarını büyük ilgiyle dinler, onlara
yakınlık duyar. Onun bu durumu babasının gözünden kaçmaz. Derdini unutsun diye
Veysel’e bir saz alır. Veysel sazla uğraşmaya, çalmaya başlar. İlk saz dersini
babasının yakın arkadaşı Çamşıhlı Ali Ağa’dan alır.
Bu arada Veysel’in yaşı da gittikçe ilerler. Ailesi onu
evlendirmeye karar verir. Aynı köyden Esma adlı biriyle evlendirirler.
Veysel’in, Esma’dan iki çocuğu olur.
İkinci çocuğu daha on günlük iken anasının memesi ağzına tıkanarak
ölür. Veysel yıkılır ama bu yıkılışla da kalmaz. Eşi Esma evden kaçar. Bu da
yetmez anne ve babasını kaybeder. Felaket bir kere gelmesin, gelince üst üste
gelir. Bu defa da Esma’dan doğan birinci çocuğunu kaybeder.
Bu felaketlerden sonra Veysel, içine kapanır. Kimseyle konuşmaz,
görüşmez olur. Tek dostu sırdaşı sazdır. Sazıyla dertleşir, konuşur, ağlar…
Veysel’in bu durumu hem akrabalarını, hem de komşularını çok üzer. Bir araya
gelip Veysel’i tekrar evlendirmeye karar verirler.
Evlendirirler de Veysel’i. Yeni karısından Veysel’in yedi çocuğu
olur. Bu çocuklardan bbiri ölür ama ikisi oğlan, dördü kız altısı yaşar.
Veysel bu arada başka aşıkların türkülerini çalıp söyler. Bilinmez
bir nedenle hiç kendi türkülerini çalıp söylemez. Ta ki ünlü şairimiz Ahmet
Kutsi Tecer ile tanışana kadar.
Ahmet Kutsi Tecer, Veysel’i sever, beğenir. Onu teşvik eder,
kendine güvenini sağlar. İşte o zaman Veysel yavaş yavaş kendi eserlerini çalış
söylemeye başlar.
Cumhuriyetimizin Onuncu yılında bütün ozanlar Cumhuriyet ve
Atatürk üzerine şiirler yazarlar. Bu ozanlar arasında Veysel de vardır. Yazdığı
şiiri hem Ankara’da, hem de İstanbul Radyosu’nda çalıp okur. Atatürk,
kendisiyle tanışmak isterse de kısmet olmaz. Böylece Veysel, çok istediği halde
Atatürk’le tanışmak fırsatını kaçırır.
Kendine güveni artan Veysel, artık köyünde durmaz. Adaşı Küçük
Veysel’le bütün yurdu gezer. Gezdiği yerlerde çalıp söyler ve büyük beğeni
kazanır. Çeşitli köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapar. Ünü bütün yurda
yayılır. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi ona “Ana dilimiz ve
Milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” vatani hizmet tertibinden
özel bir kanunla o günkü parayla (500 TL) maaş bağlar.
Veysel ârif bir halk adamıdır. O, tıpkı “Ben gelmedim kavga
için, benim işim sevgi işi” diyen Yunus gibi dostluk, kardeşlik ve insan
sevgisiyle doludur. Kin, düşmanlık, nefret, fitne ve çekememezlik gibi
kelimeler Veysel’in şahsiyetinde yer bulamaz.
Türk milleti iki şeye çok önem verir: Sadakat (vefa) ve dostluk
(güven). İşte Veysel, “Kara Toprak” isimli şiirinde bu iki özelliği
ancak toprakta buluyor. İki gözünün görmemesine rağmen o, insanların toprak
kadar da olsa güvenilir olmadığını ve vefasız olduklarını anlatmıştır.
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm, ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır.
Aslında Veysel halk tabiriyle bir “insan sarrafıdır.”
İnsanlarla o kadar içli dışlı olmuş, insanları o kadar denemiş ki, insanlardaki
zaaflar gözleri görmeyen Veysel’i bile hayrete düşürmüştür:
Ölüm var dünyada yok imiş murad
Günbegün artıyor türlü meşekkat
Kalmamış dünyada ehli kanaat
İnsanlar içinde çok fesat gördüm.
Veysel’in en belirgin özelliği tıpkı Yunus gibi “Yaradılanı
severiz yaradandan ötürü” sözünde ifadesini bulan insan sevgisidir. O
seven, birleştiren, yücelten, birlik ve beraberlikten asla taviz vermeyen
biridir. En büyük amacı Türk insanı arasındaki birliğin bozulmamasıdır.
İnsanlarımız arasındaki ırk, mezhep gibi sun’i ayrılıklara karşıdır:
Kur’an’a bak, incil’e bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası.
Bu nasıl kavgalar, çirkin dövüşler
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Yolumuza engel olur bu işler
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkında
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Hedef alıp dövüştüğün kardaşın
Seni yaralıyor attığın taşın
Topluma zararlı yersiz savaşın
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Kitaplar yazılmış nasihat dolu
Birlikte güçlenir gençliğin kolu
Gençliğe emanet Atatürk yolu
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Veysel; vatanını, bayrağını seven, ilerlememiz için çok çalışmamız
gerektiğini her fırsatta söyleyen bir ozanımızdır. Atatürk’ün bize hedef
gösterdiği “Çağdaş uygarlık seviyesine” ancak çok çalışmakla
ulaşabileceğimizi devamlı hatırlatır:
Vatan sevgisini içten duyanların
Sıtk ile çalışır; benimseyerek
Milletine, ulusuna uyanlar
Demez neme lazım, neyime gerek
Vatan bizim, ülke bizim el bizim
Emin ol ki her çalışan kol bizim
Ay-yıldızlı bayrak bizim mal bizim
Söyle Veysel övünerek, överek.
Türklük şuuru, Veysel’de çok kuvvetlidir. Türklük, onun için bir
övünç kaynağı, iftihar vesilesidir. Türklüğüyle yetinir. O; ne para, ne şöhret,
ne de saltanat ister. Onun en büyük zenginliği Türk olmaktır:
İftihar ettiğim büyük muradım
Türk oğluyum, temiz Türktür ecdadım
İstemem dünyanın saltanatını
Süslü giyimini arap atını
Bilirsem Türklüğün var kıymetini
Vatanım, milletim bana kafidir.
Türk adı babamdan bana mirastır
Daha bundan başka adı neyleyim.
Veysel barıştır, sevgidir, hoşgörüdür… O, herkesin bu vatanın
evlatları olduğunu söyleyerek barışı ve sevgiyi öğütler. Sevgi, insanı büyütür,
yüceltir. Kini, nefreti, ayırıcılığı yok eder. Veysel ister ki, bu vatanda
yaşayan herkes birbirini sevsin, barış içinde yaşasın. Hiç kimse, gönlünde kin
ve nefret tohumu yaşatmasın, kovup atsın içinden….
Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Hedef alıp dövüştüğün kardaşın
Seni yaralıyor attığın taşın
Herkes ilim deryasında yüzüyor
Çıkmış ayın çevresinde geziyor.
İlim kültür deryasına dalalım
Çevremize bakıp ibret alalım.
Kendi yaramıza derman bulalım.
Okuması yazması olmayan Veysel, cehalete karşıdır. O, bunun
eksikliğini kendi nefsinde tatmış, zorluklarını yaşamıştır. Her türlü kötülüğün
cahillikten kaynaklandığını bilen ozan, ona savaş açmıştır adeta, Her iyi şeyin
ancak eğitimle, bilgiyle, kültürle olacağına inanmış, ilim ve kültürü
insanlarımıza birinci hedef olarak göstermiştir. Dahası Veysel; cahil kişilerin
bir HİÇ olduğu görüşündedir:
Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz adamın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır.
İnsan bir deryadır ilim de mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
Cahil okur ama alim olamaz
Kamillik ilmini herkes bilemez
Hepimiz, her birimiz bir insan olarak bazı şeyleri yapmayı veya
bazı yerlerde bulunmayı çok isteriz. Bu isteğimiz olmazsa içimizde bu arzu bir
ukte olarak kalır.
Veysel de bir insan olarak memleketimizin en buhranlı günleri olan
Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş savaşına katılmayı çok istemiştir. İki gözünün
birden görmez olması bu isteğini gerçekleştirmesine engel oldu. Bu durum onun
içinde bir ukte olarak kaldı. Veysel vatanını-milletini seven bir insan olarak
bu durumdan çok rahatsız oldu. Akranları, arkadaşları, yaşlısıyla, genciyle;
kadınıyla, erkeğiyle tüm millet vatan savunmasına giderken Veysel’in köyde
kalması onu büsbütün çileden çıkardı. Veysel, bu durumdan öylesine rahatsız
oluyor ki, bunu şiirlerinde dile getirmekten geri kalmıyor:
İftihar ettiğim büyük muradım
Türk oğluyum! Temiz Türktür ecdadım
Şehit ismi yazılsaydı soy adım
Kanım ile mezarımın taşına
İsterdim hayatta düşmanla savaş
Milletime kurban olaydı bu baş
Nasip değil imiş şehitlik kardaş
İmanım, niyetim bana kafidir.
Olaydım cephede kahraman asker
Çalışırdım memleketin işine
Bizi bugün için beslemiş vatan
Ne mutlu bu yolda olaydım kurban
Çekilip karşıma çıkınca düşman
Süngü vursa idim düşman döşüne
Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolum, vermedi nöbet
Kılınç vurmak için düşman başına.
Bu rahatsızlığını sadece şiirlerinde dile getirmez Veysel. Bir
röportajında bunu açık açık söyler de: “Gençlik yıllarımda en büyük
üzüntüyü, Birinci Dünya Savaşı çıktığında yaşadım. Savaş başlayınca bütün köylü
asker oldu. Benim emsallerim de askere gitti. Yirmi yaşında olduğum halde
gözlerim görmediği için beni askere almadılar. Köyde yaşlı erkeklerle,
kadınlarla başbaşa kaldım. Çok müteessir oldum. Çok üzüldüm. Çok çektim. Onlar
memleket hizmetine gitti, ben köyde mahsun ve mahrum kaldım. Ben Allah’ın nasıl
kuluyum ki, bundan, bu vatan hizmetinden mahrum kaldım diye düşünerek çok acı
çektim.
“Sonra istiklal Savaşı oldu. O yıllarda ben yine köydeydim.
Bir iki yere gidip geldimse de önemsizdir”(*)
Aşık Veysel yedi yaşında gözlerini kaybediyor. Okuması yazması
yok. Hiçbir okuldan bir eğitim, öğretim almamış. Buna rağmen şiirlerinde
kullandığı dildeki ustalık, söyleşisindeki rahatlık ve incelik hayret edilecek
bir iştir. Veysel’i okuyunca insan, büyük okulları bitirmiş sözde şairlere
dudak büküyor.
Veysel, bu gücü nereden aldı? Bu ustalık ona nereden geldi? Bu
sorunun cevabını verme bir hayli güç. Ancak ondaki yeteneğin bir Allah vergisi
olduğu kesin. Sonra Veysel,çok duygulu bir insan. Duygu yüklü, hassas.
Söylediklerini hiçbir yapmacıklığa kaçmadan, yürekten, samimi olarak söylüyor.
Bir sanat yapma endişesi, şuna buna özenme ihtiyacı yok. Her şeyden önce
yerlie, milli… Türk halk şiirini çok iyi biliyor. Halk şiirimizin güçlü
temsilcilerini çok iyi tanıyor. Bu durum sevdiği şairleri sıralarken ilk üç
sırada Yunus’u, Emrah’ı, Dertli’yi saymasından da belli oluyor. Veysel’de öyle
dörtlükler var ki, on defa da okunsa insan her okuyuşta ayrı bir zevk alıyor:
(*) Yavuz Bülent Bakiler : Aşık Veysel
Göz ne ile görülmez duyulan sesler
Nereden uyanıyor bizdeki hisler
Şekilsiz, gölgesiz canlar, nefesler
Duyulan ne, duyuran ne,duygu ne?
——————————————
Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı, yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni.
………………………………….
Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
Beslesem elimde tuz ile seni
………………………………..
Balık olsan, takla atsan deryada
Düşersem toruma hız ile seni
………………………………..
Kuş olsan da kurtulmazsın elimden
Eğer görsem idi göz ile seni
—————————-
Dağlar çiçek açar Veysel dert açar
—————————
Ala gözlü bir sunaya kaş olsam
O zamanlar bana kıymet biçilmez
————————–
Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter, diken gül olmaz
Dız dız eden her sineğin bal’olmaz
Peteksiz arının balı yalandır.
Şiirin hasını yazan, Türkçe’yi elekten geçirircesine ustaca
kullanan Türk Halk Şiirinin en güçlü son temsilcisi Aşık Veysel Şatıroğlu’nu 21
Mart 1973 tarihinde kaybettik. Aşığın 28. Ölüm Yıldönümünü doğup öldüğü
Sivrialan Köyü’nde sade bir törenle yad ettik. Vatan-millet aşkıyla yanan bu
eşsiz insana milletimizin nice Aşık Veysel’ler çıkarması dileğiyle Allah’tan
rahmet dilerim. Ruhu şar olsun.


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: TÜRKLER’İN KULLANDIKLARI ALFABELER

Ocak 31, 2014 Okuma süresi: 10 dakika

1- GÖKTÜRK ALFABESİ

Türkçe’nin yazıldığı il alfabe, bugünkü bilgilere
göre Batı’da “runik” diye tanınan Göktürk alfabesidir. Bu alfabenin
eski Türk damgalarından doğduğu, dolayısıyla Türkler tarafından icat edildiği
kabul edilmektedir. Türkler arasında VII-IX. yüzyılla arasında yaygın olarak
kullanılmıştır. Bu yazıya Batı’da runik denmesinin sebebi harflerinin eski
İskandinav yazıtlarında kullanılmış ve runik alfabe diye adlandırılan yazınız
harflerine benzemesidir. Bu alfabe Danimarkalı William Thomsen tarafından
çözülmüştür. Göktürk alfabesiyle yazılan 732 yılında yazılan Kültigin abidesi
Türk edebiyatının yazılı ilk eseri sayılmaktadır.

38 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli, 26’sı
sessiz, 8’i ise bitişken harftir. İçinde yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) bulunan
sözleri doğru okuyabilmek için o sözleri önceden bilmek ve kestirmek gerekir.
Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitişmez;
taş ve eşya üzerine kazınmaya elverişlidir.

Göktürk

Arap

Latin

XX. yüzyıl başlarından itibaren
XX. yüzyıl başlarından itibaren
38 harf:  4’ü sesli, 26’sı sessiz, 8’i ise bitişken 
18 harf: 4’ü sesli 14’ü sessiz
29 harf: 3’i sesli 27’si sessiz
29 harf: 8’i sesli 21’i sessiz
40 harf: Her ülkede farklı harfler ve sayıları da değişik 
Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru
Harfler ayrı yazılıyor; kelimeler arasında “:” var
Harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimde yazılıyor; harfler bazen bitişik.
Harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimde yazılıyor; harflerin ayrı ve bitişik yazılmasının kuralları var.
Harfler ayrı veya el yazısında bitişik yazılabiliyor. Büyük ve küçük harfler diye farklı şekiller var.
Harfler ayrı, Latin alfabesine benzer yönleri fazla

Yakında verilecek

Yakında verilecek

TÜRK

2- UYGUR ALFABESİ

Türkler’in Göktürk alfabesinden sonra ve Arap
alfabesinden önce kullanmış oldukları yazı sistemleri içinde en önemli
alfabedir. VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan’dan İstanbul’a
kadar geniş bir alanda kullanılmıştır. Bu alfabe Ârâmî kökenli Soğd alfabesinden
çıkmıştır. Genellikle Uygur yazısı olarak bilinen bu yazınız diğer Türkler’ce
de kullanılmış olması mümkündür. Uygur alfabesi Türkçe^nin yazımı için
elverişli olmadığı halde 1000 yıl gibi uzun bir süre kullanılmıştır. Uygur
alfabesiyle yazılmış eserlerin çoğunu Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık’a ait
metinler meydana getirir. Bu alfabe Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra da
kullanılmıştır. Kutadgu Bilig denilen eserin üç nüshasından biri Uygur
harfleriyle yazılmıştır.

18 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli 14’ü sessiz
harftir. Arap alfabesinde olduğu gibi harfler başta, ortada ve sonda farklı
biçimde yazılmaktadır.

3- ARAP ALFABESİ

Tarih boyunca Türk diline uygulanan yazılar
arasında en uzun sürelisi, aynı zamanda en yaygın olanı ve muhtemelen Türkler’in
İslâm’a girmeye başladıkları IX. yüzyıldan itibaren kullanılmıştır. Hâlâ bu
alfabeyi kullanan Türk halkları vardır. Türkçe’yi Arap harfleriyle ilk defa
yazanlar Karahanlılar olmuştur. Mevcut bilgilere göre bu alfabeyle 
yazılan ilk metin Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserdeki yazılardır. 

4- LATİN ALFABESİ

1928’de Atatürk’ün yaptığı harf inkılâbıyla
Türkiye Türkçesi’nin yazımında kullanılan en son alfabe Latin alfabesidir. Bu
alfabe bugün Türkiye’den başka Kıbrıs ve Yugoslavya’daki Türkler’ce de
kullanılmaktadır. 

29 harften oluşan bu alfabenin 21’i sessiz, 8’i
sesli harftir. Sağdan sola doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitiştirilerek de
bitiştirilmeyerek de yazılabilir. Bu alfabede yer alan harfler asıl Latin
alfabesinden farklıdır. Asıl Latin alfabesindeki “q/Q”,
“x/X” ve “w/W” harfleri yoktur. Buna karşılık ı, ö, ü,
ğ, ç
ve ş harfleri vardır.

5- KİRİL (SLAV) ALFABESİ

Osmanlıca ve Türkiye dışındaki Türk dil ve
lehçelerinin yazımında Arap alfabesinden sonra en geniş ölçüde kullanılan
alfabedir. XVIII. yüzyıl başlarında Hristiyanlık’ı yaymak için Çuvaşlar’a giden
Ruslar bu dili kendi harfleriyle (Kiril) yazdılar. Eski Sovyetler Birliği
idaresindeki Türkler’ce 1937-1940  yılları arasında Stalin rejimi
tarafından bu alfabe kabul ettirilmiş ve her Türk boyu için farklı alfabeler
yapılmıştır. Bunun sonucunda Türkler arasında 20 ayrı Kiril alfabesi
kullanılmıştır. Bugün de bu alfabeyi kullanmaya devam etmektedirler. Ancak
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra alfabe değiştirme eğilimleri
kuvvetlenmiştir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında kültür alışverişini daha
sağlıklı yapmak için ortak alfabe çalışmaları devam etmektedir.


TÜRKÇEDE BİRLEŞİK FİİLLER VE ANLAM KAYMALARI

Ocak 10, 2014 Okuma süresi: 38 dakika

Bu yazıda üzerinde duracağımız konu Türkiye Türkçesinde birleşik fiiller ve
anlam kaymalarıdır. Bir gramer konusu üzerinde yazmak, okuyuculara bir edebiyat
konusu, bir edebî eser veya ilgi çekici başka bir güncel konuyu izlemek kadar
zevk vermeyebilir. Ancak, gramerin, dilin kuru bir kurallar bütünü olarak değil
de şekilden anlama uzanan çok yönlü ilişkilerin, dil ile düşünce arasındaki
sağlam bağlantının, dilin anlatım gücündeki enginlik, zenginlik ve güzelliğin,
konuşma ve yazma sanatındaki yaratıcılık ve inceliğin ayarlayıcısı olduğu
dikkate alınırsa, bu konudaki değerlendirmeler başka bir anlam kazanır. Dilin
matematiği sayılan gramer konuları da ilgi duyanlara zevk verebilir. Çünkü Türkçe,
kurallarındaki düzenlilik kadar yaratma gücündeki estetik değerler açısından da
çok verimli bir dildir.

Her dilde olduğu gibi bizim dilimizde de kök diye adlandırdığımız ana
dilden gelme temel kelime kadrosu oldukça sınırlıdır. Bu bakımdan zaman içinde
beliren yeni ihtiyaçları, yeni kavramları karşılamak ve söz varlığını
genişletip zenginleştirmek için, dilimiz, düzenli birtakım yollara
başvurmuştur. Bunlar:
1.Türetme
2. Birleştirme
3. Kalıplaşma
4.Yabancı dilden kelime alma (alıntı kelime = Lehnwort ve
yabancı kelime = Fremdwort biçiminde) yollarıdır. Bunlar içinde
“türetme” ve “birleştirme” dilimizin en işlek yeni kelime yapma
yollarıdır.
Bilindiği gibi türetmede, bir kelime kök veya gövdesi ile bir türetme ekinin
birleşerek eskisinden farklı anlamda yeni bir kelime ortaya koyması söz
konusudur: kol+luk, boya+cı, öz+lü, seç-im, yak-ış-ık+lı gibi.
Birleştirme yolu ile kelime yapımı ise, bir kelime ile bir eki değil, iki
veya daha fazla kelimeyi yan yana getirerek eskisinden farklı bir kavrama
karşılık olabilecek yeni bir kelime ortaya koymaktır. Birleştirme yolu ile isim
de fiil de yapılabilir. İsimlerin birleştirilmesi yolu ile yapılan birleşikler
“birleşik isim”, (çocuk bahçesi, kitap dolabı, salkım söğüt, aslanağzı,
babayiğit, turnagagası “bitki”, kaynana
vb.) diye adlandırılır.
Birleşik fiillere gelince: Bunlar, bir isim ile bir yardımcı fiilin veya iki
ayrı fiil şeklinin yahut da isim soylu bir veya birden fazla kelime ile bir
esas fiilin birleşmesinden oluşan ve tek bir kavrama karşılık olan fiil türleridir:
yardım et-, dikkat et-, iyi ol-, meşgul ol-, mecbur kıl-, kabul eyle-,
görebil-, yazıver-, bakakal-, almış ol-; göze gir-, gözden düş-, gözden sürmeyi
çek-
gibi.
Birleşik fiilleri, taşıdıkları birbirinden ayrı yapı ve anlam özelliklerine
göre kendi içinde dört alt sınıfa ayırmak mümkündür:

  1. Bir isim ile et-, ol-
    yardımcı fiillerinin veya esas fiil olma dışında yardımcı fiil alarak da
    kullanılan bul-, buyur-, eyle-, kıl-, yap- fiillerinin
    birleştirilmesi yoluyla kurulan birleşik fiiller: akın et-, göç et-,
    kul ol-, mecbur ol-, son bul-, kabul buyur-, dikkat buyur-, namaz kıl-,
    icra kıl-, doğum yap-, hesap yap-
    gibi.

Verilen örneklerde görüldüğü üzere, buradaki
yardımcı fiilin işlevi somut veya soyut bir nesneye ad olan bir ismi bir fiil
durumuna, bir oluş ve kılış hâline getirmektir. Bu kuruluşa birleşik fiil
denmesinin sebebi de iki farklı gramer biriminin kendi özel anlamlarını devam
ettirmekle birlikte birleşip kaynaşma yoluyla yeni bir kavrama karşılık
olmalarındandır.

  1. İkinci gruptaki birleşik
    fiiller, iki fiilin birleşmesinden oluşmuştur. Burada birinci fiil şekilce
    bir zarf-fiil kuruluşundadır. Buna yardımcı fiil olarak kullanılan ve esas
    fiile bitişik olarak yazılan bil-, ver-, dur-, yaz-, gel-, gör-, kal-
    gibi fiiller eklenmiştir: görebil-, alıver-, gidedur-, düşeyaz-,
    söylenegel-, yalvaragör-, bakakal-
    gibi.
Bu kuruluştaki birleşik fiillerde esas fiil kendi
anlamını korurken, yardımcı fiiller esas fiilin anlamına tasvir edici yeni bir
anlam özelliği katmıştır. Bunlar yeterlik, tezlik, süreklilik, yaklaşma
biçimindeki özelliklerdir.
  1. Üçüncü gruptakiler
    “karmaşık fiil” (Osm. mudil fiil) diye adlandırılan birleşik
    fiillerdir. Bunlar bir sıfat-fiil ile “öncelik”, “başlama” ve “niyet”
    gösterme işlevlerindeki ol- yardımcı fiilinin birleşmesinden oluşmuştur:
    anlamış ol-, bitirmiş ol-, utanır ol-, uğramaz ol-, söyleyecek ol-
    gibi.
  2. Dördüncü gruptakiler, isim
    veya isim soylu bir veya birden çok kelimenin, belirli gramer kalıpları
    içinde, bir esas fiil ile birleşerek bir anlam kaymasına uğrayıp kalıplaşması
    ile oluşan birleşik fiillerdir: göze gir-, gözden düş-, çile çek-, üste
    çık-, pamuk ipliğine bağla-
    gibi. Bizim bu yazıda üzerinde duracağımız
    birleşik fiiller asıl bu son grupta yer alanlardır. Yalnız konunun
    ayrıntısına inmeden önce gramerlerimizde ve fiil konusunu ele alan bazı
    araştırmalarda birleşik fiiller ile ilgili terimlendirme ve
    sınıflandırmada yer alan bir yanlış değerlendirmeye işaret etmek
    istiyoruz. Şöyle ki: Mevcut gramerlerin bir kısmında birleşik fiil başlığı
    altında, bizim yukarıda yalnız 1. ve 2. grupta verdiğimiz birleşikler
    üzerinde durulmuş. 3. ve 4. gruptakiler dikkate alınmamış veya bunlar
    arasına ayrı bir sınıflandırma yapılmadan 4. gruba giren bir iki fiil
    örneği de katılmıştır.

Diğer birkaç gramerimizde ise, 1. ve 2. gruptaki birleşik fiiller yanında
dördüncü gruptaki birleşik fiillere de ayrı bir alt bölüm ayrılmıştır. Ancak 1.
ve 2. gruptakiler “birleşik fiil” adı altında değerlendirildiği hâlde, dördüncü
gruptakiler anlam kaynaşmasına uğramış birleşik fiiller olarak verilmiştir.
Merhum hocamız Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu’na ait bir üçüncü tip
sınıflandırma biçimi de bizim dördüncü grupta ele aldığımız birleşik fiiller
ile birinci grupta belirttiğimiz et-, ol-, eyle- gibi yardımcı fiiller
ile kurulan birleşik fiillerin “Birleşik Fiil Tabanları” (Türkçenin Grameri,
TDK Yay., Ankara 1990, s. 310-318) başlığı ile aynı bölümde ele alınmış
olmasıdır. Banguoğlu, tasvir fiillerini Fiil konusunun alt bölümleri içinde
ayrıca ele almıştır. (a.g.e. s.488-494) Buna karşılık bazı gramerlerde
“karmaşık fiil” diye adlandırdığımız üçüncü gruptaki fiiller hiç yer
almamıştır.
Burada özellikle üzerinde durulması ve vurgulanması gerekli husus, birinci,
ikinci ve üçüncü gruptaki fiillerin sadece “birleşik fiil” olarak verilmesi,
dördüncü gruptakilerin de “anlamca kaynaşmış birleşik fiiller” olarak
adlandırılmasıdır. Bazı gramerlerde dördüncü grup yer almadığı için böyle bir
adlandırma da yoktur.
Bizce, birleşik fiillerin bir kısmının anlamca kaynaşmış birleşik fiil diye
adlandırılışı, ötekilerin bunun dışında bırakılması doğru değildir. Çünkü ister
isim olsun, ister fiil olsun, birleşik yapıdaki bütün kelimelerde bir anlam
kaynaşması vardır. İki ismin veya bir isim ile bir fiilin birleştirilmesi
yoluyla, eskisinden farklı anlamda yeni bir kavrama yeni bir karşılık bulma söz
konusu olduğuna göre, birleşik kelimeyi oluşturan ögeler arasında elbette bir
şekil ve anlam kaynaşması vardır. Nitekim erik ağacı, badem ağacı, salkım
söğüt, masa lâmbası, duvar saati
de birer birleşik kelimedir. Aslanağzı,
hanımeli, camgüzeli, kepçeburun, kadınbudu
da birer birleşik kelimedir. Her
iki türde de birer anlam kaynaşması vardır. Yalnız salkım söğüt, erik ağacı,
duvar saati
türündeki birleşiği oluşturan kelime ögelerinden her biri kendi
anlamlarını koruyarak birleşiğe katılmışlar ve her iki kelimenin anlamca
kaynaşması yoluyla yeni bir kavrama karşılık olmuşlardır. Kadınbudu,
camgüzeli, imambayıldı
tipindeki birleşiklerde ise, birleşiği oluşturan bu
iki kelime de benzetme yolu ile anlam kaymasına ve
kalıplaşmaya
uğrayarak kaynaşmışlardır. Birleşik kelimelerdeki bu inceliğin
uzun süre farkına varılmamış olması, birleşik kelimelerin kapsamını daralttığı
gibi, imlâlarında da birtakım yanılgı ve yanlışlıklara yol açmıştır.
Aynı durum fiiller için de söz konusudur. Akın et-, göç et-, memnun ol-,
son bul-, seyran eyle-, yürüyebil-, alıver-, bakakal-, gitmiş ol-, bekleyecek
ol-
gibi ilk üç gruba giren birleşik fiillerde de elbette ki anlam
kaynaşması
vardır. Ancak, bunlardaki anlam kaynaşması ya bir ismi fiil
durumuna getirme (kabul et-, memnun ol-, son bul-) veya temel fiildeki
anlama bir işlev inceliği, dolayısıyla da yeni bir anlam daha katma
biçimindedir (tutabil-, bakakal-, gidecek ol- vb.). Ayrıca birleşiği
oluşturan kelime ögeleri arasında bir anlam kaynaşması bulunduğu içindir ki,
bunlar eskisinden farklı yeni bir oluş-kılış kavramına karşılık
olabilmişlerdir. Bu nedenle yalnız dördüncü gruptaki fiillerin anlamca
kaynaşmış birleşik fiiller olarak gösterilmesi yetersizdir. Yukarıda
belirtildiği gibi; aslında bütün birleşik fiillerde bir anlam kaynaşması
vardır. Bu bakımdan birinci, ikinci ve üçüncü gruptaki birleşik fiiller ile
dördüncü gruptakiler arasında kaynaşma bakımından bir ortaklık söz konusudur.
Ancak, dördüncü grubu ilk üç gruptan ayıran temel özellik, bu gruptakilerin
önce birer anlam kaymasına uğradıktan sonra kaynaşıp kalıplaşmış
olmalarıdır. Söz gelişi gözden düş- artık somut anlamı ile “gözden
düşmek” değildir “itibar kaybetmek” anlamındadır. Deyimleşmiş ipe un ser-
birleşik fiilinde de somut olarak ne ip ne un ne de sermek
söz konusudur. Yalnızca “oyalamak” anlamındadır. Görülüyor ki dördüncü grupta
yer alan birleşik fiiller deyimleşmiş, deyimleşme niteliği kazanmış olan
fiillerdir. Bu belirgin özelliği dolayısıyla bunlara deyimleşmiş birleşik
fiiller demek daha doğru olur.

Anlam Kaymasına Uğramış ve
Deyimleşmiş Olan Birleşik Fiiller

Dilimiz anlam kaymasına uğrayarak kaynaşıp kalıplaşmış birleşik fiiller
açısından çok zengindir. Dildeki sayıları altı binin üstündedir. Taşıdıkları
özel anlamlar ile söz varlığımıza büyük bir zenginlik katmışlardır. Ama, ne
yazık ki bu konu, gramerlerimizde genellikle üç beş cümle ile geçiştirilmiş ve
üzerinde şimdiye kadar, yayımlanmamış bir iki çalışma dışında, derinlemesine
araştırma ve incelemeler yapılmış değildir.
Anlam kaymasına uğramış birleşik fiiller, gramer yapıları bakımından öteki
birleşik fiillerden ayrılan bazı özellikler taşır. Bunların belirli şekil
kalıpları vardır. Yüzyıllar boyunca şekilden anlama uzanan özel nitelikte birer
değişme sürecinden geçmişlerdir. Onların bu özelliklerini şekil yapılarından
başlayarak açıklamaya çalışalım:
Anlam kaymasına ve kalıplaşmaya uğramış birleşik fiiller, şekilce, bir isim
ve bir yardımcı fiille kurulan birleşik fiillere benzerler. Ancak, onlardan
ayrılan yönleri, fiilden önceki isim ögesinin sabit kalmaması, yalın olarak
kullanılabildiği gibi bir isim grubu hâlinde de bulunabilmesi ve işletme ekleri
ile genişletilebilmesidir. Bu özelliği dolayısıyla, fiilden önce gelen isim
ögesi, fiile bir özne, bir nesne, bir yer tamlayıcısı veya zarf görevi ile
bağlanabilmektedir. Ayrıca, fiilden önceki isim ögesi birden fazla da
olabilmektedir. İşte böyle bir birleşme şeklinin verdiği esneklik, birleşiği
benzetmeler, mecazlı kullanışlar veya somutlaştırma yolu ile anlam kaymasına
elverişli duruma getirmiştir.
Anlam kayması yoluyla oluşmuş bulunan birleşik fiilleri, fiilden önce gelen
isim ögelerinin sayısına göre:

I. Tek ögeli kalıplaşmış birleşik fiiller,

II. İki ögeli kalıplaşmış birleşik
fiiller,

III. Üç ögeli kalıplaşmış birleşik fiiller,

olmak üzere bir ön sınıflandırmadan geçirebiliriz. Bunlardan her birinin alt
gruplarını, birleşiğin isim ögesi ile fiil ögesi arasındaki birleşme
özelliklerine bakarak şöyle bir sınıflandırmadan geçirebiliriz:

  1. I. Tek Ögeli Kalıplaşmış
    Birleşik Fiiller:

1. Özne+fiil bağlantısı ile birleşenler:
Bu alt gruptaki birleşiklerde fiilden önce gelen isim veya isim grubu fiile ya
yalın hâlde ya da iyelik eki alarak bağlanmıştır. Bu durumda, birleşik fiil
içindeki isim veya isim grubu fiilin öznesi gibidir: Karın acık- (karnı
acık-), ders al-
“ibret almak”, ilham al-, bet beniz at-,
surat as-, kafası bozul-, eli ayağı çözül-, dili dolan-, gözü dön-, içi geç-,
kanat ger-, yüreği hopla-, uykusu kaç-, canı yan-
vb.

2. Nesne+fiil bağlantısı ile birleşenler:
Bu alt grupta fiilden önceki isim veya isim grubu, fiile bir nesne bağlantısı
ile bağlanmıştır: Can at-, bayrak aç-, iç aç-, kucak aç-, mendil aç-, savaş
aç-, akıl al-, boyunun ölçüsünü al-, gönül al-, yakışık al-, kazık at-, şafak
at-, sinek avla-, işin aslını astarını anla-, bel bağla-, parmak bas-, pabuç
bırak-, diş bile-, yüz bul-, boyun bük-,
vb. Bunlar yanında aç ağzını
yum gözünü
örneğinde görüldüğü gibi, fiilin nesneden önce geldiği yerler de
vardır.

3. Yer tamlayıcısı+fiil bağlantısı ile
birleşenler: Bu alt grupta, fiile bağlanan isim yönelme, bulunma ve çıkma hâli
ekleri alabildiği için bir yer tamlayıcısı niteliğindedir: Denize açıl-,
içine akıt-, avuç içine al-, dilinden anla-, baştan at-, çözüme bağla-, ağzına
bak-, kolayına bak-, bağrına bas-, dibe bat-, göze bat-, canından bık-, elden
bırak-, bir kaşık suda boğ-, göze çarp-, hesaba çek-, kabuğuna çekil-, Arap
saçına çevir-, çileden çık-, baştan çıkar-, canına değ-, dişe dokun-, suya
sabuna dokunma-, dut yemiş bülbüle dön-, birbirine düş-, korkuya düş-, feleğin
çemberinden geç-, başına gel-, insafa gel-, ipe sapa gel-, çıkmaza gir-, zora
koş-, ağızdan kaçır-, altta kal-, rafa kaldır-, ayağa kapan-, etliye sütlüye
karışma-, cana kıy-, ipten kazıktan kurtul-, yakasına sarıl-, yük altına sok-,
kapana tutul-, yuvadan uç-, açığa vur-, pusuya yat-
vb.

4. Zarf+fiil bağlantısı ile birleşenler:
Bu alt gruptaki kalıplaşmalarda, fiilden önceki isim fiilin zarfı görevindedir:
Kabak çiçeği gibi açıl-, kan ağla-, alttan al-, kesip at-, körü körüne
bağlan-, dik dik bak-, ağır bas-, özenip bezen-, yüzüstü bırak-, fırsat bil-,
dallanıp budaklan-, boş bulun-, gelip çat-, yüz akıyla çık-, elden ayaktan
düş-, boş geç-, görüp geçir-, görmezden gel-, yüz yüze gel-, başı boş gez-, eli
boş git-, dikine git-, yerinde gör-, aç kal-, apışıp kal-, yürekten inan-, köşe
bucak kaç-, şaşırıp kal-, at oynatmaya kalk-, direnmeye kalk-, kısa kes-, taş
kesil-, üstü kapalı konuş-, yürekten paylaş-, sarpa sar-, el üstünde tut-,
deliksiz uyu-, alıp ver-, boş ver-, kulak ver-, ekmek elden su gölden yaşa-,
kelle koltukta yaşa-, alıp yürü-
vb.

5. Fiil+özne+fiil bağlantısı ile
birleşenler: Bu türlü kalıplaşmış birleşiklerde, emir kipi biçimindeki fiilin
önde ve sonda tekrarlı olarak kullanılması ile anlam kayması daha da
güçlendirilmiştir: Uç baba torik uç, gel keyfim gel, ye kürküm ye gibi. Yorgan
gitmek kavga bitmek
deyimi de buna yakın bir şekildir.

II. İki Ögeli Kalıplaşmış Birleşik Fiiller:
Bu gruba giren birleşiklerde, fiilden önceki isim ögeleri birden fazla
olabilir. Buna göre bu gruptaki alt gruplar şöyle gösterilebilir:

1. Özne+nesne+fiil bağlantısı ile
birleşenler: İçi kan ağla-, eteği zil çal-, kan gövdeyi götür-, kendi
kendini kemir-, ağzı lâf yap-, yangın bacayı sar-, eli silâh tut-
vb.

2. Özne+yer tamlayıcısı+fiil
bağlantısı ile birleşenler: İş (işi) baştan aş-, el (eli) kana bulaş-, kanı
tepeye çık-, yumurta kapıya dayan-, el ayağa dolaş-, atı alan Üsküdar’ı geç-,
söz ayağa düş-, iş dayıya düş-, başı dara gel-, canı burnunun ucuna gel-, keyfi
yerine gel-, yakayı ele ver-, post elden git-, gözü arkada kal-, gözü yolda
kal-, ayağı yerden kesil-, yer yerinden oyna-, evdeki pazar çarşıya uyma-,
dünya başına yıkıl-
vb.

3. Özne+zarf+fiil kuruluşunda olanlar: Gözü
fal taşı gibi açıl-, gerisi vız gel-, benzi uçup git-, işi yolunda git-, gözü
dışarı kay-, ayağı buz kes-, sözü kısa kes-, dumanı baştan tüt-
vb.

İki ögeli kalıplaşmalarda, üslûp özelliği ve anlamdaki etkiyi artırmak amacı
ile özneyle ikinci öge durumundaki kelimeler yer değiştirebilir. Bazen de özne
kullanılmayabilir. Böylece, nesnenin, yer tamlayıcısının ve zarfın öne geçtiği
kalıplaşmalar oluşur. Şimdi bunlardan da birkaç örnek verelim:

4. Nesne+özne+fiil kuruluşunda
olanlar: Ağzını bıçak açma-, ağızdan çıkanı kulak işitme- (ağzından çıkanı
kulağı duyma-), yüreğini dehşet kapla-, yüreğini korku sar-, kafayı katır tep-
gibi.

5. Nesne+yer tamlayıcısı+fiil
kuruluşunda olanlar: Aklını başından al-, gemi azıya al-, kelleyi koltuğa
al-, işi inada bindir-, başını taşa çal-, ekmeğini taştan çıkar-, altını üstüne
getir-, dişini tırnağına tak-, dizgini elden kaçır-, öfkeyi tepeye sıçrat-,
aklını başına topla-, dizginini elinde tut-, ortalığı velveleye ver-, turnayı
gözünden vur-
vb.

6. Nesne+zarf+fiil kuruluşunda olanlar: Ağzını
hayra aç-, gözü dört aç-, ayağı (ayağını) denk al-, işi kestirip at-, kendini
ateşe at-, kılı kırk yar-, ağzını bir karış açık bırak-, işi tadında bırak-,
kendini yiyip bitir-, meydanı boş bul-, yüzü kara çıkart-, ana avrat düz git-,
dünyayı ayağa kaldır-, ortalığı kasıp kavur-, ayağını yorganına göre uzat-,
kaleyi içten fethet-, kaleyi içten yık-
vb.

7. Yer tamlayıcısı+özne+fiil kuruluşunda
olanlar: Başa (başına) iş açıl-, gözünden uyku ak-, ağızdan (ağzından) yel
al-, işin içinde bir bit yeniği bul-, zihinde şimşek çak-, her kafadan bir ses
çık-, yanaktan (yanağından) kan damla-, başına taş düş-, yüreğine korku düş-,
canına ot tıka-, tepesine gök yıkıl-
vb.

8. Yer tamlayıcısı+nesne+fiil kuruluşunda
olanlar: Başına dert aç-, başına iş aç-, ağızdan lâf al-, burnundan kıl
aldırma-, öküz altında buzağı ara-, ortada bir şeyler dön-, havanda su döv-
,
ağzında bir şey gevele-, kulağına kar suyu kaç-, canına can kat-, yoluna baş
koy-, aklına turp sık-, ağzına kilit vur-, elinden ekmek ye-
vb.

9. Yer tamlayıcısı+yer tamlayıcısı+fiil
kuruluşunda olanlar. Örnekleri çok sınırlıdır: Zihinden bir yana git-,
kuvveden fiile çıkar- (geçir-), renkten renge gir-, kalıptan kalıba dön-
vb.

10. Yer tamlayıcısı+zarf+fiil kuruluşunda
olanlar: Akıldan silip at-, komşunun malına (tavuğuna) yan gözle bak-, yere
sağlam bas-, ecelin koynundan sıyrılıp çık-, etrafta (etrafında) dört dön-,
içine kurt düş-, burnundan fitil fitil getir-, gözüne hoş görün-, havada
sallanıp kal-, kalaysız tencerede kavur kavur kavur-
vb.

11. Zarf+nesne+fiil yapısında olanlar: Beş
kuruşun hesabı için kırk takla at-, çul üstünde kir görünce baygınlık geçir-,
boş yere emek harca-, yüz bulup astar iste-, çayı görmeden paçayı sıva-, ağzı
ile kuş tut-, nabza göre şerbet ver-, bir taşla iki kuş tut-
vb.

12. Zarf+yer tamlayıcısı+fiil kuruluşunda
olanlar: Altından girip üstünden çık-, hıh deyip burnundan düş-, yer yarılıp
içine gir-, topal eşekle kervana karış-, öpüp başına koy-, nalıncı keseri gibi
kendini yont-
vb.

13. Zarf+zarf+fiil kuruluşunda olanlar: Doluya
koyup alma- boşa koyup dolma-, bir elle verip bir elle geri al-, ince eleyip
sık doku-, kendi başına ayakta dur-
vb.

14. Fiil+nesne+fiil kuruluşunda
olanlar. Bu gruptakiler sayıca pek sınırlıdır: Al takke ver külâh, al
abdestini ver pabucumu
vb.

III. Üç Ögeli Kalıplaşmış Birleşik Fiiller
Bu gruba girenler; yukarda gösterdiğimiz fiilden önce gelen ve onun anlamını
etkileyen özne, nesne, yer tamlayıcısı ve zarf gibi isim ögelerinden üçünün yan
yana gelmesi ile oluşan birleşiklerdir: Anasından emdiği süt fitil fitil
burnundan gel-
(veya anasından emdiği sütü fitil fitil burnundan
getir-), elini sıcak sudan soğuk suya sokma-, ayağını yere sağlam bas-, saça
sakala (saçına sakalına) ak düş-, şeytana pabucu ters giydir-, sol elden sağ
ele destek kalma-
vb.
Deyimleşmiş birleşik fiiller üzerinde yüksek lisans tezi hazırlamış ve bu
fiillerin bir listesini çıkarmış olan Deniz Öztürk1, yaptığı
taramalara dayanarak bu türlü fiillerin sayısının 6223 olduğunu belirtmektedir.
Bu kalıplaşmalarda 846 adet fiil esas anlamı dışında kullanılmıştır. Bu da
demektir ki, yukarda sıraladığımız örneklerde de görüldüğü üzere, aynı fiille
birden çok sayıda kalıplaşmalar gerçekleşmiştir. Deniz Öztürk’e göre söz gelişi
gel- fiili 192, düş- fiili 187, var- fiili 176, kal-
fiili 170, al- fiili 144, tut- fiili 110 farklı kalıplaşma yani
anlam değişmesi geçirmiştir.2 Bu durum, çeşitli yönlerde anlam
kaymasına uğramış olan fiillerin, Türkçenin kelime hazinesini zenginleştirme ve
anlatım gücünün sınırlarını alabildiğine genişletme açısından ne kadar etkili
olduğunu ortaya koyan somut bir tanıktır.
Kalıplaşma yolu ile oluşan birleşik fiillerin tek ögeli olanları 5700
civarında iki ögeli olanları da 517 civarındadır. Üç ögeli olanların sayısı
bunlara oranla hayli düşüktür.
Kalıplaşmış Birleşik Fiillerin Anlam Yapısı
Yukarda anlam kayması yoluyla kalıplaşan birleşik fiillerin gramer
yapılarını açıklamaya çalıştık. Şimdi biraz da bu birleşiklerdeki anlam
kaymasının nasıl gerçekleştiğini belirtmeye çalışalım:
Türkçe şekil bilgisinde ve eklerinin kullanılışında, yeni görev
dallanmalarına elverişli bir yapı özelliği taşıdığı gibi, anlam bilgisi
açısından da yeni gelişmelere imkân veren bir esnekliğe sahiptir. Bunların
dışında bir diğer yanı da anlatılması güç birtakım soyut kavramların
karşılanışında, somuttan soyuta yönelme eğiliminin ağır bastığı bir dil
olmasıdır. Bu temel özelliği dolayısıyla, pek çok soyut kavramı, somut
nesnelere benzetme veya somut olaylardan yararlanma yoluyla karşılamıştır. Bu
yol, daha çok soyut kavramı; baş, kaş, göz, kulak, burun, el, diz, ayak gibi
vücut organları ile yapılan hareketlerle anlatma veya dış dünyadaki elle
tutulur, gözle görülür çeşitli somut olaylara benzetme biçiminde kendini
göstermiştir. Soyut bir kavramın karşılanabilmesi için somut bir örnekten
hareket edilerek; benzetmeli, mecazlı kullanımların benimsenmiş olması, ister
istemez o somut anlatımın uzun zaman içinde bu özel kullanım biçiminden
kaynaklanan bir anlam kaymasına uğratmıştır. Böylece, anlamca birbirinden
farklı yeni kavramlara karşılık olan birleşik fiiller ortaya çıkmıştır. Bunu
bir iki örnekle açıklamaya çalışalım: Söz gelişi çamur at- birleşik
fiili, somut anlamda birinin üzerine çamur atmak demektir. Ama bu fiil benzetme
yolu ile bir insanı, sanki üzerine çamur atmış gibi kirletmek, lekelemek
anlamında kullanılmaya başlayınca anlam kayması yoluyla kalıplaşmış bir
birleşik fiile dönüşmüştür. İnce eleyip sık doku-“ bir şeyi en ince
ayrıntısına kadar araştırmak” ( O her zaman ince eleyip sık dokuyan bir
insandır.), gözü fal taşı gibi açıl- “hayrete düşmek, hayretten
donakalmak” (Kendisine anlatılan korkunç olaylar karşısında adamın gözleri fal
taşı gibi açılmıştı.), mekik doku- “bir iş için çok gidip gelmek” (Genel
Müdür iki dev firma arasındaki anlaşmayı mekik dokuma yöntemiyle
sağlayabildi.), pabuç bırak- “taviz vermek” (Bende eksik eteğe pabuç
bırakacak yüz var mı be! H. Taner, Keşanlı Ali Destanı, 61), dilde
(dilinde) tüy bit-
“bir görüşü kabul ettirmek için defalarca söylemek;
tekrar etmekten usanç gelmek” (Onlara bu işin nasıl başarılabileceğini
defalarca anlatmaktan artık dilimde tüy bitmişti.), kapıya dayan-
“tehdit etmek, gelip çatmak” (Ufuk’un ufak tefek, yamru yumru rençper babası,
öğretmenin kapısına dayandı. S. Çokum, Rozalya Ana, 100), defterini
dür-
“hesabını görmek, öldürmek” (Adamın defterini dürmüş hâlâ inkârda
direniyor.) gibi örneklerde de birleşik fiiller somut anlamdan ve somut
olaylardan soyut anlatıma yönelen gelişmelerle birer kalıplaşmış fiile
dönüşmüşlerdir.
Buna karşılık gözden düş- “sevgi ve ilgiyi kaybetmek”, göze
gir-
“birinin sevgi ve ilgisini kazanmak”, gözü dön-
“aşırı öfkeyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek”, göz dik- “bir şeyi
ele geçirmek isteğine kapılmak”, kem gözle bak- “biri hakkında iyi
şeyler düşünmemek, onu hor görmek” , kucak aç- “birini himayesine almak,
yardım etmek, kol kanat germek”, ayak dire- “inat etmek, bir şeyi
yapmakta veya yapmamakta ısrar etmek”, küçük dilini yut- “hayretten
donakalmak, şaşırmak, hayret içinde kalmak”, elden ayaktan düş- “kendi
işini yapamaz duruma gelmek”, içi kan ağla- “belli etmeden derin
bir üzüntü çekmek” birleşik fiillerindeki anlam kaymalarında da insan
organlarının elle tutulur, gözle görülür somut hareketlerinden
yararlanılmıştır.
Pire için yorgan yak- “küçük bir menfaat için büyük zarara
girmek”, bir taşla iki kuş vur- “girişilen bir hareket, bir
teşebbüs sonunda iki ayrı güzel sonuç almak”, sudan çıkmış balığa dön- “içinde
bulunduğu durumu yadırgamak, çok şaşırmak”, şamar oğlanına dön- “herkesin
kolayca çattığı, hıncını kendinden aldığı bir insan olmak”. Kabak çiçeği
gibi açıl-
“utangaçlıktan normal davranıştan sıyrılarak, birdenbire serbest
veya pervasız davranmaya başlamak” örneklerinde de tam bir benzetme yapılarak
yine bunların gerçek anlamları dışındaki mecazlı kullanışları etken olmuştur.
Kalıplaşmış birleşik fiillerde, bazen birleşiğin isim ögesi bir dereceye
kadar kendi anlamını korumuş, fiil ögesi anlam kaymasına uğramıştır: Kavga
çıkar-
“kavga etmek”, dile düş- “biri hakkında dedikodu
yapılmak, kötü şeyler söylemek”, pusuya düşür- “birine pusu kurarak
saldırmak, kötülük etmek”, göğüs geçir- “derinden iç
çekmek” gibi.
Daha yukarıda sıralanan örneklerde görüleceği üzere, diğer bir kısım
birleşiklerde ise, birleşiğin tümü birden anlam kaymasına uğramıştır: Başını
taşa çal-
“bir olaydan dolayı kendine veya başkasına çok öfkelenmek” (Bu
gün olanları duyunca başımı taşlara çaldım ama faydasız. (K. Tahir, Devlet
Ana
, 152), etekleri zil çal- “fazlasıyla sevinmek, çok sevinmek”
(Çocuklarının başarısından annelerinin etekleri zil çalıyordu.), birini
cebinden çıkar-
“kıyaslanan kişiden çok üstün olmak” ( Baksana bana! Senin
gibilerin on tanesini cebimden çıkarırım.), havanda su döv- “boşuna emek
vermek, boşuna uğraşmak”, ocağına düş- “birine sığınmak, birinden yardım
istemek”, hapı yut- “aldanmak, kötü bir duruma düşmek, müşkül bir
durumda kalmak” gibi.
Dilimizin fiil dışındaki öteki deyimlerinde olduğu gibi, kalıplaşmış
birleşik fiillerde de gerçekleşmiş sosyal olaylardan, bir hikâyeden veya eski
geleneklerden kaynaklanan kalıplaşmalar da vardır: Abayı yak-
“birine vurulmak, âşık olmak”, pabucu dama atıl- “değeri düşmek,
itibarı kalmamak”, altından Çapanoğlu çık-, baklayı ağzından çıkar- “gizli
tutulan, açıklanmak istenmeyen bir şeyi sonunda açıklamak” gibi.
Bu derginin sınırlı sayfaları içinde, sizlere, anlam kayması yoluyla oluşmuş
birleşik fiilleri, yapıları ve temel özellikleri ile kısaca açıklamaya
çalıştım. Yapılan açıklamaların ortaya koyduğu üzere, dilimiz anlam kayması ve
kalıplaşma yoluyla bir yandan söz varlığını alabildiğine zenginleştirirken bir
yandan da mecazlı ve sanatlı kullanım yolu ve somuttan soyuta uzanan bir
gelişme yöntemiyle kendi anlatım gücünü çok yüksek bir düzeye
ulaştırabilmiştir. Somut benzetmelerle fiil gruplarına yeni yeni anlamlar
yükleyerek ve karmaşık soyut kavramları kolayca karşılayabilme özelliği
dolayısıyla da, eğer deyim yerinde ise edebî eserlerde olduğu gibi dilimizde de
doğal bir sehl-i mümtenî (kolay gibi görünüp de aslında söylenmesi güç olan söz
sanatı)’nın gizli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır sanırız!
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Türkçemiz her türlü bilim, kültür ve sanat
gereksinimini karşılayabilecek bir yapı ve işleyiş özelliklerine sahiptir.
Yeter ki onun değerini bilelim ve Atatürk’ün de daha 1930 yılında “Türk dili
dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin.
” sözleri ve
güçlü bir önsezi ile dile getirdiği üzere, ona bilinçli olarak sahip
çıkabilelim…


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: TÜRKÇE’NİN ANLATIM GÜCÜ

Ocak 6, 2014 Okuma süresi: 24 dakika

Tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, farklı bölgelerde çeşitli
devletler kurmuş olan milletimiz, tabiatıyla bu bölgelerdeki milletlerle kültür
alış verişlerinde de bulunmuştur. Bu ilişkiler sonunda kültürde meydana gelen
değişmeler, kültürün taşıyıcısı ve en önemli göstergesi olan dile de yansımış,
Türk dili ile bu milletlerin dili arasında çok önemli oranlarda alış verişler
olmuştur. Türk dili ve kültürü birtakım değişmelere uğramış, ancak sağlam bir
temelinin bulunması dolayısıyla bu değişmeler özüne fazla etki edememiştir. Bu
temasların meydana geldiği dönemlerde Türk milleti, siyasî açıdan azınlık
durumunda kalmadığı için, azınlıkların ruh hâliyle kendilerini koruma ve bu
sayede yok olmaktan kurtulma içgüdüsüyle davranmamış ve bu yüzden yabancı
etkilere açık kalmıştır. Kültürel temasların olduğu dönemlerin pek çoğunda
asker ve nüfus bakımından daha güçlü bir durumda olanlar Türklerdir. Yakın
tarihlere kadar Türklerin azınlık durumuna düştüğü ve bu sebeple yok olmamak
için kendi kültürel değerlerini koruma kaygısı taşıdığı, yani azınlık
psikolojisiyle davrandığı dönemler pek görülmez.

Ayrıca çeşitli din değişiklikleri esnasında, Türklerin, karakter özelliklerinin
bir sonucu olarak yeni dinlerini bütün samimiyetleri ve dürüstlükleriyle
benimsedikleri, bu yeni dinin kendisinden önce ortaya konmuş kültürel
değerlerini hiç yadırgamadan kabullendikleri görülür. Özellikle İslâmiyetin
benimsenmesinden sonra, Müslüman milletlerin bizden önce ortaya koydukları
medeniyetin en sadık ve en dürüst koruyucuları durumuna gelmişlerdir.

Bütün sosyal olaylar gibi kültürde ve dilde meydana gelen değişmeleri de,
sadece bir iki sebebe bağlamak mümkün değildir. Ayrıca tarihî bir olay
değerlendirilirken, bugünün şartları değil, o günün şartlarını göz önüne almak
gerekir. Arap ve Fars dillerinin Türkçe üzerinde niçin daha fazla etkili
olduklarını veya bugün batı dillerine karşı Türkiye’de ortaya çıkan hayranlığın
sebeplerini araştırırken de, bütün tarihî, sosyolojik, kültürel faktörler
hesaba katılmalıdır. Meseleye böyle bakılınca, yabancı dillerin Türkçe
üzerindeki etkilerinin sebepleri arasında, Türklerin azınlık durumunda
kalmamaları yüzünden “kültürlerini ve dillerini koruma kaygısı taşımamaları” ve
“yeni din ve kültürleri, karakterlerinin gereği olarak bütün samimiyetleri ile
benimsemeleri” şeklinde özetleyebileceğimiz sebepleri de sayabiliriz. Olumsuz
sonuçlar doğuran ve Türkçenin yeterince gelişmesini engelleyen bu tesirin,
böyle bir ruh hâlinin yarattığı anlayıştan kaynaklandığını söylemek yanlış
olmaz. Ancak bu etkiye yol açan yazı, vezin, ortak medeniyet, vb. gibi başka
tarihî ve sosyal sebepler de elbette bulunmaktadır

Gerçekler böyle iken bir kısım insanlarımızın dilde görülen alış verişleri
Türkçenin fakirliğine dayandırmaları, bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır.
Türkçeyi yeterince tanımayanlar, İngilizce, Almanca gibi dillerin birkaç yüz
binlik kelime varlığına karşılık Türkçenin 50-60 binlik bir kelime hazinesinin
bulunduğunu, dolayısıyla fakir bir dil olduğunu savunurlar.

Türkçenin bilim dili olamayacağını veya fakir bir dil olduğunu ileri sürenlerin
dayandığı ilk nokta, kelime varlığımızın yetersiz olduğu düşüncesidir.
Sözlüğümüzün 50 bin civarındaki kelime kadrosunu İngilizce ile kıyaslayanlar,
“Türkçe zengin bir dil değildir.” şeklindeki kanaatlerini ispatladıklarını
sanırlar. Oysa “bu acele verilmiş hüküm bir dilin gücünü sadece o dildeki
kelime sayısıyla ölçmek demektir ki böyle bir kabul dil bilimine göre tamamen yanlıştır.”
Sözlükte yer alan kelimelerin sayısına dayalı bir karşılaştırmada durum,
Türkçenin tarih boyunca ve bugün şuurlu bir şekilde işlenmemesinden dolayı
Türkçenin aleyhine göründüğü için, iddia sahiplerini haklıymış gibi
gösterebilir. Nitekim Türkçenin bugünkü durumuna ilişkin değerlendirme yapanlar
bu kaygılarını dile getirirler: “Türkçe bu asrın başında 100 bin kelimelik dev
bir dil iken şimdi 20 binlere kadar düşmüştür. Oysa bu asrın başında 80 bin
civarında olan İngilizce şimdilerde 400 binin üzerinde bir kelime hazinesine
sahiptir.” Dil Bayramındaki bir konuşmasında Hamza Zülfikar, “80 bin kelimelik
Osmanlı kamuslarından 1940’ta 15 bin kelimelik Türkçe Sözlük’e gelindiği bir
gerçektir.” şeklindeki ifadesiyle, karşılaştırma amacı gütmeden, sadece Türkçenin
1940’lı yıllarda meydana gelen hızlı değişmeden dolayı içine düştüğü durumu
haklı olarak belirtiyor.

Öncelikle bu ifadelerde hem Türkçe, hem İngilizce için verilen rakamların
Türkçenin aleyhine, İngilizcenin lehine çok abartılı olduğunu belirtmek gerekir.
Türkçenin gerçek söz varlığı hangi çalışma ile kesin olarak tespit edilmiştir?
Mehmet Hengirmen, 1988 yılında Türk Dil Kurumunun yayımladığı sözlükte ortalama
60 bin sözcük bulunduğunu söyler. Yazarın yer verdiği İngilizcenin üç
sözlüğündeki kelime sayısı da Redhouse 1968’de 160 bin, Cambridge İnternational
Dictionary of English 1995’te 100 bin, Webster’s New World Dictionary 1970’te
80 bin” şeklindedir.

XI. yüzyılda yazılmış olan Divan ü Lugati’t-Türk’te yer alan kelimelerin sayısı
8624’tür. Oysa aynı dönemde hazırlanmış bir Lâtince-İngilizce sözlükte yer alan
kelime sayısı 3000’dir. Türkçedeki kelime sayısı, bu dönemde, İngilizcedeki
sayının yaklaşık üç katı kadardır. Üstelik Kaşgarlı Mahmut, eserinde, canlı
dilde yaşamayan ve Türkçe kökenli olmayan kelimelere yer vermediğini de
belirtir. XI. yüzyılın bu güçlü dili yukarıda belirttiğimiz çeşitli sebeplerle
gerektiği şekilde işlenmediği, yüzyıllarca ihmal edildiği halde bugünkü
durumuna gelmiştir. Türkçemiz bugün, Türkçenin ilim dili olamayacağını,
Türkçenin fakir bir dil olduğunu savunanların iddia ettiği kadar vahim bir
durumda değildir.

Türkçe bütün olumsuzluklara rağmen, günümüz dünya dillerinin hiçbirisinden
geride değildir. Kelime sayılarına dayalı bir karşılaştırma, Türkçenin yapı ve
işleyişinden dolayı bütün kelime ve kelime değerinde olan anlatım araçları
sözlüklerde yer almadığı için gerçek ve doğru sonuçlar ortaya koyamaz. Sözlükte
yer almayan veya hepsi sözlüklerde yer almayan, ancak her biri diğer kelimeler
gibi birer anlatım aracı olan Türkçenin gizli diyebileceğimiz çok geniş bir söz
varlığı bulunmaktadır. İlk bakışta, sözlüklerde yer almadığı için görülmeyen bu
söz varlığını şöyle gruplandırabiliriz:

1- Türkçe bilindiği gibi sıfat-fiil ve zarf-fiil ekleri bakımından zengin bir
dildir. Hemen hemen bütün fiillerle kullanılabilen 20 civarındaki işlek
sıfat-fiil ve zarf-fiil ekimiz, cümle içinde kullanılan geçici kelimeler
türetmekte ve bu kelimeler isim, sıfat, zarf, vb. olarak kullanılmaktadır.
Türkçede bulunan fiil sayısının 20 katı kadar kelime Türkçenin kelime
hazinesine bu eklerle kazandırılmaktadır. Ancak bu eklerle türetilen kelimeler,
cümle içinde kullanılan geçici kelimeler oldukları için sözlüklerde yer
almamakta, kelime sayısı belirlenirken göz önüne alınmamaktadırlar. Bu eklerden
“imek” fiiliyle kullanılan “-ken” zarf fiil eki, sadece fiil tabanlarına değil,
hem çekimli fiillere ve hem de isimlerin bulunma hâli eki almış şekillerine
eklenerek onların cümlede zarf olmalarını sağlamaktadır. Oysa bu kelimelerden
sadece sıfat-fiil eklerinin kalıplaşması sonucu oluşmuş kalıcı kelimeler
sözlüklerde yer alır.

2- Türkçede isim soylu kelimelerin hepsi cümle içinde isim, sıfat, zarf, zamir
olarak ve hatta bir kısmı çekim edatı olarak kullanılmaktadır. İsim, sıfat,
zarf, zamir, çekim edatı görevleriyle kullanılan bu kelimeler arasında
morfolojik bir fark bulunmamaktadır. Herhangi bir isim kullanılışta hiçbir
şekil farklılığına uğramadan bütün bu türlerde cümlede yer alabilmektedir.
Cümledeki yerine ve görevine bağlı olarak farklı bir türde kullanılan ve
dolayısıyla farklı bir anlam kazanan kelime, sözlükte sadece bir yerde madde
başı olarak yer almaktadır. Bazı dillerde ise her hangi bir isim, sıfat olarak
kullanılınca morfolojik bir farklılığa uğramakta, dolayısıyla sözlüklerde ayrı
bir madde başı hâline gelmektedir. Kelime sayısına dayalı olarak Türkçe ile bu
yapıdaki başka dilleri karşılaştıracak olanların Türkçenin bu özelliğini de göz
önüne almaları gerekir. İsimlerle kullanılan “-ki aitlik eki” hem yalın hâlde
bulunan ve hem de bazı hâl eklerini almış bulunan isimlere getirilerek bu
kelimelerin türünü değiştirip cümle içinde sıfat veya zamir olarak
kullanılmalarını sağlamaktadır.

3- Türkçede varlıkları, kavramları ve hareketleri tamlamalardan faydalanarak
isimlendirmek çokça başvurulan bir yoldur. Belirtisiz isim tamlaması, sıfat
tamlaması, birleşik fiil, isnat grubu, kısaltma grupları yapısında karşımıza
çıkan bu dil birlikleri, tek kelimeler gibi bir anlatım özelliğine sahiptir.
Varlık, kavram ve hareketlerin ifadesi için kullanılan bu gruplar bir kelimeden
oluşmadıkları için çoğu zaman sözlüklerimizde madde başı olarak yer almazlar.
Türkçenin söz dizimi yapısının dile kazandırdığı bu zenginliği, imlâ
kurallarımızın gereği olarak bu dil birliklerini ayrı yazmamız, onları dilin
söz dağarcığına dahil etmemize engel olmamalıdır. Nitekim Almanca ile yazılmış
herhangi bir gazete yazısı veya makaleye göz attığımız zaman, kelimelerin
önemli bir kısmının birleşik kelimeler olduğunu görürüz. Aradaki fark, onlar
bir kavramı, bir varlığı isimlendiren bu yapıdaki kelimeleri hemen birleştirir,
bitişik yazarlar; bizde ise büyük kısmı ayrı yazılır. İmlâ Kılavuzu’nda bu
konuyla ilgili kurala yer verilirken, başta şu açıklama yapılır: “Birleşik
kelimeler yazılış bakımından bitişik yazılanlar ve ayrı yazılanlar olmak üzere
ikiye ayrılır. Bitişik yazılan birleşik kelimelere bitişik kelime adı verilir.”
Bitişik yazılmayan birleşik kelimeleri, imlâ kuralı dolayısıyla ayrı
yazıldıkları için yok saymak, Türkçenin söz dizimi yapısının dile kazandırdığı
bu zenginliği göz ardı etmek ne kadar doğru bir değerlendirme olur? Türkçenin
sadece bitişik kelimeleri değil, birleşik kelimeleri de, kelime sayısının
belirlenmesinde göz önüne alınmalıdır.

Türk Dil Kurumunun, dilimize son zamanlarda giren yabancı kelimelere bulduğu
karşılıklar içinde yer alan ve iki kelimeden oluştuğu için bazı kişilerin
eleştirdiği kelimeleri Ahmet Bican Ercilasun, “Göz kapağı ile kaş arasında
organ olmak bakımından hiç fark yoktur; ama biri için tek kelime, diğeri için
iki kelime kullanıyoruz. Buna karşılık İngilizcede kaş için iki kelime
“eyebrow” kullanılıyor.” ifadeleriyle savunur. Şunu da belirtmek gerekir ki,
Türkçeye batı dillerinden giren ve adı geçen eserde, Türk Dil Kurumu tarafından
uygun görülen karşılıkları verilen yabancı kelimelerin küçümsenmeyecek bir
kısmı iki kelimeden oluşmaktadır.

Türkçenin söz diziminin bu özelliği, daha da önemlisi bir imlâ kuralı
dolayısıyla bitişik yazılmayan ve sözlüklerde madde başı olarak yer almayan
birleşik kelimeleri yok saymak, sonra da Türkçenin fakir olduğu iddiasında
bulunmak doğru bir değerlendirme olmaz.

Türkçenin fakirliğine hükmedenlerin yaptığı gibi, Türkçe ile başka dilleri
kelime sayıları bakımından karşılaştırmak amacında değiliz. Ancak bu tür
karşılaştırmaları yapanların da biraz insafsızca ortaya koydukları ve
genellikle Türkçenin aleyhine verilen rakamların doğru olmadıklarını belirtmek
gerekir. Daha önemlisi dilin gücü sadece kelime sayısına dayandırılarak ortaya
konamaz.

Türkçeyi fakir sayanlar, bir dayanak noktası olarak da, başka bir dilden
Türkçeye yapılan tercümeler sırasında çekilen güçlükleri göstermektedirler.
Oysa bir dilde yazılmış herhangi bir metni başka bir dile çevirmenin her zaman
birtakım zorlukları vardır. Bu gerçek fakir bir dilden zengin bir dile
yapılacak tercümeler için de söz konusudur. Çünkü her milletin varlıklar ve
kavramlar dünyası ve bunları ifade şekilleri farklıdır. Farklı kavram ve
hareketleri olan, kendine özgü deyim ve kalıplaşmış ifade şekilleri olan bir
dille yazılmış metin, daha zengin bir dile çevrilse bile, çevirenin bazı
noktalarda zorlanması tabiîdir. Hele çevirici kendi dilinin ifade imkânlarını
yeterince bilmiyorsa, çevirme işi daha da güçleşir. İşte bu güçlük bir kısım
aydınlarımız arasında Türkçenin fakir olduğu kuruntusunu doğurmuştur. Dil
şuurundan yoksun olanlar, bu durumda, kolay yolu seçerek, o dildeki kelimeleri
yeğlemektedirler.

Eski Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi yazı dillerinin
anlatım gücü, sadece o dönemin diğer dillerine göre değil, belki günümüzdeki
pek çok dile göre daha geniştir. Bu zengin dilde yer alan kelime hazinesinin
bir kısmı Türk aydınları tarafından yabancı kelimelere feda edilmiştir. Bu
dönem yazı dillerinin söz varlıkları Doğan Aksan tarafından, Türkçenin Söz
Varlığı adlı eserde çeşitli yönleriyle dile getirilmiştir. Bu eserinde yazar,
Türkiye Türkçesinin ve tarihî Türk yazı dillerinin, söz varlığı bakımından
zenginliklerini incelemekte; Türkçenin ikilemeler, deyimler, türetme gücü, çok
anlamlılık, terimler, kalıplaşmış sözler, atasözleri gibi çeşitli yönlerden
zenginliklerini ortaya koymaktadır. Onun belirttiği bu unsurlara, Türkçenin
yukarıda saydığımız özelliklerinden ortaya çıkan zenginliklerini de katmak
gerekir. Biz burada sadece Uygur Türkçesinden rastgele seçtiğimiz herhangi bir
fiilden türetilmiş kelimeleri örnek olarak vermekle yetineceğiz. Ahmet
Caferoğlu’nun Eski Uygur Türkçesi adlı eserinde “kör- “ fiilinden türetildiği
anlaşılan şu kelimeler yer alır: körgle (güzel), körglüg (görünen, güzel manzaralı),
körgür (göster-), körk (güzellik, endam, nişan, biçim, kıyafet), körket-
(göster-), körkdeş (güzellikte, endamda eş), körkitdeçi (gösteren, kılavuz),
körkit- (göster-), körkle (güzel, dilber), körkle (güzelleş-), körklüg
(güzel,gösterişli), körksüz (çirkin, yakışıksız), körkür- (göster-), körkmeklig
(görme), körmez (kör), körügse- (görmek iste-), körtgür- (göster-), körtle
(güzel, dilber, prenses lâkabı), körtrek (daha güzel), körtük (âşık, seven),
körük veya körüg (casus; güzellik, görüş), körüm (rüya, görünüş; piyes,
görülecek olan şey), körünçle- (sergilemek, teşhir et-, sahnele-),
körünçlegülük (teşhire lâyık, göstermeye değer), körünçlük (sergi iskelesi,
üzerinde eşya sergilenen pano, sahne), körün- (görün-), körüş- (görüş-),
körünççi (seyirci). Ayrıca yine bu fiilin köküyle ilgili olan “köz, köze-
(arzula-), közet- (gözet-, sakla-), közetçi (muhafiz), közkiş- (birbirini
gör-), köznek (akis), közsüz (kör), közünç (ünlü), közüngü (ayna).

Ne yazık ki Türkçenin bu türden binlerce kelimesi zamanla terk edilmiş,
yerlerine yabancı karşılıkları konmuştur. Terk edilen bu türdeki on binlerce
kelime bir tarafa, Türkçenin bir dönemlerinde kullanılmış, her biri belki
binlerce kelime kazandıracak pek çok yapım eki de bugün unutulmuş ve terk
edilmiştir. Meselâ Divan ü Lugati’t-Türk’te, isimlere getirilerek, o isimle
belirtilen kavram veya varlığı özleme veya o ismin kökünü teşkil eden fiilin
belirttiği hareketi yapmayı isteme anlamında, “itise-, açısa-, içise-, ıdısa-,
ahsa-, urusa-, üzüse-, aşısa-, agısa-, ewse-, ewise-, ukusa-, egise-, ögüse-,
üküse-, alısa-, ölüse-, ılısa-, emise-, enise-” fiillerini türeten -sA eki,
sıfatları derecelendiren -rAk eki, vb. Talat Tekin, bu konuyu; “Dilimizdeki
yapım eklerinin yarıdan çoğunun işlek olmamasının, daha doğrusu bunların
işlekliğini yitirmiş olmalarının nedeni, Osmanlı aydın ve okumuşlarının
yüzyıllarca Türkçe köklerden Türkçe eklerle kelime yapmamış, türetmemiş
olmalarıdır.” şeklindeki ifadesiyle dile getirir.

Gerçekten de bu zengin dilin yerini, Osmanlılar döneminde, önemli oranda Arapça
ve Farsçaya dayanan bir dil almıştır. Zengin ifade imkânlarına sahip olan
dilimiz bu dönemde şuurla işlenmediği için gelişmemiştir. Dilimiz gelişmediği
için de önemli bilimsel eserler ortaya konamamıştır. Çünkü, yabancı dille eğitim
çok emekle az bilgiye ulaşılan ve düşünme yeteneği kazandırmayan, hazır
kalıpları ezberlemeyi gerektiren bir eğitimdir. Ne yazık ki Türkiye’de bugün de
aynı durum yaratılmak istenmektedir. Orta öğretimde ve üniversitelerde,
Türkçenin dışındaki dillerle eğitim teşvik edilmektedir. İngilizler
fethettikleri ülkelerde, “İngiliz kültürünü yaymak, sömürgesi olan ülkenin ana
dilinin gelişmesini önlemek, yerlilerin düşünme ve üretme yeteneklerini
sınırlandırmak, onları anlamadan ezberlemeye mecbur etmek ve İngiliz kültür ve
medeniyetinin üstünlüğünü kabul ettirerek onlarda aşağılık duygularını
geliştirmek” amacıyla yabancı dille eğitimi orta ve yüksek öğretimde zorunlu
kılmışlardır.

Osmanlı aydınlarının dil şuurundan yoksun bu davranışları, bugün de bazı
aydınlar tarafından devam ettirilmektedir. Osmanlılar döneminde çeşitli sosyal
ve siyasî nedenlerle ve özellikle, yanlış veya doğru dinî bir anlayışla Arapça
ve Farsçaya yönelik olan bu eğilimin, bugün yönünün değiştiği ve kanaatimizce
yıllarca sinsi bir şekilde yaratılan aşağılık duyguları sonucunda batı
dillerine doğru kaydığı görülmektedir.

Bu düşünceden hareketle Türkçenin bilim dili olup olamayacağı, ne yazıktır ki
bir kısım Türk aydınının (!) tartışma konularını oluşturur.

Kanaatimizce, bugün Türkçenin bilim dili olamayacağını iddia edenlerin içinde
bulunduğu gaflet ve cehalet, Kurtuluş Savaşı döneminde İngiltere’nin veya
Amerika’nın mandacılığını isteyenlerden kat kat ileridedir.

Aydınlarımızın bu tutumlarına karşılık, yabancıların bu konulardaki hassasiyetleri,
dile sahip çıkma bakımından bizimle onlar arasındaki farkı gözler önüne
sermektedir. Bununla ilgili olarak, Fransızların çıkardığı Ağustos 1994 Tarih
ve 94-665 Sayılı Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa’da yer alan “Yabancı
bir dilde yazılması zorunlu olan sözleşme, belge, bildiri gibi yazıların
Fransızca çevirileri ya da özetleri de yer alacak; bu sözleşmelerde, yabancı
dilden bir deyime yada sözcüğe; bu deyim ya da sözcüğün aynı anlamda Fransızca
bir karşılığı bulunuyorsa ve özellikle bu karşılık, Fransız dilinin
zenginleştirilmesiyle ilgili tüzük hükümlerinin öngördüğü koşullara da uygun
ise yer verilemez.” şeklindeki ifadelerini hatırlatmak yeterlidir. Bizde ise
Yüksek Öğretim Kurulunun 2547 Sayılı Yasa Taslağı’nda yer alan puanlandırma
sistemine göre; “Türk dili ile yazılan inceleme ve araştırma eserlerinin, sırf
dili dolayısıyla ikinci sınıf bir değerlendirmeğe tâbi tutuldukları”
görülmektedir. Bu iki örnek, bugün de Türkçeye sahip çıkılmadığını ve
insanlarımızın Türkçe’yi bilmedeki ve kullanmadaki yetersizliklerinin suçunu
Türkçenin üzerine attıklarını göstermektedir.

Bütün boylarıyla milletimizin adı olduğu için bütün Türk şivelerinin söz
varlığını kapsaması gereken “Türkçe” ismini, burada sadece Türkiye Türkçesi
yazı dilinin adı olarak kullanıyoruz. İfade ettiğimiz bu zenginlikler sadece
Türkiye Türkçesine has zenginliklerdir. Türkçenin bütün şivelerinin söz
varlığını kapsayan sözlükler bir tarafa, Türkiye Türkçesinin çeşitli
dönemlerine ait bütün klâsik eserlerinde yer alan kelimeleri kapsayan sözlükler
bile hazırlanmadan; Türkçenin kelime varlığını sadece bir dönemde yazı dilinde
kullanılan kelimeleri içeren sözlüklerdeki sayıyla sınırlayıp, sonra da bunları
başka dillerin bütün ağızlarındaki, bütün şivelerindeki, bütün klâsik
eserlerindeki kelimeleri kapsayan sözlüklerdeki sayıyla karşılaştırmak doğru
olur mu?

Dilimiz tarih boyunca aydınlarımız tarafından çeşitli sebeplerle şuurlu bir
yaklaşımla işlenmediği hâlde bugün hiçbir dünya dilinden daha geride değildir.
Türkçenin bütün klâsik eserlerinde yer alan kelimelerini içeren eksiksiz bir
sözlüğü hazırlanmamıştır. Yapısı dolayısıyla anlatım gücünü artıran ögelerin
pek çoğu göz ardı edilmekte, sözlüklerde bu unsurlara yer verilmemektedir.
Yanlış bir yaklaşımla hazırlanmış bu eksik sözlüklerden hareketle Türkçeyi
kelime sayısı bakımından yabancı dillerle karşılaştırmak ve sonuçta Türkçenin
fakir bir dil olduğunu iddia etmek, yanlış bilgilere dayalı yanlış
değerlendirmelerdir. Türkçeyi yeterince bilmedikleri için böyle bir iddiada
bulunanlar, kendi kusurlarını Türkçenin omuzlarına yüklemek gibi bir
haksızlıkta bulunmaktadırlar


Türkçe Kelimelerin Yazılışındaki Bazı Kurallar

Aralık 29, 2013 Okuma süresi: 34 dakika

1- Cümle içinde geçen ay ve gün
adları küçük harfle yazılır. Belli bir tarihi işaret eden ay ve gün adları
büyük harfle yazılır. 29 Mayıs 1453 yılının Salı günü.


2- Milli ve dini bayramlar büyük harfle başlar. Ramazan Bayramı, Kurban
Bayramı, Cumhuriyet Bayramı.


3- Belli günlerin isimleri cümle içinde oldukları zaman büyük harfle
başlanılarak yazılır. Anneler Günü, Nevruz, Tiyatro Günü.


4- Milletlerin, boyların, oymakların, dil ve lehçelerin adları büyük harfle
başlar. Türk, Kırgız, Tatar, Alman, Türkçe, Almanca, Hintçe, Latince.


5- Din ve mezhep adları da büyük harfle başlar. Müslüman, İslamiyet, İslamlık,
Hristiyan, Katolik.


6-Akrabalık adları bildiren kelimeler küçük harfle yazılır. Sevgili kardeşim,
Ayşe teyze, Saim amca.


7- Mektuplardaki hitap cümlelerinde ilk kelime büyük harfle başlar, ondan
sonrakiler özel isim değilse küçük devam eder. Değerli dayıcığım, Sevgili
kardeşim.


8- Resmi yazılarda hitapların birinci kelimesi ve ondan sonra gelen isim soylu
kelimeler büyük harfle başlar. ‘Sayın Başkan, Sayın Müdür. 9- Levhalar ve
açıklama yazıları büyük harfle başlar. Levha yazıları birkaç kelimeden
oluştuğunda ilk kelime büyük harfle başlar. Giriş, Çıkış, Vezne, Doktor,
Başkan.


10- Gazete, dergi, kitap adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar. Özel
ada dahil olmayan sözler büyük harfle başlamaz. Milliyet gazetesi, Türk Dili
dergisi.


11- Kişi isimleri ve soy isimleri büyük harfle başlar. Mehmet Akif Ersoy, Ziya
Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı, Ömer Seyfettin. Unvan ve sayı bildiren isimler
büyük harfle başlar. Öğretmen Hüseyin, Profesör Kenan, Dr. Coşkun, Binbaşı Ali,
Hamdi Bey, Mustafa Efendi, Zeynep Hanım.


12-Tarihe geçmiş kişilerin belirlenmiş, bilinen unvanları, lakapları da büyük
yazılır. Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet, Nişancı Mehmet Paşa, Safiye
Sultan, Şeyhülislam Esad Efendi, Gazi Osman Paşa, Mimar Sinan.


13- Kişilerin takma adları (mahlas) büyük yazılır. Avni: (Fatih Sultan Mehmet)
– Muhibbi: (Kanuni Sultan Süleyman) Tarhan: (Ömer Seyfettin) – Mehmet Ali Sel:
(Orhan Veli Kanık) – Aydede: (Refik Halit Karay) – Deli Ozan:
(Faruk Nafiz Çamlıbel) – Baki – Fuzulî – Dertli – Kaygusuz Abdal.


14- Din kavramları içinde geçen özel adlar büyük yazılır. Tanrı, Allah,
Cebrail, Zeus. Tanrı kelimesi özel bir ad ola-rak kullanılmadığı zaman küçük
yazılır. Eski Yunan tanrıları, ilkel kabilelerin tanrıları.


15-Coğrafya ve astronomi ile ilgili yayınlarda Güneş, Dünya, Ay, Merkür gibi
gezegen ve yer isimleri büyük yazılır.


16- Özel coğrafya adları büyük yazılır. İstanbul, Konya, Akdeniz, Uludağ,
Kızılırmak, Pınarbaşı, Asya, Avrupa, Güneydoğu Anadolu.


17- Ülke adları büyük harfle başlar, ülke adlarından sonra gelen krallık, halk
cumhuriyeti, cumhuriyet gibi kelimeler de büyük harfle başlar. Türkiye Cumhuriyeti,
Arnavutluk Halk Cumhuriyeti, Birleşik Arap Emirlikleri, Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Çek Cumhuriyeti.


18-Yabancı yer adlarının bitişik veya ayrı yazılışında yabancıların kullandığı
biçimlere uyulur. Hyde Park, New York, Buenos Aires, San Marino.


19-Yabancı dağ, tepe, akarsu, göl adlarının yazılışında, yabancı yazılışlara
uyulur. Leman, Mississippi, Frie, Mont Bianc. 20- Bazı yabancı şehir, dağ, göl
ve akarsuların adları dilimize Türkçe biçimleriyle yerleşmiştir. Türkçe söylenişe
uygun bu adlar Türk yazılış kurallarına uygun olarak yazılır. Viyana (Wien),
Marsilya (Marseille), Venedik (Venezia),


21-Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, göl, nehir, dağ, boğaz vb. tür
bildiren ikinci isimler küçük harfle başlar, İstanbul şehri, Marmara denizi,
Erciyes dağı, Meriç nehri. Balkaş gölü. Ancak, ikinci isim özel isme dahil ise
ve ikisi birden kastedilen kavramı karşılıyorsa, ikinci isim de büyük harfle
başlar. Bu halde dağ, deniz ve göl, boğaz, ırmak kelimeleri büyük harfle yazılır.
İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı, Beyşehir Gölü, Tuz Gölü, Rumeli Kavağı,
Haymana Ovası, Muş Ovası.


22- Yukarıdaki maddede olduğu gibi mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak geçen
bu kelimelerin baş harfleri büyük yazılır. Abbasağa Mahallesi, Eminönü Meydanı,
Türk Ocağı Caddesi, Kızılay Meydanı.


23-Özel adlardan meydana gelmiş mahalle, meydan, bulvar, cadde ve sokak adları
büyük harfle başlayıp ayrı olarak yazılır. Fevzi Çakmak Caddesi, Cemal Nadir
Sokağı, Barbaros Bulvarı.


24- Saray, köşk, han, kale köprü, anıt vb. yapı adlannın bütün kelimeleri büyük
harfle başlar. Topkapı Sarayı, Çankaya Köşkü, Mostar Köprüsü.


25- Kurum, kuruluş, işletme, kooperatif, okul, birlik, dernek adlannın her
kelimesi büyük harfle başlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Dış İşleri
Bakanlığı, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Millî Kütüphane, Atatürk
Hava Limanı, Edebiyat Fakültesi, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu, Toprak
Mahsulleri Ofisi, Et ve Balık Kurumu, İstatistik Enstitüsü, Fakirleri Koruma
Derneği, Bakanlar Kurulu.


26- Kurum, merkez, bakanlık, üniversite gibi kuruluş bildiren kelimeler, belli
bir kurum kastedildiğinde büyük harfle başlar. Bu yıl Meclis yeni döneme erken
başladı.


27- Bazı kuruluşların adlarım yazarken yaygınlık kazanmış şekillerine uyulur.
Genelkurmay Başkanlığı, Kara Yolları Genel Müdürlüğü, İç İşleri Bakanlığı. Bu
isimler kalıplaşmış olduğu için uygulanan biçimleri ile yazılırlar. 28- Kurum
ve kuruluş adlarında yer alan kelimeler bazen söz içinde geçebilirler, o zaman
küçük harfle yazılmaları
gerekir. Bugün radyo ve televizyon programları iyi değildi.


29- Hukukla ilgili her kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge,genelge adlannın her
kelimesi büyük yazılır. Nutuk, Medenî Kanun, Borçlar Hukuku.


30- Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa küçük harfle başlar,
hicaz (makam), acemi (tecrübesiz), amper (elektrik akımı şiddet birimi),
allahlık (saf, zararsız). Müzikte kullanılan makam ve tür adları küçük harfle
başlar. Nihavent, hicazkar, türkü, varsağı.


31 -Yer ve millet adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde özel adlar büyük
harfle başlar. Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Japon gülü.

TÜRKÇE’DE BİTİŞİK VE AYRIK YAZILAN
KELİMELER

Bitişik
Yazılması Gereken Kelimeler:


1- Birleşen iki kelimede anlam kaymasına uğrayanlar. Hanımeli (bir bitki),
kadıngöbeği (bir tatlı), devetabanı (bir bitki), aslanağzı (bir çiçek).
2- Bileşik kelimelerin bir kısmında sesli harf düşmesi meydana gelmiş olanlar.
Pazartesi (pazar ertesi), kaynana (kayın ana), niçin (ne için).
3-Pekiştirilmiş sıfatlar. Sapsarı, sipsivri, dümdüz.
4-Yapı bakımından tam olarak birleşmiş, bileşik kelime halini almış bazı kelime
ve deyimler. Zıpçıktı, çıtkırıldım, dedikodu, gecekondu, külbastı.
5- Farsçadan alınan (hane) kelimesi ile yapılan birleşik kelimeler. Kahvehane,
çayhane, yatakhane.
6- Dilimizde bulunan bazı kelimeler, etmek, eylemek, olmak yardımcı fiilleri
ile birleşirken ses fazlalaşması (kelimeler yabancıdır, asıllarına benzer
duruma gelirler) meydana gelir. Affetmek, halletmek, hissetmek.
7- Dilimize yabancı dillerden girmiş, bugün çok kullandığımız bazı kelimeler
etmek, eylemek, olmak yardımcı fiilleri ile birleşirken ikinci hecedeki sesli
harflerini düşürürler (asılları gibi olurlar). Emir – emretmek, nakil-
nakletmek, şükür o şükretmek, sabır -sabretmek. 8- (a-e-ı-i-u-ü) ekleri
kullanılarak yapılmış bileşik fiiller. Uyuyakalmak, bakakalmak, yapabilmek,
yazıvermek, öle-yazmak.
9- İki veya daha çok kelimeden meydana gelmiş Türkçe yer adları (İI, şehir,
köy). Çanakkale, Eskişehir, Pınarbaşı
10- İki veya daha çok kelimeden meydana gelmiş mahalle ve semt adları.
Çengelköy, Beşiktaş, Yenimahalle, Sarıyer.
11- Dağ, tepe, akarsu, göl, deniz adları. Uludağ, Kızıldeniz, Karasu, Acıgöl,
Aksu.


Ayrı Yazılması Gereken Kelimeler:


1-Sıfatlarda derece göstermeye yarayan (en, daha) gibi zarflar. En güzel, daha
iyi, en fazla, daha soğuk vb.
2- İkilemeler, (ikilemeler dilimizde çok geniş yer tutarlar.) Düşe kalka, gide
gide, eski püskü, şıpır şıpır, kem küm, allak bullak.
3- İkilemelerden bazıları bugün kullanılmayan kelimelerden meydana gelir.
Anlamsız gibi görünen bu kelimelerin zamanında anlamlı birer kelime olduğu
bilinmektedir. Bunlar da diğer ikilemeler gibi yazılır. Ev bark, soy sop.
4- (m) ile yapılmış ikilemeler. Dolap molap, kapı mapı, kitap mitap.
5- İsim hal ekleri ile yapılan ikilemeler: iç içe, göz göze, elden ele, yıldan
yıla, yan yana.
6- İyelik eki almış ikilemeler. Boşu boşuna, günü gününe.
7- İsimleri tekrarlamak şeklinde yapılan ikilemeler. Akın akın, kucak kucak,
takım takım.
8- Sıfatların tekrarlanması ile yapılan ikilemeler: Tatlı tatlı, diri diri,
ağır ağır, güzel güzel.
9- Kökü yabancı olup (be) getirilerek söylenen ikilemeler. Öz be öz, ay be ay.
10-Deyimler (Dilimizde çok sık kullanılmaktadır). Yuvasını yapmak, devede
kulak, ununu elemiş eleğini asmış, çalım satmak.
11- (Ev, yurt) kelimeleri ile kurulan bileşik kelimeler. Radyo evi, sağlık
yurdu, öğrenci yurdu, aş evi.
12- Ardı sıra, peşi sıra, önü sıra, yanı sıra gibi sözler.
13- İki kelimeyi birleştirip bir bileşik kelime yapıldığında her iki kelime de
eski anlamını koruyorsa. Arnavut kaldırımı deniz yolu, Tatar böreği, kuru
soğan, tahin helvası, tulum peyniri, çam fıstığı, badem şekeri, bağ bozumu.
14- İsim soylu bir kelime ile etmek, eylemek, olmak yardımcı fiilleri ile
yapılan bileşik fiiller. Yarış etmek, borç etmek, gelin olmak, sağ olmak, el
etmek,,
15- Yer adlarında kullanılan Batı, Doğu, Güney, Kuzey, Aşağı, Orta, Yukarı,
Küçük, Büyük,: Eski, Yeni, iç ve benzeri, kelimeler. Doğu Anadolu, Batı Trakya,
Orta Anadolu, Kuzey Amerika, Kuzeydoğu Anadolu,

Uzak Doğu, İç Anadolu, Küçük
Çekmece, Büyük Çamlıca, Büyük Menderes

Noktalama
İşaretleri

Türk
Dil Kurumunun İmla Kılavuzu’na göre Türkçede kullanılması gerekli noktalama
işaretleri.
Nokta (.)
1- Cümle sonlarında kullanılır. Belli bir duraklama yapılacağım gösterir.(Cümle
yazdırıldı.)
2- Şiir, kitap, gazete, dergi, yazı başlıklarından sonra nokta kullanılmaz.
Bölüm başlıklarından sonra da kullanılmaz.
Büyük Nutuk Gün Eksilmesin Penceremden Giriş V. Bölüm
Başlıklardan sonra satır başı yapılmamış, söze açıklamayla devam edilmişse
nokta kullanılır. (Zamir çeşitleri: Kişi zamiri, işaret zamiri, soru zamiri)
3- Kurum ve kuruluş isimlerinden sonra nokta kullanılmaz. Sait Çiftçi
Dispanseri Müdür Yıldız Sineması) 4- Sık geçen kısaltmalarda nokta kullanılır.
(Prof. Dr. T.C.) Ancak kimi kısaltmalarda nokta kullanılmaz. TBMM AET NATO TDK
cm kg l fe
5- Sıra bildirmek için sayılardan sonra konur. II. Mehmet III. Selim 5. Cadde
XX. yüzyıl Sıra bildiren sayılarda l’nci (birinci) biçimindeki yazılışlar
kısaltma sayılmaz.
6- Tarihleri yazmada gün, ay ve yılı ayırmak için aralarına konur. 9.X1I.1986,
1.3.1967. Tarihlerde ay adları yazıyla
olursa ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz. 23 Nisan 1920 7. Saat ve
dakikaları ayırmak için kullanılır.
Okul saat 8.30’da başlar.
8- Kelimelerin bir veya birkaç harfi alınarak yapılan kısaltmalarda kullanılır.
Psikol. şok. sos. sp. snt.
9- Sıra göstermek için satır başlarına konan harflerden ve sayılardan sonra
kullanılır. a, b. 1.1. A. B.
10-Üçlü gruplara ayrılarak yazılan büyük sayılarda gruplar arasına konur.
8.375.562, 27.870.197. Gruplara ayrılan sayılarda nokta kullanılmayabilir.


1-Yazıda arka arkaya gelen eş görevli kelimeler arasına konur. Ali, Mahmut ve
Veli samimi arkadaştırlar.
2- Eş görevli cümleler arasına konur. Hızla içeri girdi, çantasını aldı.
3- Cümle içindeki ara sözleri ayırmak için kullanılır. Bütün okullar, İstanbul
Lisesi hariç, eylül sonunda açılıyor.
4- Cümle içinde özel olarak vurgu yapılması gereken kelimeden sonra kullanılır.
Böylece, her istediğini almış oldu.
5- Sayılarda ondalık bölümleri ayırmak için kullanılır. 45,9 999,9 13,5 587,3
6- Çok uzun cümlelerde özneden sonra kullanılır. 7.Tekrarlanan kelimeler
arasına konur.Akşam,yine akşam.-A.Haşim.Ancak, ikilemelerde kelimeler arasına
virgül konmaz. Akşam akşam, bata çıka.
8- Hitap kelimelerinden sonra konur. Sayın Başkan, Sevgili kardeşim,
9- Ve, veya bağlaçlarından önce ve sonra virgül kullanılmaz.Oradan buraya gelen
ve gidenlerin arkası kesilmiyordu.
10-Bir düşünceyi kabul veya kabul etmeme sözlerinden sonra kullanılır.Hayır,
sizin gibi düşünmüyorum. Evet, sizi dinliyorum.’
11-Yazışmalarda yer isimlerini tarihlerden ayırmak için kullanılır.
Beşiktaş, 9 Aralık 1986, Ankara, 3 Mayıs 1960.
12-Ünlem grubu oluşturmak için cümlede ünlem gibi kullanılan kelimeden sonra
konur, ünlem ise cümle sonuna alınır.
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın!
13- Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için konur. 38, 6 19,5 0,25
14- Biyografik künyelerde yazar, eser, basım evi vb. maddelerden sonra konur.


Noktalı virgül (;)
1-Şekil ve anlamca bağları bulunan cümleleri ayırmak için kullanılır.
At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şan kalır.
2- Cümle içinde aynı değerde olup virgül ile ayrılmış türleri, grupları ayırmak
için kullanılır.
Sınıfın öğrencilerinden Ali, Hasan ve Veli 3-A sınıfına;
Murat, Mehmet, Onur da 3-B sınıfına gönderildiler. Olan oldu, iş işten geçti;
gelmese de olur.
3- Virgülle ayrılmış örnekleri farklı örneklerden ayırmak için konur.
İtalya, İngiltere, Fransa; Roma, Londra, Paris.


İki nokta (:)
1- Bir cümlenin sonunda açıklama yapılacaksa, örnek verilecekse konur.
Başarmanız için bir tek şart vardır: Çalışmak. İnce sesli harflerimiz
şunlardır: e, i, ü, ö.
2- İki noktadan sonra gelen açıklama bağımsız bir cümle ile başlıyorsa,
cümlenin ilk kelimesi büyük yazılır. Annesi merak ederek sordu: Bu çalışmadan
kırık mı aldin?
3- İki nokta işaretinden sonra örnekler sıralanacaksa ilk kelimenin birinci
harfi küçük yazılır. Sınıfın hali şöyleydi: kırık iki masa, yerde sandalyeler.
4- Kataloglarda yazar adları ile eser adları arasına konur. (Yahya Kemal
Beyatlı: Eski Şiirin Rüzgarıyla, Kendi Gök Kubbemiz).


Üç nokta (…)
1- Bir sebeple bitirilmemiş cümlelerin sonuna konur. Burada kırlar o kadar
güzel ki…
2- Açıkça yazılması istenmeyen kişi ve yer adları yerine kullanılır. Onun A…
geldiğini kimse bilmiyordu.
3- Kaba sayılan, yazılması istenmeyen sözlerin yerine konur. Yaptığı…
kötülüğünü sonradan anladım diyordu.
4- Bir konuda birtakım örnekler verilirken başkalarının da bulunduğunu
belirtmek için kullanılır. Bu gezide her öğrenci bir yemek getirmişti: köfte,
dolma, helva…
5- Alıntılarda; başta ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine
konur.
…Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan
çıkar… Yahya Kemal


Soru işareti (?)
1- Soru bildiren cümlelerin sonuna konur. Nereden geliyorsunuz?’
2- Soru bildiren kelimelerden sonra da konur. Kimsin? Parola nedir? ‘
3- İçinde soru eki olduğu halde soru anlamı vermeyen cümlelerde bu işaret
kullanılmaz.
Buradan bir çıktım mı doğru sendeyim. Buldum mu kaçırmam.
4- Bazı kelimeler ve cümlelerde soru bildiren kelime olmadığı halde soru anlamı
vardır. O zaman kullanılır. Adınız? Doğduğunuz yer?
5- Bir söze inanılmadığını, sözün şüphe ile karşılandığım bildirmek için sözden
sonra veya cümle sonunda soru işareti parantez içinde konur.
Öğrenci çok çalıştığını(?) söylüyordu. Çok yoruldum de-‘ di(?).
6- Bilinmeyen yer, tarih vb. durumlar için kullanılır. Yunus Emre (1240?-1320),
(Doğum yeri: ?)


Ünlem işareti (!)
1-Sevinç, acı, korku, hayret, nefret, bunalma duygularım anlatan cümlelerin
sonuna konur.
Ne mutlu Türküm diyene! – Atatürk. Hey, baksanıza! Dur yolcu! Aferin! Alçak!
Zalim! Öf! Çok karışmasana be!
2- Ünlem niteliğinde yapılan seslenmelerden sonra da ünlem işareti konur.
Arkadaş! Simitçi!
3- Söylevlerde kullanılır.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!
4- Ünlemden, ünlem niteliğinde kullanılan kelimeden sonra gelen cümle duygu
bildiren bir cümle olmazsa, o zaman ünlem bildiren kelimeden sonra virgül
konur. Cümle sonunda ise ünlem işareti kullanılmaz. Başka işaretler, nokta,
soru vb. kullanılır.
Arkadaş, sana uğurlar olsun. Oh, hava nihayet serinledi. 5- Ünlem işareti
parantez içinde bir kelimeden veya cümleden sonra kullanılırsa, küçümseme,
alay, dikkat çekme anlamı verir.
Gençliğinde büyük bir atıcı olduğunu söyledi (!). Fizik sınavının birincisi (!)
olduğunu söylüyordu.

Çizgi (-)
1- Konuşmaları göstermek için kullanılır.
– Kimsin?
– Parola nedir?
– Benim, çavuşun.
2- Çizgiden önce konuşan kişinin isimleri de yazılabilir. Nöbetçi – Kimsin?
Nöbetçi – Parola nedir? Çavuş – Senin çavuşun.
3- Karşılıklı konuşma şeklinde olmayan sözler de konuşma cizgisi ile
verilebilir. Öğretmeninin yanına sokuldu.
– Bana izin veriniz gideceğim, dedi.


Birleştirme çizgisi (-)

1- Satır sonuna sığmayan kelimeleri birleştirmek için kullanılır.
(Sana dar gelmeyecek mak-beri kimler kazsın. M. Akif)
2- Dil bilgisi derslerinde kökleri ve ekleri ayırmak için kullanılır. (Al-mak,
ver-mek, taşı-mak)
3- Kelimeleri hecelere bölmek için kullanılır. (İs-tan-bul, yem-ye-şil,
li-se-si)
4- Cümle içinde ara sözleri belli etmek için kullanılır.
Bunu anlatmamdaki maksat -açıklamak gereksiz ya- sizi uyarmaktır.
5- Eski Arapça ve Farsça sözlerde kök ve ekleri ayırmak için kullanılır.
Kelam-ı kibar^ Servet-i Fünün, Cemiyet-i Akvam, Ateş-perest
6- iki soyadını birleştirmede, yabancı yer adlarında kullanılır. Joliot-Curie,
Aiscae-Lorraine, Jean-Jacaues Rousseau, Saint-Simon
7- Kelimeler arasında “-den… a, ve, ile, arasında” anlamları-nı
vermek üzere kullanılır. Türk-Alman işbirliği, Türkçe-ingilizce sözlük
8- iki veya daha fazla özel kişi ve yer adı arasına konur. (İstanbul-Ankara
yolu, Koç-Sabancı anlaşmazlığı)


Noktalı çizgi (.-)
1- Satır başlarına gelen konu başlıklarından sonra konur. Zamir.- İsimlerin
yerini tutan kelimelere denir.
2- Madde sıralamalarında kullanılır. 5. Madde.- Dil bilgisi hakkında…
3- Rakam ve harflerden sonra da konulur. l.- A.-Noktalı çizgi yerine nokta, iki
nokta, birleştirme çizgisi kullanılabilir.


Tırnak işareti (” “)
1- Bir yazıda başkasından söz alınıp kullanılacaksa olduğu gibi aktarılan
başkasının sözünün basma ve sonuna konur.
Atatürk, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözünü bizzat söylemiştir.
2- Söylendiği şekilde yazıya aktarılmayan kişilerin sözleri tırnak içine
alınmaz.
Atatürk Türk olmanın mutluluğunu belirtmiştir.
3- Cümle içinde özellikle belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınır.
Çok kullandığımız “bay” kelimesi aslında zengin demektir.
4- Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem)
tırnak içinde kalır. “İzmir üzerine dünyada bir şehir daha yoktur!”
diyorlar.
Yahya Kemal Beyatlı
5- Parça içinde geçen edebî eser isimleri, bilimsel yayınların isimleri de
özellikle birkaç kelimeden oluşuyorlarsa tırnak içinde gösterilirler.
“Çalıkuşu” “Babanız Atatürk” “Otuz Beş Yaş”
6- Tırnak içinde yazılan başlıklardan sonra kesme işareti kullanılmaz.
“Han Duvarlarım okudunuz mu?
7- Gazetelerin, dergilerin başlıkları tırnak içinde yazılmaz. Hürriyet Varlık
8- Tırnak içinde aktarılan sözün de içinde başka bir aktarma varsa o zaman söz
içindeki aktarma tek tırnak içinde yazılır. Annesi oğluna, “Babana git,
sana ‘Neden gelmedin’ diye
sorarsa,annem göndermedi dersin,” dedi.

Parantez ( )
1- Cümle içinde açıklayıcı bilgiler verilecekse kullanılır.
O kitabın çıkış tarihinde (1968) sen okuma yazma bilmiyordun.
2- Cümle içinde kullanılan ara sözlerin veya cümlelerin başına sonuna konur.
Bugünkü medeniyet yolunda ilerleyişimiz (Daha önceki Müslüman Türk
medeniyetleri düşünülürse) pek de büyük bir ilerleme olmasa gerek.)
3- Parantez içinde yazılan tam anlamlı bir cümle ise cümlenin sonundaki nokta,
soru veya ünlem işareti parantezi kapamadan konur. Bugünkü medeniyet yolunda
ilerleyişimiz(Daha önceki müslüman Türk medeniyetleri düşünülürse) pek de büyük
bir ilerleme olmasa gerek)

Köşeli parantez [ ]
1-Parantez içinde açıklama yapılan bir sözün de içinde açıklama yapmak gereği
bulunursa yay ayraçtan önce
köşeli ayraç kullanılır. Hoca boksörlere bu alttan yapılan vuruş sert (daha da
sert) olabilir diyordu.


Kesme işareti (‘)
1- Özel isimlere getirilen ekleri ayırmak için kullanılır. Ali’den, Asya’da,
Atatürk’üm, Türk’e, Venüs’ü
Ancak kurum ve kuruluş adlarından sonra kesme işareti kullanılmaz.
Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumuna.
Ayrıca kişi adlarından sonra kullanılan unvanlara gelen ekler de ayrılmaz.
Sevinç Hanıma, Ender Beyden, Ali Efendinin.
2- Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için kullanılır. TBMM’nin ABD’nin
3- Sayılardan sonra getirilen ekleri ayırmak için kullanılır. Cumhuriyet
1923’de ilan edildi.
4- Bir harf veya ekten sonra gelen ekleri ayırmak için kullanılır.
n’nin m olması şekli. Türkçede -daş’la yapılmış kelimeler şunlardır.
5- Metre (m), litre (l), kilometre (km) şeklindeki kısaltmalardan sonra kesme
işareti kullanılır.
Ankara-İstanbul yolunun 300 km’lik kısminin yapımı bitmişti.
6- Basım sırasında bazı harfler değişik şekilde dizilse bile (italik, çok
belirgin siyah) kesme işareti yine de kullanılır. Faruk Nafiz’in Han
Duvarları’nı okudunuz mu?
7- Gazete ve dergi başlıklarına ek getirilmişse kesme işareti ile ayrılır.
Anayasa’yı, Resmi Gazete’de
8- Özel isimlerden türetilmiş kelimeler (isim, mastar şeklinde fiil ve
sıfatlarda) kesme işareti kullanılmaz.
Türklük, Türkleşmek, Türkçülük, İstanbullu, Ankaralı,
Araplaşmak, Romalı, Londralı, Parisli, Türkçenin, Hristiyanlığın. Aydınlıdan.
9- Yabancı özel adların sonundaki çokluk ve yapım ekleri kesme işaretiyle
ayrılır.
Bordo’lu
10-Özel isim satır sonunda bitmiş, aldığı eki yazacak yer kalmamışsa o zaman
kesme işareti özel ismin sonundaki yerine konur, ismin sonuna gelen ek diğer
satırın basına yazılır, ancak birleştirme işareti özel ismin bulunduğu satırın
sonuna konmaz. Kesme işaretinin konması yeterlidir.
(Dün İstanbul’ dan geldi.) 


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: SIFAT FİİLLER (PARTİSİPLER)

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: 50 dakika
        
Partisipler, fiillere partisip ekleri getirmek suretiyle yapılırlar. Partisip
ekleri şunlardır:
Geniş zaman partisipidir: gel-en,
yap-an, başla-y-an gibi.
2.    
–r, -ar, -er

Geniş zaman partisipidir:
gel-i-r, geç-er, tut-ar (el) gibi.

3.    
–mış, -miş, -muş, -müş
Geçmiş zaman partisipi yapar:
yan-mış (kömür), susa-mış (insan) gibi.
4.    
–dık, -dik, -duk, -dük, -tık, -tik, -tuk, -tük
Geçmiş zaman partisipi yapar:
bil-dik, geç-tiğ-i, koş-tuk-ları gibi.
5.    
–acak, -ecek
Gelecek zaman partisipidir:
veril-ecek, al-acağ-ı-nız gibi.
Olumsuz geçmiş zaman partisipidir:
din-mez (ağrı), bit-mez gibi.
Gelecek zaman partisipidir:
yıkıl-ası, geber-esi gibi. Daha çok hiddet ve bedduada kullanıldığı görülür.
8.    
–dı, -di, -du, -dü, -tı, -ti, -tu, -tü
Geniş zaman partisipidir. Birkaç
kelimede donup kalmış fiil çekimi durumundadır: şıpsev-di, külbas-tı, beğen-di,
de-di, ko-du, gece-kon-du gibi. Bunların kalıplaşmış fiil  şekilleri
olduğunu ve –dı, -di’nin aslında partisip eki olmadığını unutmamalıyız.
 9.    
–malı, -meli
Gelecek zaman partisipidir. Azeri
ağızlarında canlıdır: de-meli, söz “denecek söz”, öğ-meli güzel “övülecek
güzel” gibi.
ZARF
FİİLLER (GERUNDİUMLAR)
Zarf fiİller (gerundiumlar)
hareket hali ifade eden fiil şekilleridir.
 Çekilmeyen fiil
şekilleridir. Ne isim, ne fiil çekim eki alırlar. Kelime münasebetlerinde ve
cümlede zarf olarak kullanılırlar.
Hareket halinden başka bilhassa
bazıları devamlılık, zaman ve sebep gibi zarf fonksiyonlarını da ifade ederler.
Bir vazifesi de birleşik fiil
yapmaktır.
Fiil kök ve gövdelerine gerundium
ekleri getirmek suretiyle yapılırlar.
Gerundium ekleri şunlardır:
Bugün bu ek çift kullanılır:
koş-a koş-a, gid-e gid-e gibi.
Tek kullanıldığı zaman birleşik
fiil yapar: çek-e bil, çık-a gel gibi.  Yalnız saatlerde “geç-e, kal-a”
diye tek olarak kullanılmaktadır.
2.    
–ı, -i, -u, -ü
Yalnız birleşik fiil yapmakta
kullanılır: al-ı ver, çek-i ver, sor-u ver, gör-ü ver gibi.
3.    
–ıp, -ip, -up, -üp
Çok işlek bir gerundium ekidir:
gel-ip, uyu-y-up, gör-üp gibi.
4.    
–arak, -erek
Çok işlektir: koş-arak,
başla-y-arak, gül-erek gibi.
Gerundiumlar ek almaz. Onun için
gelerek-ten, giderek-ten gibi kullanılışlar yanlıştır.
5.    
–ınca, -ince, -unca, -ünce
Çok işlektir. Hareket halinden
başka bilhassa zaman fonksiyonu belirlidir: yap-ınca, gid-ince, oku-y-unca,
düş-ünce gibi.
Devam ve kadarlık fonksiyonunda
yanına “kadar” edatı getirilmektedir: yakala-y-ınca-y-a kadar, unut-unca-y-a
kadar gibi.
6.    
– alı, -eli
Bir devamlılık gerundiumudur:
gel-eli, otur-alı gibi. “beri” edatı ile çok kullanılır: gideli beri, göreliden
beri gibi.
7.    
–madan, -meden
Olumsuz gerundium ekidir. Çok
işlektir: bil-meden, konuş-madan gibi.
8.    
–ıcak, -icek
Ağızlarda vardır: al-ıcak,
gel-icek gibi.
9.    
–uban, -üben
Eskiden kullanılırdı: dur-uban,
gel-üben gibi.
10. –ışın,
-işin, -uşun, -üşün
Anadolu ağızlarında görülür:
gel-işin, başla-y-ışın gibi.
İsim fiilinin gerundium ekidir:
i-ken gibi. Diğer fiillerin sonuna gelip birleşik gerundium yapar: gelir-ken,
yapar-ken gibi.
12. –dıkça,
-dikçe, -dukça, -dükçe, -tıkça, -tikçe, -tukça, -tükçe gibi.
-dık, -dik partisipinin eşitlik
şeklidir. Gerundium gibi kullanılmaktadır: git-tikçe, susa-dıkça, vur-dukça,
bil-dikçe gibi.
Azeri sahasında görülür: gel-ende,
vur-anda gibi.
14. –dığınan,
-diğinen
-ınca, -ince karşılığı olarak
ağızlarda gerundium gibi kullanılır: gel-diğinen, al-dığınan gibi. 
Edatların manaları yoktur, sadece
gramer vazifeleri vardır. Tek başlarına bir mana ifade etmezler, fakat diğer
kelimelerle ilişki sırasında manalanırlar.
Edatların göre diğer kelimeler
arasında, isimler ve fiiller arasında ilişki kurmaktır.
Edatlar dilin yardımcı
kelimeleridir. Asıl kelimeler olan isim ve fiillere yardım ederler. Edatlar;
kelime yapımına elverişli değildir ve esas itibariyle dilin eksiz unsurlarıdır.
Edatlar üç çeşittir: ünlem
edatlar, bağlama edatları, son çekim edatları.
Bunlar his ve heyecanları;
sevinç, keder, ıztırap, nefret, hayıflanma, coşkunluk v.s. gibi ruh hallerini;
tabiat seslerini, seslenmeleri; tasdik, red, sorma, gösterme gibi beyan
şekillerini ifaden eden edatlardır.
Ünlem edatları cümle içinde
geçmedikleri, tek başlarına kullanıldıkları zaman yazıda sonlarına genellikle
ünlem işareti konur.
Ünlem edatları beşe ayrılır:
ünlemler, seslenme edatları, sorma edatları, gösterme edatları, cevap edatları.
1.Ünlemler: Bunlar his ve heyecanları ifade
için içten koparak gelen edatlarla tabiattaki sesleri taklit eden edatlardır:
ah, ay, vay, aferin, yuh, pat, hop, pişt, aman, haşa, hah gibi.
2. Seslenme Edatları: Bunlar hitap edatlarıdır. Hiçbir
ifadeleri yoktur; a, ay, hey, ya, yahu, be, hey, more gibi.
3. Sorma Edatları: Bunlar sorma ifade eden, soru
için kullanılan edatlardır. Başlıcaları hani, acaba, acep, niçin, nasıl, neden
ve ha, hı gibi ses taklidi sorma edatlarıdır.
4. Gösterme Edatları: Birini, bir şeyi göstermek için
kullanılan işaret edatlarıdır. Başlıca gösterme edatı “işte”dir. Ağızlarda aha,
daha, deha, te, ta ve nah kelimeleri de gösterme edatıdır.
5. Cevap Edatları; Tasdik veya red ifade eden
edatlardır: evet, hayır, yok, değil, peki, hay hay gibi.
B.    
BAĞLAMA EDATLARI
Bunlar dil birliklerini,
kelimeleri, kelime gruplarını, cümleleri şekil ve mana bakımından birbirine bağlayan
edatlardır. Başlıca bağlama edatları şunlardır:
1. Sıralama Edatları: Bunlar arka arkaya gelen
unsurları “ve” manasıyla bağlayan ve sıralayan edatlardır: ve, ile, ila.
2. Denkleştirme Edatları: Bunlar birbirine denk olan,
birbirinin yerini tutabilecek olan iki unsuru birbirine bağlayan, birbiriyle
karşılaştıran edatlardır: veya, yahut, veyahut.
3. Karşılaştırma Edatları: Bunlar karşılaştırılan iki veya
daha çok unsuru birbirine bağlayan edatlardır. En az çift kullanılırlar;
ya…ya, ya…ya…ya…ya, hem…hem, ne…ne, da…da (de) gibi.
Bunlara şu grubu da katabiliriz:
bir…bir, ha…ha, gerek…gerek, bazı…bazı, kimi…kimi, kah…kah,
ister…ister gibi.
4.Cümle Başı Edatları: Bunlar cümleleri mana bakımından
birbirine bağlayan edatlardır. Başında bulundukları cümleyi ileri ve geriye
bağlarlar. Fonksiyon bakımından başlı şu gruplara ayrılırlar:
a)    
“fakat” ifadesi taşıyanlar: fakat, lakin, ancak, yalnız, ama.
b)    
“eğer” ifadesi taşıyanlar: eğer, şayet.
c)     
“gerçi” ifadesi taşıyanlar: gerçi, her ne kadar, vakıa.
d)    
“çünkü” ifadesi taşıyanlar: çünkü, zira.
e)    
“mademki” ifadesi taşıyanlar: mademki, madem.
f)      
Netice ve izah ifade edenler: binaenaleyh, öyle ki, oysa, nitekim, halbuki,
belki, hatta, yani, öyleyse gibi.
g)    
Benzerlik ifade edenler: adeta, sanki, nasıl ki, güya, nitekim.
h)    
Şarta ve dereceye bağlama edatları: tek, yeter ki, meğer ki, velev, velev ki,
ta ki, illa, illa ki.
i)      
“aksi halde” ifadesi taşıyanlar: yoksa, aksi halde, aksi takdirde.
j)      
Hele edatı: hele, hele gel gibi.
5. Sona Gelen Edatlar: Bunar kelimelerin, unsurların
sonuna gelerek onları önceki veya sonraki unsurlara bağlayan edattır. Aynı
zamanda kuvvetlendirme fonksiyonu da vardır. Şunlardır:  dahi, da (de),
ise, ki, bile, değil.
C.    
SON ÇEKİM EDATLARI
Bunlar çekim eki vazifesi gören
edatlardır. Sona gelirler. Bu edatlar kullanışlarına göre şöyle
sınıflandırılabilirler:
1. İsimlerin yalın, zamirlerin
genitif hali ile birleşenler: ile, için, gibi, tek, kadar.
2. Yalın hal ile birleşenler:
üzere, ara, sıra diye, içre.
1.    
Datif hali ile birleşenler: kadar, taraf, değin, göre, ait, dek, karşı, dair,
nazaran,   doğru, rağmen.
2.    
Ablatif hali ile birleşenler: dolayı, ötürü, beri, önce, içeri, evvel, geri,
yana, gayri, başka, öte, sonra gibi.
Bu edatları fonksiyonlarına göre
de şöyle sınıflandırabiliriz:
1.Vasıta ve beraberlik edatları:
ile, birle.
2. Sebep edatları: için, üzere,
dolayı, ötürü, diye.
3. Benzerlik edatları: gibi, tek
gibi.
4.Başkalık edatları: başka, özge,
gayri.
3.    
Diğer hal edatları: göre, nazaran, dair, mada.
4.    
Miktar edatı: kadar.
5.    
Zaman edatları: beri, önce, evvel, böyle, sonra, geri.
6.    
Yer ve yön edatları: kadar, değin, dek, karşı, doğru, daha, yana, taraf, sıra,
içeri, içre, üzre, ara, öte.
İşte başlıca son çekim edatları
bunlardır. Bunlara halde, karşılık, mukabil, nisbet, bedel gibi kelimeleri de
ilave edebiliriz.
Bunlara son çekim edatı gibi
kullanılan şu kelimeleri de ekleyebiliriz: hakkında, yüzden, yüzünden, üzerine,
yandan, taraftan, tarafından, bakıma, bakımından, yönden, yönünden, cihetle,
suretle, suretiyle, veçhile, sebeple, sebebiyle, dolayısıyla.
Aşağıdaki parçada geçen edatları
inceleyiniz.
Burada sevmeğe başladığım üç şey
var:
Birisi, penceremin altındaki akar
çeşme ki, hiç durmayan sesiyle yalnızlık gecelerimde, adeta bana arkadaşlık
ediyor.
İkincisi, küçük Vehbi: Hatice
Hanımın saltanatı zamanında ömrünü sandığın dibinde sırtüstü ceza çekmekle
geçiren çocuk. Ben, bu afacana iyiden iyiye abayı yaktım. Buradaki çocukların
hiçbirine benzemiyor. –k- ları –c- gibi telaffuz ederek öyle serbest, şen bir
konuşman var ki…
Vehbi, bir gün bahçede
küçük,parlak gözlerini süze süze yüzüme bakıyordu:
–        
Ne bakıyorsun Vehbi? Dedim.
–        
Sen güzel kızmışsın be. Ağama alıvereyim seni. Bizim gelinimiz ol. Ağam, sana
pabuçlar, entariler, taraklar alıverir.
Vehbinin her hali iyi, hoş amma,
bir türlü beni saymıyor.
O kadar ki, azarladığım, yavaşça
ince kulağını çektiğim zaman bile bana ehemmiyet vermiyor. Maamafih, belki de
bunun için onu bu kadar seviyorum.
Vehbi, bu münasebetsizliği de
yapınca kaşlarımı çattım:
– İnsan, hocasına böyle lakırdı
söyler mi? İşitirlerse senin ağzını yırtarlar, dedim.
        
Çocuk, benim saflığımla eğlenir gibi:
        
……….. 
Dağlardan             
: dağ-lar-dan
-dağ                     
: isim kökü
-lar                      
: çoğul eki
-dan                     
: isim çekim eki, ayrılma hali
Arasından             
: ara-sı-n-dan
-ara                      
: isim kökü
-sı                        
: iyelik eki
-n                        
: yardımcı ses
-dan                     
: isim çekim eki, ayrılma hali
Bakarlardı             
: bak-ar-lar-dı
-bak                     
: fiil kökü
-ar                       
: geniş zaman eki
-lar                      
: çoğul şahıs eki
-dı                       
: hikaye eki
-bakarlardı            
: geniş zaman hikayesi, üçüncü çoğul şahıs
Duyulur                
: duy-ul-ur
-duy                     
: fiil kökü
-ul                       
: fiilden fiil yapma eki
-ur                       
: geniş  zaman eki, üçüncü tekil şahıs
Türkleştirilmek      
: Türk-le-ş-tir-il-mek
-Türk                   
: isim kökü
-le                        
: isimden fiil yapma eki
-ş                         
: fiilden fiil yapma eki
-tir                       
: fiilden fiil yapma eki
-il                        
: fiilden fiil yapma eki
-mek                    
: fiilden isim yapma eki
Çocuklarımıza                 
: çocuk-lar-ımız-a
-çocuk                           
: isim kökü
-lar                      
: çoğul eki
-ımız                    
: isim çekim eki, iyelik, birinci çoğul şahıs
-a                        
: isim çekim eki, yönelme hali
Yorgun
gözümün halkalarında    : yor-gun göz-üm-ün halka-ları-n-da
-yor                     
: fiil kökü
-gun                     
: fiilden isim yapma eki
-göz                     
: isim kökü
-üm                     
: isim çekim eki, iyelik, birinci tekil şahıs
-ün                      
: isim çekim eki, ilgi hali
-halka                   
: isim kökü
-ları                      
: iyelik eki, üçüncü çoğul şahıs
-n                        
: yardımcı ses
-da                       
: isim çekim eki, bulunma hali
İyileşiyor              
: iyi-le-ş-i-yor
-iyi                       
: isim kökü
-le                        
: isimden fiil yapma eki
-ş                         
: fiilden fiil yapma eki
-i                         
: yardımcı ses
-yor                     
: şimdiki zaman eki, üçüncü tekil şahıs
Geldikçe               
: gel-dikçe
-gel                      
: fiil kökü
-dikçe                   
: zarf, fiil eki
İnceleyerek           
: ince-le-y-erek
-ince                    
: isim kökü
-le                        
: isimden fiil yapma eki
-y                        
: yardımcı sese
-erek                    
: zarf, fiil eki
Konuşmacıların      
: konuş-ma-cı-lar-ın
-konuş                           
: fiil kökü
-ma                      
: fiilden isim yapma eki
-cı                        
: isimden isim yapma eki
-lar                      
: çoğul eki
-ın                       
: isim çeki eki, ilgi hali
Bakabilsek             
: bak-a-bil-se-k
-bak                     
: fiil kökü
-a                        
: zarf, fiil eki
-bil                       
: fiil kökü, yeterlilik fiili
-se                       
: şart eki
-k                        
: birinci çoğul şahıs eki
Kalacaksın             
: kal-acak-sın
-kal                      
: fiil kökü
-acak                    
: gelecek zaman eki
-sın                      
: ikinci tekil şahıs eki
Yavrucuğum         
: yavru-cuk-um
-yavru                  
: isim kökü
-cuk                     
: isimden isim yapma eki
-um                     
: iyelik eki, birinci tekil şahıs
Arkadaşlarına                 
: arka-daş-ları-n-a
-arka                    
: isim kökü
-daş                     
: isimden isim yapma eki
-ları                      
: iyelik eki, üçüncü çoğul şahıs
-n                        
: yardımcı ses

-a                        
: isim çekim eki, yönelme hali

ZAMİRLER (Adıllar)

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: ~1 dakika

Zamirler (Alm. Pronomem; Fr.
Pronom; İng. pronoun) isim cinsi arasında en değişik kelimelerdir. Bunların
diğerlerinden farkları şu altı nokta etrafında toplanabilir: 1) mana, 2)
genişlik, 3) kelime yapma, 4) iyelik, 5) çekim, 6) edatlara bağlanma.

1. Mana bakımından aradaki fark
zamirlerin aslında tek başlarına, başlı başına ele alındığında manasız
olmalarıdır. Zamirler mesela toprak,


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: ZARFLAR (Belirteç)

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: 47 dakika






Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: ZARFLAR (Belirteç)



ZARFLAR (Belirteç)

Zarflar (Alm. adverbium; Fr.
adverbe; İng. adverb) yer, zaman, hal, nitelik, soru ve miktar isimleridir.
Zarflar da yine başka kelimelerle ilişki halinde sözkonusu olan kelime
çeşididir.
İstanbul’dan dün geldi.

Zarf asıl fiilin önüne gelen,
fiile etki eden, fiilin manasını değiştiren kelimedir. İşte fiilin manasını
değiştirmekte kullanılan buna elverişli olan isimler yer, zaman, hal, nitelik,
soru ve miktar isimleridir. Onun için bu isimleri zarf başlığı altında ayrıca
ele alıyoruz.
Zarflar fiille ilişkide çekimsiz
olan, çekim eki almayan kelimelerdir. Mesela, iler gitmek sözünde ileri
zarftır, fakat ileriye gitmek sözünde ileriye kelimesi zarf değildir. Doğrudan
doğruya isimdir. Çekim eki almıştır.
Zarfların çeşitleri şunlardır:
yer ve yön zarfları, zaman zarfları, hal zarfları, ölçü zarfları, soru
zarfları, niteleme zarfları, gösterme zarfları.
1. Yer ve Yön  Zarfları: Eylemin  anlamını, yer ve
yön bakımından etkileyen sözcüğe yer ve yön zarfları (Alm. Ortsadverb;
Fr. adverbe de lieu; İng. adverb of place) denir.
Onu yukarı çıkarınız.
Oynamak için dışarı çıktılar.
Aslında önad olan uzak, yakın,
sağ, sol, ön, arka, alt, üst
gib sözcükler de iyelik ve ad durumu eklerini
alarak adlaştıkları halde, tümce içinde belirteç tümleci görevini
yüklenirler.
Bu belirteçler şu şekillerde
kullanılırlar:
·                   
İyelik
ekini alırlar:
Sağı anıt, solu türbe
Ortası kare şeklinde… (B. Necatigil)
·                   
Ad
durumu eklerini alırlar:
Yüz metre ilerden sağa
dönün.
İçerden gürültüler geliyordu.
·                   
İyelik
ve ad durumu eklerini birlikte alırlar:
Ey gece! Kapını üstümüze
kapa (A.M.Dıranas)
Allahım, görüyorsun üşümüşüm,
Uzatsan da sıcak kanatlarını
Altına giriversem. (B. Necatigil )
·                   
Ad
durumu ekleriyle birlikte çoğul eki de alabilirler:
Sucuların hiç durmayan
çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
(O. Veli)
2. Zaman Zarfları: Eylemin anlamını zaman
kavramıyla sınırlayan belirtece zaman zarfı (Alm. zeitadverb; Fr.
adverbe de temps; İng. adverb of time). Bunlar zarf olarak kullanılan çeşitli
zaman isimleridir: dün, şimdi, gene, artık, sonra, ilkin, geç erken, biraz
çabuk, çabuk, bazen, gündüz, gece, şimdilik, kışın, yazın, demin, geceleyin,
akşamüstü, bazı, önce, hâlâ, birdenbire, ne çabuk, derken, erkenden, zaman
zaman, sabah sabah,  gibi
Geceleyin bir ses böler uykumu
içim ürpermeyle dolar-Nerdesin?
(A.K.Tecer)
Derken temmuz derken ağustos derken
eylül
Gitti gider 1952. (O. Rıfat)
Zaman zaman buraya da uğrar.
Sabah sabah canımı sıkma.
3. Hal Zarfları: Bunlar, hal ve tavır ifade eden
zarflardır. Hal ve tavır, nasıllık nicelik ifade eden her isim hal zarfı olarak
kullanılabilir. Onun için bunların sayıları hudutsuzdur. Bütün vasıf isimleri,
eşitlik ve instrumental eki almış isimler hep böyle hal zarfı olarak
kullanılabilirler: iyi, yavaş, güzel, kardeşçe, iyicene, durmaksızın, böyle,
şöyle, öyle, nasıl, niçin ve niye gibi.
4. Ölçü Zarfları: Bir eylemin, bir eylemsinin, bir
önadın ya da bir başka belirtecin anlamını azlık çokluk bakımından etkileyen
zarfa ölçü zarfları (Alm. Quantitatsadverb; Fr. adverbe de quantité;
İng. adverb of quantity) denir.
Daha çok çalışmalısın.
Dört tür ölçü belirteci vardır:
·                   
Eşitlik
belirteci:
Aslında ilgeç olan ve ölçü,
benzerlik ilgisi kuran kadar, denli sözcükleri, bu , şu, o
sözcükleriyle birlikte kullanılınca eşitlik belirten belirteç olur:
Kadar ilgeci, bu, şu, o
sözcükleriyle birlikte kullanılınca, aşırılık da belirtir:
Bu kadar güzel bir yer görmedim.
Ki bağlacıyla birlikte kullanılınca
da aşırılık belirtir:
·                   
Üstünlük
belirteci:
Üstünlük kavramı, karşılaştırma
kavramıyla birlikte daha belirteciyle verilir:
Senden daha iyi bir yanıt
beklerdim.
·                   
En
üstünlük belirteci:
En üstünlük ölçüsü, en
sözcüğüyle verilir:
Sınıfın en şanssız
öğrencisi benim.
Dünyanın en uzun adamı o
dur.
·                   
Aşırılık
belirteci:
Aşırılık derecesi, çok, pek,
fazla, epey, az sözcükleri ve bunların yer aldığı belirteç öbekleriyle
sağlanır:
Çok terbiyesiz, çok kaba.
Daha çok çalışmanız gerekir.
Pek az zamanımız kaldı.
Çok fazla masraf yapmış.
5. Soru Zarfları: Bir eylemin, bir eylemsinin
anlamını soru yoluyla açıklayan belirtece soru zarfı (Alm. Frageadverb;
Fr. Adverbe interrogatif; İng. interrogative adverb) denir.
Niçin yanıt vermiyorsunuz?
Sizi daha ne kadar
bekleyeyim?
Buraya nasıl gelmişler?
6. Niteleme Zarfları: Bir eylemin, bir önadın ya da
bir bir başka belirtecin anlamını nitelik bakımından etkileyen sözcüklere
niteleme zarfı (Alm. Adverb der akt und weise; Fr. adverbe de qualité; İng.
adverb of quality) adı verilir.
Ne olursa olsun, kararımdan dönmeyeceğim.
Ne dersen de, sana inanmiyorum.
Sana inanır miyim hiç? Elbette
inanmam.
Niteleme belirtecin birçok türü
vardır:
·                   
Nitelik
belirteci:
Bu
belirteç, eylemi nitelik, biçim bakımından etkiler; nasıl ve ne biçim sorularına
yanıt verir:
Bu davranışını iyi
karşılamadım.
Her şey güzel olsun
isterim.
·                   
Durum
belirteci:

Eylemin durumunu belirtir:
Haber vermeksizin çıkıp
gitmiş
Düşünceni korkmadan söyle.
Addan, eylemden ve önaddan kurulu
ikilemeler de durum belirteci olur.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar.
(A.M. Dıranas)
Bingöl dağı çiğdem çiğdem
yeşerir.
Belki olur abi hayat içtiği.
(C.Külebi)
Bir an ki etraf titredi kırmızı
kırmızı
Bir an ki herkes gördüğü sihirden
emin. (F.H. Dağlarca)
Yansımalardan kurulu ikileme:
Yağmur çisil çisil üstüme
yağar. (C.K. Solok)
·                   
Pekiştirme
belirteci:
Pekiştirme önadının
belirteç  olarak kullanılmasıyla elde edilir:
Eli yüzü simsiyah olmuştu.
Her şeyi silip süpüdü, tertemiz
etti.
·                   
Küçültme
belirteci:
-ca
ve -cık ekleriyle kurulur:
Şimdi bana her şeyi kısaca
anlat.
Şuradan güzelce çık git.
·                   
Yaklaşıklık
belirteci:
Söze,
benzerlik, yakınlık, yaklaşıklık, aşağı yukarılık kavramı verir:
Hemen hemen herkes ordaydı.
Aşağı yukarı buradakilerin hepsini tanıyorum.
Öyle yücesin ki yüceleneceğim. (F.H.
Dağlarca)
·                   
Koşul
belirteci:
Koşul
belirteci, eğer sözcüğüdür.
Eğer beni öldüreler külüm göğe
savuralar
Toprağım anda çağıra bana seni
gerek seni (Yunus Emre)
·                   
Yineleme
belirteci:

Eylemi yineleme, süreklilik kavramıyla etkiler:
Sakın ihmal etme, yine
gel.
Bir daha geç kalırsan seni eve almam.
Bir kez olsun sözümü dinle.
İkide bir sözümü kesme.
·                   
Kesinlik
belirteci:
bu
belirteç, eylemin anlamını kesinlik yönünden etkiler:
Söz verdiyse mutlaka
gelir.
Gerçek er geç ortaya
çıkar.
Hiç sanmam, öyle ağarsın bir daha
tanyeri. (C.S. Tarancı)
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla
sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp
sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta
boğarım…. (M.A. Ersoy)
Kesinlik bildiren diğer kelimeler
şunlardır: Artık, tıpkı, elbette, kesin, muhakkak, vallahi, besbelli, hiç
olmazsa, gerçekten, önünde sonunda, ne olursa olsun…
·                   
Dilek
belirteci:

Eylemin anlamını dilek, istek belirterek etkiler:
Ne olur, bu akşam bize gel.
Madem davet etti. Keşke
gitseydin.
İnşallah. Orhan bizi bekletmez.
·                   
Olasılık
belirteci:
Sonrardım söylerdi herhalde
Galiba, verdiği sözü unuttu.
·                   
Üleştirme
belirteci:

Üleştirme önadından kurulu ikileme, üleştirme belirteci gibi kullanılır:
Konuklar birer ikişer
geldi.
İkişer ikişer oturunuz.
İstanbul’un üstüne güneş doğdu.
Kapılar açıldı birer ikişer.
(O. Rıfat)
·                   
Yanıt
belirteci:
Sorulara
karşılık olarak kullanılan belirtece, yanıt belirteci denir.
Ör: Bana biraz borç verir misin?
sorusunun yanıtı olan aşağıdaki cümlelerin ilk sözcükleri yanıt belirtecidir.
7. Gösterme Zarfları: Bir
eylemin, bir adın, bir önadın ya da bir başka belirtecin anlamını gösterme
yoluyla sınırlayan sözcüklere gösterme zarfı (Alm. Demonstrativadverb;
Fr. Adverbe démonstratif; İng. demonstrative adverb) denir:
İşte şurada oturuyoruz.
Al sana bir fırsat daha.

Al sana bir aksilik daha.” (Anonim) 


SIFATLAR (önad)

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: ~1 dakika

        
Sıfatlar vasıf isimleridir. Türkçede tek başına sıfat diye bir şey yoktur. Her
sıfat aynı zamanda bir isimdir. Bir vasıf ismi isim gibi de kullanılır, sıfat
gibi de kullanılır. Meselâ ağaç, ev, çiçek gibi kırmızı, büyük, güzel
kelimeleri de birer isimdir. Bir vasıf ismi başka bir ismin önüne gelip onu
nitelerse, sıfat tamlaması yaparsa


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: TÜRKÇE KELİMELERDE VURGU

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: 80 dakika
            Vurgu en kısa tarifi ile kuvvetli
söşlenmedir. Kelimelerde ses bütünlükleri olarak heceler vardır. Bu topluluklar
arka arkaya söylenerek kelimelir ve dili ortaya çıkarırlar. Demek ki
kelimelerin telaffuzu hecelerin arka arkaya söylenmesidir.

            İşte bu söylenişte hir hecenin
üzerine aynı kuvvetle basılmaz. Kelimeler ve cümleler dalğalı, inişli çıkışlı
bir seyir takip eder. Bu dalgalar, bu iniş çıkışlar ise bazı hecelerin
diğerlerinden daha kuvvetli söylenmesi ile olur.

            Kelimede kuvvvetli söylenen hece
üzerindeki baskıya vurgu adı verilir. Vurgulu hece, üzerine saılan, üzerine
vurulan hece demektir.
            Türkçe yumuşak vurgulu, hafif dalgal
bir diildir. Türkçenin vurguları bu sebeple çok dikkat ister.
            Vurguyu
bulma usulü:
            Türkçe kelimelerde vurgunun hangi
hecede olduğunu anlamak için bir usul vardır. O usul şudur: kelimenin her
seferinde bir hecesi mübalağalı bir şekilde kuvvetle söylenir. Hangisi
yadırganmazsa vurgu o hece üzerinde demektir. Mesela yumurta kelimesini alınız.
Göreceksiniz ki ta hecesini kuvvetlendirerek söylemek kulağa aykırı
gelmemektedir. Şu halde vurgu son hecededir.
            Türkçe
kelimelerde vurgu durumu şöyledir:
            1. Türkçede kelime ne olursa olsun,
bütün hitaplarda vurgu daima ilk heced bulunur: arkadaş, dağlar, kumandan,
Atatürk gibi seslenmelerde vurgu daima ilk hecede bulunur ve kuvvetlidir.
Kelimenin asıl normal vurgusu sonda da olsa hitapta  mutlaka başa alınır: Örümcek.
            2. Türkçede orta hece ve heceler
vurgusuzdur.
            3. Türkçede vurgu esas itibarıyla ya
son hecede veya ilk hecede bulunur. Vurgu 
son hecede ise başta, ilk hecede ise sonda ikinci derecede bir vurgu
bulunur.
            4. Türkçede umumi olarak,
kelimelerin en büyük kısmında vurgu son hecededir: yatırım, açık, çekingen
kelimelerinde vurgu sondadır.
            5. Buna mukabil yer adlanrında,
bütün coğrafi isimlerde vurgu ilk hecede olur: Ankara, Kurtuluş, İsveç, Avrupa
gibi kelimelerde vurgu ilk hecededir.
            6. Yalnız –istan eki ile biten
coğrafi isimlerde vurgu yine sona alınır: Özbekistan, Türkmenistan, Bulgaristan
gibi kelimelerde vurgu son hecededir.
            7. Sonu –ya ile biten yer adlarında
vurgu sondan bir evvelki hecede bulunur: Sakarya, Mudanya, Almanya. Sonu a ve e
ile biten yer adları da böyle istisnalar görülür: İngiltere, Ukrayna gibi
kelimelerde vurgu sondan bir önceki hecededir.
            8. Türkçede henuz tam benimsenmiş,
üzerinde az zaman geçmiş yabancı isimlerde ve keilmelerde vurgu ilk hecede
bulunur: Hitler, banka, radyo, posta gibi kelimelerde vurgu ilk hecededir.
            9. Türkçede çok yerleşmiş yabancı
asıllı isimlerde vurgu son hecede bulunur: İsmail, Ömer, Mehmet gibi.
            10. Türkçede bazı ekler vurgusuzdur
ve vurguyu önlerindeki heceye atarlar. Mesela uyuma, insanca, kalkmadan
kelimelerinde vurgu ma, ca, madan eklerinde önceki hecededir.
        
A. İSİMDEN İSİM YAPMA EKLERİ
        
İsimden isim yapma ekleri, isim kök ve gövdelerine getirilerek onlardan yeni
isimler yapan eklerdir.
        
Bu eklerle yapılmış isimlerin manaları bir önceki ismin manasına çok yaıkndan
bağlı olur. Genellikle getirildiği isimle ilgili yer, meslek, topluluk, vasıf,
bağlılık, aitlik vs isimleri gibi kelimeler yaparlar.
1. –lık,-lik,-luk,-lük
        
a. Yer isimleri yapar. Bu isimler nesnenin mekanını veya çok bulunduğu
yeri ifade ederler: taş-lık, orman-lık, boş-luk, kömür-lük, koru-luk, gül-lük,
ekin-lik gibi.
        
b. Alet isimleri yapar. Bunlar nesne ile ilgili bir alet bir eşya ifade
ederler: baş-lık, göz-lük, söz-lük, gece-lik, korku-luk gibi.
        
c. Topluluk isimleri yapar. Bu isimler yapıldıkları isimlerle ilgili bir
topluluk, bir bütünlük ifade ederler: genç-lik(gençlerin bütünü), türk-lük
(türklerin topluluğu, bütünü) gibi.
        
d. Vasıf isimleri, yani sıfat yapar: gün-lük, yıl-lık, hediye-lik,
kira-lık, kış-lık, adım-lık gibi.
        
e. Soyut isim yapar: güzel-lik, iki-lik, müdür-lük, temiz-lik gibi.
        
Bu ekin bir özelliği de bazen çekim eklerinden sonra gelerek isim yapmasıdır:
gün-de-lik, on-da-lık gibi.
2.
–cı,-ci,-cu,-cü,-çı,-çi,-çu,-çü
        
Bu eklerin başlıca fonksiyonu meslek ve uğraşma isimleri yapmaktır (osmanlıcada
başlangıçta c’li ve yuvarlak şekilleri yoktu.): av-cı, eski-ci, yol-cu, göz-cü,
aş-çı, bek-çi, ok-çu, süt-çü gibi.
        
Esas fonksiyonu sifat olarak kullanılan vasıf isimleri yapmaktır. Kısaca ek ve
sahiplik ya da bağlılık ifade eder.
        
Sahiplik fonksiyonunda bir kendinde bulundurma ifadesi belirtilir: baş-lık,
kilit-li, su-lu, ölüm-lü gibi.
        
Bağlılık fonkisyonunda da bir mensup olma ifadesi göze çarpar: Ankara-lı,
lise-li, köy-lü gibi.
4. –sız,-siz,-suz,-süz
        
Bu ek –lı,-li,-lu,-lü ekinin olumsuzudur. Onun için menfi isim eki veya menfi
sıfat eki adı ile de anılır: taş-sız, iş-siz, su-suz, görgü-süz gibi.
        
 Bu ek nadir olarak bir çekil eki olan iyelik ekinden sonra da
kullanilabilir: annem-siz, babam-sız gibi.
        
Bu ek aitlik eki adını alır. Başlıca fonkisyonu içinde blunma, bağlılık, ve
aitlik ifade etmektir. Bu fonkisyonla sıfat ve zamir yapar: şimdi-ki, karşı-ki,
sonra-ki, öte-ki, beri-ki, evvel-ki, dün-kü, gece-ki gibi.
        
İkinci kullanışı –da,-de,-ta,-te, çekim ekinden sonraki kullanılışıdır:
bende-ki, yerde-ki, aşağıda-ki, sende-ki, evde-ki, üniversitede-ki, gibi.
        
Üçüncü kullanışı –ın,-in,-un,-ün,-nın,-nin,-nun,-nün çekilm ekinden sonra
getirilmesidir: benim-ki, yolcunun-ki, adamın-ki, evin-ki, arkadaşımın-ki gibi.
        
Bu ekin bazı örneklerde –kü şekli de görülür: dün-kü, bugün-kü, gönülün-kü
gibi.
        
Bu ek Türkçenin çok işlek küçültme ve sevgi ekidir. Bu iki fonsiyon bazan bir
arada, bazan da tek başına görünür: baba-cık, dudak-cık, kısa-cık, Mehmet-cik,
göl-cük, tosun-cuk gibi.
 Bu
ek bazı kelimelerde kendisinden önce gelen konsonantı düşürür: ufa-cık (ufak-cık),
küçü-cük (küçük-cük) gibi.
 Bu ek bazan da önüne bir
vokal alır: bir-i-cik, az-ı-cık gibi.
Bu ekin bir özel kullanılışı da
-ca, -ce, -ça, -çe çekim ekinden sonra gelmesidir: usul-ca-cık, yavaş-ça-cık,
ufa-cı-cık gibi.
Bu ekin özellikle sevgi fonksiyonu
çok işlek durumdadır. Bu fonksiyonuyla en çok iyelik eki getirilerek pek geniş
ölçüde kullanılır: anne-ciğ-i-m, kardeş-ciğ-i-m, Ahmet-ciğ-i-m gibi.
Bu
ek bazı kelimelerde kendisinden önce gelen konsonantı düşürür: ufa-cık
(ufak-cık), küçü-cük (küçük-cük) gibi.
Bu
ek bazan da önüne bir vokal alır: bir-i-cik, az-ı-cık gibi.
Bu
ekin bir özel kullanılışı da -ca, -ce, -ça, -çe çekim ekinden sonra gelmesidir:
usul-ca-cık, yavaş-ça-cık, ufa-cı-cık gibi.
Bu
ekin özellikle sevgi fonksiyonu çok işlek durumdadır. Bu fonksiyonuyla en çok
iyelik eki getirilerek pek geniş ölçüde kullanılır: anne-ciğ-i-m,
kardeş-ciğ-i-m, Ahmet-ciğ-i-m gibi.
Bu
da ikinci bir sevgi ve küçültme ekidir: kuzu-cak, yumur-cak, demin-cek,
sevdi-cek gibi.
8.
–cığaz, -ciğez, -cuğaz, -cüğez
Bu
ek küçültme ve sevgiden başka zavallılık da ifade eder. Acıma, şevkat ve
merhamet gösterir: bey-ci-ğez, yavru-cağaz, kız-cağaz gibi.
Küçültme
ve sevginin dışında acıma da ifade eder. Yalnız bu acıma ekinin zavallılık
fonksiyonu daha kuvvetlidir: kız-cağız, hayvan-cağız, ev-ceğiz, köy-ceğiz gibi.
Bu
ekin bir de şu-n-cağız, o-n-cağız gibi kullanışları vardır.
10.
–ca, -ce, -ça, -çe
Bu
ek aslında çekim ekidir: insan-ca, yavaş-ça örneklerinde olduğu gibi.
Ancak
sonradan klişeleşerek veya fonksiyon değiştirerek yapım eki hâline gelmiştir.
Yapım eki olarak fonksiyonu dil isimleri yapmaktır: Alman-ca, İngiliz-ce,
Türk-çe, Arap-ça gibi.
Bu
ek bazan da klişeleşmiş olarak, kalıplaşmış olarak ayrı isimler yapar: ala-ca,
kara-ca, ak-ça gibi.
Böyle
klişeleşmiş şekli bilhassa  yer isimlerinde çok görülür: Sütlü-ce,
Kanlı-ca, Çamlı-ca, Derin-ce, Yeni-ce gibi.
Başlıca
fonksiyonları  eşlik, ortaklık ve mensubiyet, bağlılık ifade etmektir:
ırk-taş, arka-daş, din-daş, soy-daş, meslek-taş, sır-daş, ülkü-daş gibi.
12.
–ncı, -nci, -ncu, -ncü
Sayı
isimleri yapmakta kullanılır. Fonksiyonu asıl sayı isimlerinden sıra, derece
ifade eden sayı isimleri yapmaktır: bir-i-nci, iki-nci, yüz-ü-ncü gibi.
Sayılar
dışında yine sıra ifade eden bir iki kelimede de bu ek görülebilir: kaç-ı-ncı,
orta-nca, son-u-ncu gibi.
13.
–ar, -er, -şar, -şer
Fonksiyonu
asıl sayı isimlerinden dağıtma, bölme, ayırma sayı isimleri yapmaktır: bir-er,
dörd-er, elli-şer gibi.
Sayı
ismi yapan eklerden biridir. Daha çok birden ona kadar olan sayılar arasında
kullanılır. Fonksiyonu yakınlık, eşlik ifade eden topluluk isimleri yapmaktır:
iki-z, dörd-ü-z, yedi-z gibi.
15.
–sı, -si, -su, -sü
Bir
iki kelimede görülür. Benzerlik, gibilik ifade eder: çocuk-su, kadın-sı gibi.
16.
–msı, -msi, -msu, -msü
Bu
ek de benzerlik ve gibilik ifade eden bir ektir. Bilhassa renk ve tat
isimlerinde çok kullanılır: ağac-ı-msı, ekşi-msi, mor-u-msu, acı-msı gibi.
Bu
ek de benzerlik ve gibilik ifade eden eklerden biridir: acı-mtrak,
beyaz-ı-mtrak gibi.
Bu
ek karşılaştırma ekidir. “Daha çok” ifadesi taşır. Bir iki kelimede kalmıştır:
ufa-rak (ufak-rak), küçü-rek (küçük-rek), yeğ-rek (daha iyi) gibi.
19.
–lı (-li, -lu, -lü) ……..-lı ((-li, -lu, -lü)
Çift
kullanışlı bir ektir. Bu arada bulunma ifade eder. Kısacası “ve” mânâsına
gelir: iri-li, ufak-lı, gece-li, gündüz-lü, ana-lı, baba-lı, sağ-lı, sol-lu
gibi.
Bu
ek eskiden gibilik, eşitlik ifade eden bir çekim eki idi. Bugün birkaç vakit
isminde görülür: sabah-leyin, gece-leyin, akşam-leyin gibi.
21.
–cılayın, -cileyin
Bu
ek de eskiden bir eşitlik çekim eki idi. Bugün bir yapım eki gibi klişeleşip
kalmıştır. Bazı zamirlerde görülür: ben-cileyin, sen-cileyin, bu-n-cılayın
gibi.
Bu
ek işlek değildir. Ancak bir iki kelimede görülür: oğul-an (oğlan), er-en,
kız-an gibi.
Bu
da işlek olmayan bir ektir. Belki sadece er-kek kelimesinde vardır.
İşlek
olmayan bir ektir: baş-kan kelimesinde vardır.
İşlek
değildir, ana-ç, ata-ç, baba-ç kelimelerinde vardır. Kuvvetlendirme fonksiyonu
mevcuttur.
İşlek
olmayan bir ektir. Kökün dışındaki mânâsını ifade eder. Yani bir dışındalık
fonksiyonu vardır. Aynı mânâya gelen iki kelimede görülür: baş-ka, öz-ge.
27.-
cıl, cil, -cul, -cül, -çıl, -çil, -çul, -çül
Sadece
üç beş örnek görülür. Benzetme ve mübalâğa ifadesi taşır: ev-cil, ben-cil,
balık-çıl, tavşan-cıl, ölüm-cül, kır-çıl, ak-çıl, insan-cıl, av-cıl gibi.
28.
–dırık, -dirik, -duruk, -dürük
Birkaç
kelimede görülür. Âlet isimleri yapar: boyun-duruk, çiğin-dirik (omuzluk),
eğin-dirik (sırt örtüsü, şal) gibi.
Mübalâğa
ve benzerlik ifade eder. Üç beş kelimede görülür: ak-lan, koca-man, kara-man,
küçü-men (küçük-men) gibi.
Benzetme
ve ilgi ifadesi taşır: top-aç, kır-aç, boz-aç (boza çalan, boz renginde)
kelimelerde olduğu gibi.
Renk
isimlerinde görülür. Yakınlık, benzerlik ifade eder: sarı-şın, kara-şın,
gök-şin gibi.
İşlek
değildir. Bir iki kelimede görülür. Benzerlik ifade eder: top-ak, sol-ak,
ben-ek gibi.
İşlek
değildir. Benzerlik ifade eder: top-u-k, bala-k, bebe-k gibi.
İlgi,
benzerlik ifade eder: top-u-z gibi.
Denklik
ifade eder: yaş-ı-t, eş-i-t gibi.
36.
–tı, -ti, -tu, -tü
Yalnız
tabiat taklidi kelimelerde kullanılan işlek bir ektir: parıl-tı, zangır-tı,
gürül-tü, fokur-tu, kütür-tü gibi.
İlgi
ifade eder: ay-az kelimesinde vardır.
İlgi
ifade eder: gün-ey, kuz-ey (kuz-ay) gibi.
Benzerlik
ifade eder: yeş-i-l, kız-ı-l gibi.
40.
–sıl, -sil, -sul, -sül
Benzerlik,
ilgi ifade eder: yok-sul kelimesinde bu ek vardır.
Yer
ifade eder: kum-sal kelimesinde vardır.
42.
–gıl, -gil, -gul, -gül, -kıl, -kil, -kul, -kül
İlgi
ifade eder: kır-kıl, iç-kil, dört-gül, gibi az kullanılan birkaç kelimede
vardır.
Bu
ekin –gil şekli bugün bilhassa ağızlarda aile ve ev ismi yapmakta çok işlektir:
Ali-gil, Uşaklı-gil, ablam-gil gibi.
İşlek
değildir. Kış-la, yay-la kelimelerinde görülür.
Yabancı Ekler: Türkçeye bazan yabancı dilden
ekler de geçmektedir. Bu ekler önce kendi kelimeleri ile geçmekte, sonra Türkçe
 kelimelere de sıçrayabilmektedir. Bunlardan iki örneği burada
gösterebiliriz:
Aslında
Arapça’dan geçen nisbet î’sidir. Türkçe kelimelerin sonuna gelerek bazan
isimden isim yapma eki şeklinde kalıplaşmıştır: armudi, gümüşi, kurşuni,
varsağı gibi.
Türkçeye
batı dillerinden gelen –al, -el, eki de yaygınlışmaktadır: sosyal, kültürel’in
yanında ulus-al, siyas-al, yer-el, bölge-sel gibi.
Kalıplaşmalar, Kısaltmalar: Türkçede bazı kalıplaşmalar ve
kısaltmalar da göze çarpabilir. Örneğin Fatoş, Memoş, İbiş, minnoş gibi
kısaltmalarda bir “ş” unsuru görürüz. Bu bir ek değildir, türeme bir ses
durumundadır.
Öte  
yandan   şappadak, cuppadak, pattadak   gibi
ses   taklidi kelimelerde de benzer bir –dak, -dek ‘li unsur görülür.
Şüphesiz bu da bir ek değildir ve bu kelimeler ayrı ayrı paralel ses taklitleridir.
        
İsimden fiil yapma ekleri isim kök ve gövdelerinden fiil yapmak için kullanılan
eklerdir. Fakat bu ekler gövdelerden fiil yapmakta çok az kullanılır, daha çok
köklerden fiil yaparlar. Gövdelerden yapılan çok az sayıdaki fiillerde de ancak
çok işlek olanları kullanılabilir. Ayrıca eklendikleri gövdeler genellikle
işlek olmayan eklerle yapılmış gövdelerdir.
        
Bu eklerin ayrı ayrı belirli fonksiyonları yoktur. Hepsinin ortak fonksiyonu
isimleri fiilleştirmektir. Yapılan fiilde bu ekler değil, isim kökü mânâyı
tayin eder. Bu ekler böylece isimlerden onlarla ilgili fiiller yapmış olurlar.
Başlıca isimden fiil yapma ekleri şunlardır:
Bu ek  Türkçenin en işlek
isimden fiil yapma ekidir. İsimden fiil yapma sahasına
hâkim
olan başlıca ek durumundadır. Hem olma, hem yapma ifade eden fiiller yapar:
baş-la, taş-la, el-le, gece-le, üf-le, hafif-le gibi.
        
Bu ekle yapılan bazı fiillerin kendileri kullanılmayıp, onlardan fiillden fiil
yapma ekleriyle meydana getirilen şekilleri kullanılır: can-la-n, bir-le-ş,
kir-le-t gibi.
        
Bu ek orta hecede kaldığı için çekim sırasında bazan vokali değişir: bek-li-yen
(bek-le-yen) gibi.
Bu ek genellikle sıfatlardan fiil
yapar. Yaptığı fiiller yalnız “olma” ifade eder: sağ-al,
dar-al,
kör-el, yön-el gibi.
Sıfatlardan olma ifade eden
fiiller yapar: ince-l, sivri-l, duru-l gibi.
Fazla işlek değildir. İsimlerden
yapma veya olma ifade eden fiiller yapar: yaş-a, kan-a,
        
Çekim sırasında orta hecede kalınca ve y tesiriyle bu ek de değişebilir:
yaş-ı-yor, kan-ı-y-an gibi.
5.    
–ı, -i, -u, -ü
İşlekliği kaybolmuştur. Birkaç
kelimede klişeleşmiş olarak görülür: taş-ı, uz-u (uz-un),şak-ı gibi.
İşleklik sahası sınırlıdır. Daha
çok renk isimlerinden fiil yapar: ağ-ar, göğ-er, kız-ar,
7.    
–da, -de, -ta, -te
Ses taklidi isimlerden fiil
yapmakta çok işlektir: fısıl-da, ışıl-da, gürül-de, fingir-de gibi.
Tabiat taklidi kelimeler hep
l,r,y gibi sedalı konsonantla bittiği için bu ekin hep d’li şekilleri
kullanılmaktadır.
8.    
–kır, -kir, -kur, -kür
Bu ek de ses taklidi kelimelerden
fiil yapmakta kullanılan bir ektir. İşlektir, fakat ses taklitleri ile
sınırlıdır: hay-kır, tü-kür, çem-kir (terslenme) gibi.
Bugün yalnız birkaç kelimede
görülür: ac-ı-k, gec-i-k, bir-i-k gibi.
şlek değildir. Deli-r, beli-r,
üfü-r gibi birkaç fiilde görülür. Fakat ses taklidi isimlerden fiil yapmakta
oldukça işlektir: bağ-ı-r, geğ-i-r, an-ı-r, aksı-r, öksü-r, hapşı-r gibi.
İşlek değildir. Birkaç kelimede
görülür: su-sa, garip-se, yük-se, mühim-se gibi.
İşlek değildir, üç beş kelimede
görülür: az-ı-msa, ben-i-mse, küçü-mse gibi.
İşlek değildir. Bir iki fiilde
görülür: yad-ırga, es-irge gibi.
C.
FİİLDEN İSİM YAPMA EKLERİ
Fiilden isim yapma ekleri fiil
kök ve gövdelerinden isim yapmak için kullanılan eklerdir.
        
Bu eklerin sayısı çok fazladır. En kalabalık yapım ekleri bunlardır. Bu da
Türkçenin fiilden isim yapmaya çok yatkın bir dil olduğunu göstermektedir. Aynı
zamanda Türkçede isimlerin büyük kısmının hareket vasfı ile belirtilen isimler
olduğunu ortaya koymaktadır. Türkçe gibi fiile dayanan bir dil için bu da pek
tabiîdir.
        
Bu eklerin sayıları gibi işleklikleri ve kullanış sahaları da çok geniştir.
İçlerinde işleklik ve genişlik bakımından çekim eklerine yakın olanları çoktur.
        
Bu eklerin bir kısmının belirli fonksiyonları vardır. Bir kısmının ise
fonksiyonları belirsizdir.
        
Başlıca fiilden isim yapma ekleri şunlardır:
Bek bütün fiilden isim yapma
eklerinin başında gelir. İşleklik derecesi en geniş bir ektir.  Bütün fiil
kök ve gövdelerine getirilir.
        
Fonksiyonu hareket ismi yapmaktır. Fiil kök ve gövdelerine getirilerek onları
kullanış sahasına çıkarırlar: aç-mak, yaz-mak, oku-mak, uyu-mak, gör-mek,
bekle-mek, çekil-mek, düşün-mek, sürüklen-mek, ilikle-mek gibi.
        
Bu ekle yapılan isimler sıfat olarak kullanılamazlar.
        
Bu ek fiillerin geçici hareket ismini yapar. Bu isimler ancak çok nadir olarak
klişeleşip kalıcı nesne ismi olurlar: ye-mek, çak-mak gibi.
        
Bu ekin bir özelliği de sonuna iyelik eki almamasıdır: bilmeğ-i-m, gez-meğ-i-n
şekilleri kullanılmaz.
        
2.-ma, -me
        
İşleklik sahası bütün fiil kök ve gövdelerini içine alan bir ektir.
        
Bu ekin fonksiyonu iş isimleri yapmaktır: yaz-ma, oku-ma, git-me, yaklaş-ma, oyalan-ma,
püskürt-me, ezdir-me, açıklan-ma, veriştir-me gibi.
        
-mak, -mek’te  yürüyen canlı bir hareket ifadesi vardır. –ma, -me’de ise
bu hareketle yapılan iş anlatılır: yürümek-yürüme, kapamak-kapama gibi.
        
Dolayısıyla –ma, -me’de daha belirli bir isim olma vasfı vardır. Bu sebeple
böyle isimler –mak, -mek’lilerden daha fazla kalıcı nesne ismi olmaya
elverişlidirler: dondur-ma, yaz-ma (eser), dol-ma (yiyecek), iç-me nesne
isimleri gibi.
        
Bu ekle yapılan isimler iş isimlerinden başka, bazan kalıı niteliği dolayısıyla
sıfat olarak da kullanılabilirler: dol-ma kalem, süz-me göz, kar-ma liste.
        
3.-ış, -iş, -uş, -üş
        
Bu ek de bundan önceki iki ek gibi en işlek fiilden isim yapma eklerinden
biridir. Bu son ikisi yalnız i-mek fiiline getirilmez. Diğer bütün fiillere
gelirler. Fonksiyonu iş ismi yapmaktır: al-ış, yürü-y-üş, çekil-iş, otur-uş
gibi.
        
Bu ekle yapılan isimler de sıfat olarak kullanılmazlar.
        
Bu ek kalıcı nesne ismi yapan işlek fiilden isim yapma eklerinin başında gelir.
Fiille ilgili çeşitli nesnelerin ismini yapar: al-ı-m, uçur-u-m, geç-im,
öl-ü-m, biç-i-m gibi.
        
5.-k (ka), -k (ke)
        
Bu ek çok işlek bir fiilden isim yapma ekidir. Harekete uğramış olan, o hareketten
doğmuş bulunan veya hareketi yapan çeşitli nesnelerin isimlerini meydana
getirir: aç-ı-k, düş-ü-k, dile-k, yat-ı-k, buruş-u-k, yuvarla-k, ele-k gibi.
        
6.-ak, -ek
        
Bu ek de çok işlek bir ektir. Fiilin tesirinde kalan çeşitli nesnelerin
isimlerini yapar. Bir mübâlâğa ifadesi de taşır: at-ak, dön-ek, kaç-ak,
tapın-ak, dayan-ak, ürk-ek gibi.
        
Oldukça  işlek bir ektir. Yapanı, olanı ve yapılan ifaden eder: tüt-ü-n,
ek-i-n, gel-i-n gibi.
        
8.-gı, -gi, -gu, -gü, -kı, -ki, -ku, -kü
        
Çok işlek bir ektir.  Daha çok yapma ifade eden fiillere gelir. Çeşitli
isimler yapar: say-gı, sar-gı, ser-gi, bil-gi, büz-gü, gör-gü, duy-gu, sor-gu,
bıç-kı, bas-kı, iç-ki, kes-ki gibi.
        
Daha çok tek heceli fiillere getirildiği görülmektedir.
        
9.-ga, -ge
        
Örnekleri çok fazla değildir: bil-ge, dal-ga, yon-ga, böl-ge, süpür-ge,
kavur-ga gibi.
        
10.-gın, -gin, -gun, -gün, -kın, -kin, -kun, -kün
        
İşlek bir ektir. Esas itibariyle de tek heceli fillere getirilir. Fonksiyonunda
bir büyültme, bir aşırılık mânâsı  vardır, mübâlâğa ifade eder: dal-gın,
az-gın, dar-gın, yetiş-kin, eriş-kin, küs-kün, alış-kın, bay-gın, gir-gin,
ol-gun, piş-kin, coş-kun, aş-kın, düz-gün, üz-gün gibi.
         
11.-gan, -gen, -kan, -ken
        
İşlek bir ektir. Tek heceli fiillere getirilmez. Kuvvetli bir  mübâlâğa,
bir aşırılık ifade eder: alın-gan, sıkıl-gan, konuş-kan, somurt-gan, çekin-gen,
giriş-ken gibi.
        
12.-gıç, -giç, -guç, -güç
        
İşlek değildir. Birkaç misalde görülür. Bu ekte de büyültme ifadesi vardır:
dal-gıç, bil-giç, başlan-gıç, süz-geç gibi.
        
13.-gaç, -geç, -kaç, -keç
        
Bundan önceki ekin bir eşidir: yüz-geç, kıs-kaç, utan-gaç gibi.
        
14.-ağan, -eğen
        
Aşırılık, devamlılık, mübâlâğa ifade eder: ol-ağan, gez-eğen gibi.
        
15.-ıcı, -ici, -ucu, -ücü
        
Fazlalık, devamlılık anlatır: al-ıcı, ver-ici, uç-ucu, gör-ücü gibi.
        
Bir aşırılık  ifade eder. Yalnız dönüşlü, yani –n’li fiillere getirilir:
kıskan-ç, korkun-ç gibi.
        
17.-ı, -i, -u, -ü
        
Çok işlek bir ektir: yaz-ı, dikil-i, ört-ü, kok-u gibi.
        
18.-a, -e
        
Bir iki kelimede görülür: yar-a, öt-e, oy-a gibi.
        
19.-tı, -ti, -tu, -tü
        
Esas itibariyle n’li fillerin gövdelerine getirilir. Çeşitli isimler yapar:
akın-tı, öden-ti, çökün-tü, kurun-tu gibi.
        
Pek işlek olmayan bir ektir: öğ-ü-t, yoğur-t, um-u-t gibi.
        
Bugün belki bir tek ışı-l kelimesi vardır.
        
22.-sı, -si, -su, -sü
        
Bir iki kelimede görülür: yat-sı, sin-si, yas-sı, tüt-sü gibi.
        
23.-anak, -enek
        
İşlek olmayan bir ektir: sağ-anak, gel-enek, gör-enek gibi.
        
24.-amak, -emek
        
İşlek değildir: kaç-amak, bas-amak gibi kelimeler vardır.
        
25.-mık, -mik, -muk, -mük
        
İylek değildir: kıy-mık, il-mik, kus-muk kelimelerinde bu ek vardır.
         
26.-aç, -eç
        
İşlek değildir: gül-geç, tık-aç, kelimelerinde bu ek vardır.
        
İşlek değildir: tut-am, bur-am kelimelerinde bu ek vardır.
        
28.-al, -el
        
İşlek değildir: Çat-al kelimesinde bu ek vardır.
        
29.-alak, -elek
        
Birkaç kelimede görülür: yat-alak, as-alak, çök-elek gibi.
        
30.-arı, -eri
        
İşlek değildir: uç-arı, göç-eri gibi bir iki kelimede görülür.
        
31.-arak, -erek
        
İşlek değildir: tut-arak kelimesinde bu ek vardır.
        
32.-amaç, -emeç
        
işlek değildir: dön-emeç kelimesinde bu ek vardır.
        
33.-maç, -meç
        
İşlek değildir: bula-maç, tut-maç gibi kelimelerde görülür.
        
34.-baç, -beç
        
İşlek değildir. Ekin b’si fiilin n’sini m’ye çevirir: saklam-baç, dolam-baç
gibi.
        
35.-sal, -sel
        
İşlek değildir: uy-sal kelimesinde bu  vardır.
        
36.-man, -men
        
İşlek değildir: az-man, seç-men, say-man kelimelerinde bu ek vardır.
        
37.-sak, -sek
        
İşlek değildir: tut-sak kelimesinde bu ek vardır.
        
38.-pak, -pek
        
İşlek değildir: kay-pak kelimesinde bu ek vardır.
        
39.-van, -ven
        
İşlek olmayan bir ektir: yay-van kelimesinde görülür.
        
40.-mur, -mür
        
İşlek değildir: yağ-mur kelimesinde bu ek vardır.
        
41.-ca, -ce
        
İşlek değildir: eğlen-ce, düşün-ce, güven-ce bu ekle yapılmıştır.
        
42.-cama, -ceme
        
İşlek değildir: sürün-ceme kelimesinde bu ek vardır.
      
 43,-maca, -mece
        
İşlek olmayan bir ektir: bul-maca, bil-mece gibi.
        
Sıfat Fiil (partisip) Ekleri: Yapım ekleri ile çekim ekleri
arasında bir yer işgal ederler. Bazan çekim eki durumundadırlar: gel-en, gid-en
gibi. Fakat kalıcı isim yapınca tam bir fiilden isim yapma eki durumuna
geçerler. Bu sebeple onları da yine isim yapma eklerine ilave etmemiz gerekir.
        
44.-an, -en
        
Çok işlektir. Az miktarda kalıcı isim yapar: düz-en, kır-an gibi.
        
45.-ar, -er
        
Geçici  isim yapmakta işlektir: koş-ar (adım), geç-er (akçe) gibi. Az
miktarda klıcı isim de yapar: gid-er, kes-er gibi.
        
Geçici isim yapmakta çok işlektir: yürü-r, bil-i-r gibi. Kalıcı isim yapması
azdır: gel-i-r, yat-ı-r gibi.
        
47.-mış, -miş, -muş, -müş
        
Geçici isim yapmakta çok işlektir: susa-mış, oku-muş gibi. Az miktarda kalıcı
isim yapar: geç-miş, dol-muş, ye-miş gibi.
        
48.-dı, -di, -du –dü, -tı, -ti, -tu, -tü
        
Birkaç kalıcı isim yapmıştır: şıpsev-di, külbas-tı, beğen-di gibi.
        
49.-dık, -dik, -duk, -dük, -tık, -tik, -tuk, -tük
        
Geçici isim yapmakta işlektir: duyulma-dık, gel-di-ği gibi. Bil-dik, tanı-dık
gibi kalıcı isimler de yapar.
        
50.-acak, -ecek
        
Geçici isim yapmakta çok işlektir: açıl-acak, görül-ecek gibi. Bir miktar
kalıcı isim de yapar: yak-acak, giy-ecek gibi.
        
51.-ası, -esi
        
Birkaç kelimede görülür: yıkıl-ası, kırıl-ası gibi.
        
52.-maz, -mez
        
Geçici isim yapmakta çok işlektir: bit-mez, çık-maz gibi. Bazı kalıcı isimler
de yapar: sol-maz, yıl-maz gibi.
 Ç.
FİİLDEN FİİL YAPIM EKLERİ:
        
 Fiilden fiil yapma ekleri fiil kök ve gövdelerine getirilerek onlardan
fiil yapan eklerdir. Sayıları azdır. İşleklik dereceleri çok geniştir. Bu
eklerin bir vasfı da belirli fonksiyonlarının mevcut bulunmasıdır. Fiilden fiil
yapma ekleri şunlardır:
        
1.-ma, -me
        
imek fiili dışındaki bütün fiillere getirilir. Olumlu fiillerden olumsuz filler
yapar: yap-ma, gül-me, de-me gibi.
        
Kendi kendine yapma veya olmak ifade etmektedir. Bazan geçişli bazan da
geçişsiz fiiller yapar: al-ı-n, aç-ı-n, döv-ü-n gibi.
        
Bu ek n sesi ile biten fiil köklerine getirilmez.
        
Dönüşlülük eki –n-‘den başka bir de meçhullük ve pasiflik eki –n- vardır.
Dönüşlülük: ara-n (çok arandı). Meçhullük ve pasiflik: ara-n- (her taraf
arandı) gibi.
        
Pasiflik ve meçhullük ifade eder: dur-u-l, gör-ü-l, de-n-i-l gibi.
        
Ortaklaşma ve oluş ifade eder: vur-u-ş, çek-i-ş, at-ı-ş, dayan-ı-ş, gül-ü-ş,
bekle-ş, gel-iş iyile-ş gibi.
        
Yaptırma ve oldurma ifade eder. ç,s,t,ğ,p,y ile biten tek heceli fiillere
getirilir: göç-ü-r, aş-ı-r, köp-ü-r, yat-ı-r gibi.
        
Çok işlektir: uza-t, dire-t, inci-t, az-ı-t, ak-ı-t gibi.x
        
7.-dır, -dir, -dur, -dür, -tır, -tir, -tur, -tür
        
En işlek eklerden biridir: ye-dir, aç-tır, yağ-dır, bul-dur, as-tır, koş-tur
gibi.
        
8.-ar, -er
        
İşlek olmayan bir oldurma ekidir: kop-ar, gid-er gibi.
        
9.-dar, -der
        
İşlek olmayan bir oldurma ekidir: ön-der, dön-der gibi.
        
İşlek değildir: em-z-ir (emzir) şeklinde görülür.
        
Katmerli Oldurma Ekleri: En çok dört ek üst üste gelebilir. Daha
fazlası normal değildir: geç-i-r-t, geç-i-r-t-tir, geç-i-r-t-tir-t gibi.
        
11.-a, -e
        
İşlek değildir: tık-a fiilinde görülür.
        
12.-ı, -i, -u, -ü
        
İşlek olmayan bir ektir: kaz-ı, sür-ü  fiillerinde bu ek vardır.
        
13.-k (a), k (e)
        
İşlek değildir: gör-ü-k, çiz-i-k-tir fiillerinde bu ek vardır.
        
İşlek değildir: ser-p, kır-p fiillerinde bu ek vardır.
        
İşlek değildir: ko-y, do-y fiillerinde bu ek vardır.
        
16.-sa, -se

        
İşlek değildir. Ağızlardaki gör-se-t fiilinde bu ek vardır. 

TÜRKÇEDE YENİ KAVRAMLARI KARŞILAMA YOLLARI

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: 16 dakika

            Türkçede yeni varlıkları ve
kavramları karşılamak için birkaç yol vardır. İhtiyaç hasıl olduğunda bu
yollardan birine baş vurulmaktadır.

A.        KELİME TÜRETMEK
            Türkçenin en tabii, en işlek, en
geniş yeni kelime kazanma yoludur. Kelime türetmek köklerden yapım ekleri ile
görevden yapmak demektir. Eklemeli bir dil olan Türkçenin çok zengin bir kelime
yapma mekanizması vardır. Türkçenin her tipte pek çok olan yapım ekleri ile
sayısız kelimeler yapılabilir. Türkçenin bu imkanı her zaman açıktır. Ancak bu
imkanın iyi, doğru ve yerli yerinde kullanılması gerekir. Bu husustaki ölçü
yeni yapılan kelimede hiç bir sunilik bulunmaması, hissedilmemesidir. Böyle bir
kelimeyi ilk defa elbette bir şahıs yapmış ve dile sürmüştür. Fakat kaidelere
ve şartlara öyle uygun yapılmıştır ki, herkes onun yeni değil , eskiden beri
var olan bir kelime olduğunu zanneder. Demek ki, yeni kelimenin sağlam olması
için dilde yadırganmaması, yapma hissini uyandırmaması, tereddütler
yaratmaması, itiraz ve isyan sesleri doğurmaması gerekir. Dil, onu sanki
kendiliğinden ortaya çıkarmış gibi olmalıdır.
            Türemiş kelimeler, bir kelime kökü
ile bir veya birkaç yapım ekinden meydana gelir. Çekim sırasında yeni kelimeler
meydana getirlirken, kök asla değişmez. Kelime kökünden önce, başka dillerde
olduğu gibi ön ekler getirilmez. Dilimizde kelime türetmesi ancak köklerin
sonuna birtakım ekler getirilmek suretiyle yapılabilir.
            Kelime kökleri isim veya fiil
olduğuna göre, türetme ekleri isme ilave edilenler ve fiile getirilenler olmak
üzere iki büyük bölüme ayrılırlar. Sonra bunlar, meydana getirdikleri kelimenin
isim veya fiil oluşlarına göre de ikiye bölünürler. Böylece kelime yapma
ekleri;
a.                  
isimden
isim yapma ekleri
b.                 
isimden
fiil yapma ekleri
c.                  
fiilden
isim yapma ekleri
d.                 
fiileden
fiil yapma ekleri
 olarak dört gruba ayrılır.
            Ekler ayrıca, işlek (canlı), az
işlek ve işlek olmayan olmak üzere üçe ayrılırlar. Bir dilde yeni kelimeler
ancak canlı eklerle meydana getirilebilirler. Bu durum dil ilminin değişmez
prensibidir. Bazen az işlek bir ekin canlılık kazandığı görülebilir. Fakat bu
nadir bir haldir ve şahısların eseri değildir. Halkın bilmeden fark etmeden
yaptığı, dil kanunlarına uygun olarak kendiliğinden meydana gelen bir
keyfiyettir.
            Yeni teşkil edilen kelimeler dil
kurallarına uygun oldukları yani canlı eklerle ve ekin fonksiyonu ile manasına
aykırı olmadan meydana getirildikleri takdirde doğrudurlar.
B.        KELİME GRUBU YAPMAK
            Dilde yeni kavramları karşılamanın
bir yolu da kelime grubu yapmaktır. Bu yol, dilde var olan kelimelerden bir
terkip yaparak yeni ihtiyaçları karşılama yoludur. Bu yol, dilin yeni
kavramları karşılamada kullandığı çok tabii ve güzel bir yoldur. Ancak bunda
varlığı veya kavramı tek kelime ile değil, birden fazla kelime ile ifade etme
durumu vardır. Tabii her nesne de böyle iki kelime ile karşılanmaya müsait
olmayabilir. Onun için kelime grubu yapma yolu, imkanları geniş olmayan bir
yoldur:
Demiryolu                  bilirkişi                        uçaksavar                    gecekondu                  su yılanı
Başkent                      olağanüstü                  bilgisayar                    sivrisinek                    ses uyumu
C.        YABANCI KELİME ALMAK
            Yabancı kelime almak yeni bir
nesnenin veya kavramın, geldiği yerden ismini de beraber almak demektir. Alınan
yabancı kelime ya dilde  karşılığı hiç
olmayan kelimedir veya dilde karşılığı olan fazladan bir kelimedir.
            Birinci halde, yeni bir nesne veya
kavramla karşılaşılır. Dilde onun kelimesi yoktur. Bu durumda ilk tabii yol
onun ismini de beraber almaktır:
Ayet                gazel               cami                otomobil                     radyo              telefon
Televizyon                  motor              banka              posta               telekom
            Özellikle eşyaların beraberinde
getirdiği kelimelerin dile süratle girme ve yayılma gücü vardır. Eğer adını
önceden hazırlamamış ve o adla girişi sağlamamışsanız, eşyanın kendi kelimesini
beraber getirmesine engel olamazsınız. Zaten hazırlıklı olmak da kolay
değildir. Yenilik ve  kelime çok defa
dili ansızın bastırır.
            İkinci olarak dilde, karşılığı
mevcut olsa da yine fazladan kelime girebilir. Böyle kelimelerde çeşitli
faktörler rol oynar. Bunların başlıcaları çeşit ve değişiklik arzusu, özenme,
taklit, nüans, kısalık, yaygınlık, kibarlık ve tesadüf olarak sıralanabilir.
Fakat hepsinin müşterek bir sebebi vardır ki o da kültür ilişkileri, dil
alışverişleridir. Kültür ve medeniyet tesirlerinden kaçmak mümkün değildir.
Şüphesiz en iyisi bir dilin kendi kaynağından beslenmesidir. Ancak dile yabancı
kelime girmiş diye yakınmaya da lüzum yoktur. Yabancı kelime almak değil,
yabancı gramer kuralı almak tehlikelidir.
            Esasen yüzde yüz saf dil yoktur.
Dillerde yabancı asıllı kelimeler daima bulunur. Ayrıca dil o kelimeleri  kendi yapısına uydurur:
Hendese-geometri                  teşekkür-mersi                        yemiş-meyve
Siyate-politika                        teminat-garanti                       iktisat-ekonomi
            Türkiye türkçesi için cumhuriyetten
sonra arapça ve farsçadan kelime alma yolu tamamıyla kapanmıştır. Buna karşılık
bugün batıdan gelen kelimelere karşı açıktır.
            Yabancı kelime almak son derece
kolay bir yoldur. Onun için de bu kestirme yolun önüne kolay kolay
geçilememektedir. İstense de istenmese de her dile bu yolla pek çok kelime
girmektedir. Hele günümüzdeki iletişim teknolojisi bunu iyice arttırmış
bulunmaktadır.
Ç.        KELİME DİRİLTMEK VE DERLEMEK
            Dilde yeni kelime için
başvurulabilecek iki kaynak daha vardır. Bunlardan biri, eski yazı dili
devreleri, diğeri yaşayan şiveler, ağızlardır.
            Eski yazı dilinin unutulmuş
kelimeleri tekrar dile kazandırılabilir:
Kamu              subay              yargı                nitelik              tartışmak                     görkem
Savcı               tanık                köken              nicelik             arıtmak                       sonuç
            Diğer taraftan kültür dilinde
bulunmayan fakat ağızlarda yaşayan bazı kelimeler de yazı diline alınabilir:
Güney             aylak               onarmak                      deprenmek                  asalak              yitirmek
Kuzey             doruk              yozlaşmak                   denetlemek                 alan                 güleç
            Ancak bu diriltme ve derleme yolu
sanıldığı kadar kolay bir yol değildir. Eski kelimeler çok defa ölmüşlerdir.
Ayrıca metinlerden çıkarılan şekilleri, eski devrin fonetik taşır. Böylece
buğünkü dil için işlenmiş sayılmazlar. Bu sebeple onların diriltilmesi çok
güçtür, byük gayret ister. Bu, bütün millete yeniden kelime öğretmek demektir.
            Ağızlardan edebi dile kelime
geçirmek de öyle pek kütle halinde ve kolay olmamaktadır. Çünkü bir ağızda bir
şekil, başka bir ağızda başka bir şekil vardır. Ayrıca yazı dili kelimeleri
gibi her bölge için geçerli olacak uygun ve fazla kelime bulmak da kolay
değildir. Ve bu da bütün milletin yeniden kelime öğrenmesi demektir.

            Kısacası her iki
kaynaktan faydalanmak da ancak sınırlı bir ölçüde mümkündür. Fakat dil inkılabı
ile Türkçemize her iki kaynaktan bir haylı kelime kazandırıldığını da unutmamak
gerekir. Gerçi sadeleştirme çalışmları sırasındaki ihtiyaç dolayısıyla netice
alınması mümkün olmuştur. 


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: KELİME NEDİR?

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: 32 dakika

Kelime,
anlamı veya görevi bulunan ve tek başına kullanılabilen ses veya sesler
topluluğudur. Kelimeler anlamlı veya görevli dil birlikleridir. Kelimelerin
genellikle anlamları vardır . dışarıda bir varlığı, bir nesneyi bir hareketi
karşılarlar. Kelimeyi okuduğumuz veya duyduğumuz zaman o varlık veya hareket
gözümüzün önünde canlanır: kitap, daktilo, koyun, kuzu, cetvel, koşmak ,
yazmak…

Ancak,
anlamı bulunmayan kelimeler de vardır: gibi, ile , ve , için , fakat, ama,
kadar vb. Bunların anlamları yoktur ve hiçbir varlığı veya hareketi karşılamazlar.
Cümlede anlamlı kelimelrle birlikte kullanılırlar. Onların manalarına yeni
ifadeler katarlar: aslan gibi, onun için gelmiştim, sabaha kadar ağladı
örneklerinde olduğu gibi.
Kelimeden
küçük ses birlikleri olan sesler, heceler, ekler ve bazı kökler tek başlarına
kullanılamadıkları halde kelimeler tek başlarına kullanılırlar.
Kelimeler
yapı bakımından ses veya ses topluluklarıdır. Tek sesli kelimelerin sayısı
azdır. Türkçede teksesli sadece iki kelime vardır: a, o (a birader, o kişi
örneklerinde olduğu gibi .) Bunlara “e” ünlemini de dahil edebiliriz: e
kardeşim!.
1-               
Kökler,
kelimelerin anlamlı parçalarıdır. Meselâ bakış kelimesinde bak köktür. Bakma iişinin anlamı
bak
kökü üzerindedir. Buradan bakma işi anlamını çıkarıyoruz.
2-               
Kökler,
kelimelerin parçalanamayan kısımlarıdır. Meselâ bak kökü daha fazla parçalanamaz. Parçalanırsa bakmakla ilgili
anlamı ortadan kalkar.
3-               
Kökler
varlıkların ve hareketlerin yalın karşılıklarıdır. Onları bir zaman, şahsa
bağlamazlar, soyut olarak ifade ederler.
4-               
Kökler,
kelimelerin çekirdekleridir. Meselâ gözlemek, gözlem, gözcü, gözcülük, gözlük
kelimeleri hep göz kökünden
türetilmiştir.
GÖZ= gözlemek,
gözlem, gözcü, gözcülük, gözetmen, gözlük, gözlükçü, gözlükçülük, gözlü,
gözsüz…..
5-               
Her
varlık veya hareket için dilde bir kök yoktur. Birbirine yakın varlık veya
kavramlar aynı kök etrafında yapılan kelimelerle karşılanır. Meselâ ver kökünden vergi, verim, verimli,
verecek, verimlilik gibi.
6-               
Kökler
eskiden beri var olan ve sonradan yapılamayan dil birlikleridir. Yeniden kök
yapılamaz. Ancak yabancı dillerden yeni kökler alınabilir. Radyo-cu, radyo
culuk vb.
7-               
Dilde
iki çeşit kök vardır: isim kökleri, fiil kökleri. Çünkü kâinatta iki çeşit
varlıktan söz edebiliriz: 
Insan, hayvan, bitki,
dağ, orman, taş, toprak, duygu, akıl, hastalık vsl nesnelerdir. Bunların
gelmesi, gitmesi, yanması, büyümesi, tükenmesi vs. Hareketlerdir. İşte nesneler
isimlerle, hareketlerle fiillerle karşılanmaktadır.
1-                                         
Eklerin
tek başına anlamı yoktur. Kelimelerin görevli parçalarıdır. Meselâ babam,
odunluk, tatlı kelimelirindeki –m,-luk, -lı eklerinin tek başına anlamı yoktur.
2-                                         
Ekler
tek başlarına kullanılamazlar, ancak köke eklenerek kullanılış sahasına
çıkarlar.
3-                                         
Kökler
kelimede kendisine uyulan, ekler ise köke uyan unsurlardır. Bu sebeple eklerin
büyük bir kışmı çok şekillidir. Çok şekillilik bakımından ekler dimizde ya bir
şekilli , ya iki şekilli ya dört şekilli yada sekiz şekillidir:
Bir şekilli: -m (masa-m),
İki şekilli: -an, -en (koşan,
gelen),
Dört şekilli: -ıp, -ip, -up, -üp
(alıp, verip, koşup, görüp),
Sekiz şekilli: -dı, -di,
-du,-dü,-ti,-tı,-tu,-tü (yazdı, geldi, durdu, gördü, attı, gitti, sustu,
düştü),
4-                                         
Ekler
fazla uzun omazlar. Tekses halinde olabildiği gibi iki heceli de olabilirler.
Üç heceli eklerimiz azdır: sarı-mtırak gibi.
5-                                         
Türkçede
ekler ya eskiden beri ek olarak vardır ya da iki ek veya kelimenin
ekleşmesinden meydana gelmişlerdir. Meselâ gelmeli kelimesindeki –meli eki –me
ve –li eklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.
6-                                         
Dilde
iki türlü ek vardır:
A.    Yapım
ekleri
: Kökün
veya kelimenin anlamında değişiklik yapan eklerdir. Bunlar eklendikleri kökten
yeni bir kelime meydana getirirler. Meselâ Türk kelimesinden –çe ekiyle Türkçe
kelimesi yapılmıştır.  Türk bir milletin
adı, Türkçe o milletin dilinin adıdır. Dört çeşit yapım eki vardır:
1.                 
İsimden isim yapma ekleri: İsim kök veya gövdelerinden
yeni isimler yapan eklerdir: yıl-lık, köy-lü, balık-çı, kuzu-cuk, ev-cil vb.
2.                 
İsimden fiil yapma ekleri: Isim kök veya gövdelerinden
fiil türeten eklerdir: gece-le-mek, duru-l-mak, tür-e-mek, boz-ar-mak vb.
3.                 
Fiilden isim yapma ekleri: Fiil kök veya gövdelerinden
isim türeten eklerdir: aç-mak, gel-me, düş-üş, geç-im, düş-kün, sırıt-kan vb.
4.                 
Fiilden fiil yapma ekleri: Fiil kök veya gövdelerinden
fiil yapan eklerdir: al-ın-mak, gül-üş-mek, yat-ır-mak vb.
B.     Çekim
ekleri
: Kökün
veya kelimenin anlamında değişiklik yapmayıp kelimeleri kullanılış sahasına
sokan  eklerdir. Çekim ekleri anlama etki
etmezler, köke ve kelimeye yeni bir anlam katmazlar. Fakat bir ifade katarlar.
Bu ifade öteki kelimelerle münasebet ifadesidir. “Ev-den geldim.” Cümlesindeki
–den eki münasebet ifadesidir ve evin anlamını değiştirmemektedir.
1.       Çoğul
eki:
İsimlerin
çokluk şekillerini ifade eder: -lar, -ler: kitap-lar, çocuk-lar, araba-lar,
ev-ler, gece-ler, sergi-ler vb….
2.       Iyelik
ekleri:
“İye”
Türkçede “sahip” anlamına gelir. İyelik ekleri ismin karşıladığı nesnenin bir
kişiye veya nesneye ait olduğunu gösteren çekim ekidir. Bunlar nesneyi nesneye,
yani ismi isme bağlayan eklerdir. İyelik ekleri altı şahsa göre
çekimlenebilmektedir: yani getirildikleri isimlerin  ben, sen, o ,biz, siz, onlar şeklindeki
sahipliklerini ifade ederler. Aşağıdaki örneklerde şahıslara göre iyelik
eklerinin nasıl kullanıldığını inceleyiniz.
Baba-n      defter-in
Baba-sı     defter-i
Baba-nız   defter-iniz
Baba-ları   defter-leri
3.       Hal
ekleri:
Bu ekler
ismi bazen isme, bazen fiile bazen de edata bağlar: 
Okul-a gitti. Evden gelmiş.
(fiile bağlamış)
Kitab-ın kapağı    bahçe-nin yolu (isme bağlamış)
Orman-a karşı      sen-in kadar (edata bağlamış)
Türkçedeki isim hal ekleri
şunlardır:
a.       Yalın
hal:
İsmin başka
bir kelimeye bağlı olmadığını gösteren haldir. Tekil, çoğul ve iyelik şekli
yalın haldir: okul, baba-sı, yollar.. okul teklik yalın hali, yollar çoğul yalın
hali, babası iyelik yalın halidir. Demek ki, yalın hal isimlerin hal eki
getirilebilen şekilleridir.
b.      İlgi
hali:

(-ın,-in,-un,-ün,-nın,-nin,-nun,-nün)
Çocuğ-un                   defter-in
Evler-in                      anne-nin
Yol-un                                   masa-nın
Yokuş-un                   akıl-ın
Onlar-ın                      uykusu-nun
c.       Yükleme
hali:

(-ı,-i,-u,-ü)
Kapı-yı                                   taşlar-ı
Babam-ı                     göz-ü
Yol-u              sözlerim-i
ç.         Yönelme hali:
(-a,-e)
okul-a             bakkal-a
dağlar-a                      biz-e
d.      Bulunma
hali:

(-da,-de,-ta,-te)
Ev-de             çocuk-ta
Tepeler-de                  akıl-da
e.       Ayrılma
hali:

(-dan,-den,-tan,-ten)
Karşı-dan                   soy-dan
Biz-den                      türk-ten
Çiçek-ten                   bilenler-den
f.       Beraberlik
hali:
(-la,-le)
Gönül-le                     kalbimle
Araba-y-la                  ekmek-le
g.      Eşitlik
hali:

(-ca,-ce,-ça,-çe)
İnsan-ca                     on-ca
Ben-ce                        ardın-ca
h.      Direktif
hali:

(-ra,-re,-arı,-eri)
Son-ra             iç-eri
Dış-arı            il-eri
4.       Soru
eki:
(-mı,-mi,-mu,-mü)
Okul mu              çocuk mu

Öğrenciler mi                  rüya mı

SES, HARF, ALFABE

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: ~1 dakika

        
Ses dilin en küçük parçasıdır. En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün dil
birlikleri seslerden yapılır. Heceler (seslemler), ekler, kökler, kelimeler,
kelime grupları ve cümleler birtakım seslerin birleşmesinden meydana gelirler.
Bu dil birliklerini unsurlarına ayırdığımız zaman en sonunda karşımıza bir
unsur çıkar ki artık onu parçalayamayız.


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: TÜRKÇENİN TARİHİ GELİŞİMİ

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: 30 dakika

Türk dilinin oluşumunu yedi
aşamada tamaladığı görüşü yaygındır:

       
Altay Çağı: Türkçe, Altay çağında, henüz ayrı bir dil niteliğini
kazanmamıştır. Moğolca ve öteki akraba dillerle birlikte, bir Ana-Altayca
içinde bulunmaktadır.

       
En Eski Türkçe Çağı: En eski Türkçe çağında, Türkçenin
Ana-Altaycadan ayrıldığı düşünülmektedir. Böylece, Türk, Moğol, Mançu-Tunguz
hatta Kore ve Japon dilleri ortaya çıkmıştır.

      
 İlk Türkçe Çağı: İlk Türkçe çağındaysa Türkçe artık
gelişmiş, diğer akraba dillerden ayrılmış bir dildir. Hunların konuştuğu Türkçe
bu çağda kendini göstermiştir.       
Eski Türkçe Devresi: Bu devre başlangıçtan 10.
yüzyıla kadar olan zamanı kapsamaktadır. Bu devrenin bilinen ilk metinleri 8.
asırda dikilmiş olan Orhun Anıtları’dar. Orhun anıtlarında Göktürk alfabesi
kullanılmıştır. Anıtlarda mükemmel ve işlenmiş bir dille karşılaşıyoruz. Bu
ise, Türk yazı dilinin daha eski devirlerde meydana glemiş olduğunu
göstermektedir. Elimizde belgeler bulunmadığı için bu hususta fazla bir şey
söyleyemiyoruz.
        
Eski Türkçeden daha gerisi karanlık devirdir. Burada dilimiz Çuvaşça ve Yakutça
ile buluşur. Çok daha geride de Türkçe, mensup olduğu öteki Altay dilleri ile,
yani Moğolca ve Mançuca ile birleşir.
        
En eski yazılı kaynaklarımız olan Orhun Anıtlarında Bilge Kağan’ın, kardeşi Kül
Tigin’le beraber Çinlilere karşı yaptıkları savaşlar ve Türk milletinin
bütünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadeleler anlatılır. Anıtlarda kuvvetli
bir hitabet üslubu dikkati çekmektedir. Orhun Anıtlarının yazarları Vezir
Tonyukuk ile Yolluğ Tigin’dir. Eldeki belgelere göre bunlar Türklerin en eski
yazarlarıdır.
        
Eski Türkçe döneminin Göktürk Anıtlarından sonraki yazılı ürünleri Uygur
Türkçesi eserleridir. Uygur Türkleri Soğd yazısını ve Mani ile Buda dinlerini
kabul etmişlerdir. Bu dönemde verilen eserlerin tamamı Mani ve Buda dinleriyle
ilgilidir. Büyük bir kısmı Turfan kazılarında ele geçen bu eşerlerin başta gelenleri
Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek’tir. Bu eserlerde Buda’nın hayatı, Buda dininin
esasları anlatılmış, bazı dualara yer verilmiştir.
        
Demek ki, Eski Türkçe Devresi kendi aralsında Göktürk Türkçesi ve Uygur
Türkçesi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
        
Orta Türkçe Devresi: Bu devre 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar
olan zamanı içine almaktadır. Bütün Türkler bu dönemde Karahanlı Türkçesini
kullanmışlardır. Tabii ki bunu yazı dili için söylüyoruz. Bu devrede gerek Türk
dilinde gerekse Türk kültüründe önemli değişmeler olmuştur. İslamiyet resmen
kabul edilmiş ve alfabe olarak Arap harfleri alınmıştır.
        
Orta Türkçenin
ilk yıllarına ait olan Kutadgu bilig, Divanü Lügat-it Türk ve Atabet-ül Hakayık
adlı eserler Ilk İslami Türk eserleri olarak bilinmektedir.
        
Kutabgu Bilig, Yusuf Has Hacib tarafından 1069 yılında tamamlanmış ve Karahanlı
hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur. Eserin adı “Kutlu Olma Bilgisi”
şeklinde günümüz Türkcesine aktarılabilir. Kutabgu Bilig, devleti idare edenlerin
nasıl davranmaları gerektiğini, halkın ideal bir devlet tarafından nasıl
mutlu  edilebileceğini, insanların toplum içerisindeki görev ve
sorumluluklarının neler olduğunu anlatan dini, ahlaki ve sosyal görüşlerin ağır
bastığı manzum bir eserdir ve 6645 beyitten oluşmaktadır. Dil ve külütür tarihi
bakımından çok önemli bir kitaptır.
        
11. yüzyılda yazılmış olan eserlerden birisi de Karşgarlı Mahmud’un Divanü
Lügat-it Türk adlı eseridir. Kargaşlı Mahmut bu eserini Araplara Türkçe
öğretmek amacıyla kaleme almıştır. Aslında bir lügat olan Divanü Lügat-it
Türk’te örnek olarak verilen halk şiirleri, atasözleri, deyimler dil ve kültür
tarihimiz bakımından son derece önemlidir. Kaşgarlı Mahmut aynı zamada ilk Türk
dili bilginidir. Eserini “Türk dili ile Arap dilinin at başı yürüdükleri
bilinsin” diye yazdığını söylemektedir. “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların
uzun sürecek bir saltanatı olacaktır” hadisini zikreder Kaşgarlı, ilk Türkçü
yazarlarımızdandır.
        
12. yüzyılın başında meydana getirildiği sanılan Atabet-ül Hayayık, Edip Ahmet
tarafındana yazılmıştır. Öğretice mahiyette dini-ahlaki bir eserdir. Edip
Ahmet, dinin faziletlerinden, ilimden, cimrilikten, cömertlikten vb.
bahsetmiştir. Eser dörtlükler halinde düzenlenmiştir.
        
Yeni Türkçe Devresi:  Bu devre 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan
zamanı ihtiva etmektedir. 13. yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Batı Türkleri
arasında yeni ve birbirinden farklı yazı dilleri meydana gelmeye başlamıştır.
Doğu Türkçesi, Eski Türkçenin ve aKArahanlı Türkçesinin bir devamı olarak
ortaya çıkmıştır. Doğu Türkçesi, Orta Asya müşterek Türkçesi demektir. Batı
Türkçesi iki koldan gelişmiştir. Bunlar Osmanlı ve Azeri Türkçleridir. Bunlar
arasındaki fark 15. yüzyılın sonlarında görülmüştür.
        
Doğu Türkçesinin ber de Küzey kolu bulunmaktadır. 15. yüzyıla kadar devam etmiş
olan bu dile Kıpçak Türkcesi diyoruz. Kıpçak Türkçesi eserlerine Kuzey
Afrika’da ve Mısır’da rastlanmaktadır. Daha sonra Kıpçak Türkçesi Oguz Türkçesi
ile birleşmiştir.
        
Eski Türkçenin devami durumunda olan Doğu Türkçesi, 15. yüzyıldan itibaren
Çağatay Türkçesi diye de adlandırılmıştır. Bu yazı dili 15. yüzyılda Ali Şir
Nevai tarafından kurlmuş v e geliştirilmiştir. 16. yüzyılda Babür Şah, Çağatay
Türkçesinin en önemli temsilcisi olmuştur.Çağatay Türkçesinin yerinde bgün
Özbek Türkçesi bulunmaktadır.
        
Modern Türkçe Devresi: Bu devre 20. yüzyılı kapsamaktadır. 20. yüzyılda
önemli yazı dilleri olarak Türkiye Türkçesi , Özbek Türkçesi, Türkmen Türkçesi,
Kazak Türkçesi vb. görüyoruz. 
BATI TÜRKÇESİNİN GELİŞİMİ
        
Batı Türkçesi kendi içerisinde üç devreye ayrılır:
1.       Eski
Anadolu Türkçesi:
Batı Türkçesinin ilk devresidir. 13-15. yüzyılları içine
alır. Eski Türkçenin özelliklerini taşır. Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve
ilk Osmanlıların yazı dilidir. Eski anadolu Türkçesinde henüz Arapça ve Farsça
kelime ve tamlamalar fazla değildir.
2.       Osmanlı
Türkçesi:
Batı Türkçesinin ikinci devresidir ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla
kadar olan zamanı kapsar. Bu dönemde Eski Türkçenin izleri kaybolmuştur. Azeri
Türkçesi bu dönemde ayrılır. Arapça ve Farsçanın tesiri fazladır. Osmanlı
Türkçesi tam beş asır imparatorluğun yazı dili olarak varlığını korumuştur.Bat
medeniyetinin getirdiği ihtiyaçları Osmanlıcanın zengin vasıtalarıyla
karşılamaya çalışan ve bir hayli başarılı olan bir dil, fakat yine sınıf dili
kalıbı içinde ve bu yüzyılın gerektirdiği millet dili olmak imkanından mahrum
dur. Osmanlıca bir yana, bu devirler boyunca konuşulan Türkçe sınırlı ölçüde
yabancı kelimelerle de genişleyerek gelişmiş ve geleceğin yazı dılı olmaya
hazırlanmıştır. Dil tarihimizin dikkate değer özelliklerinden biri de şudur ki
geçmişin derinliklerinden gelen sözlü halk edebiyatı bizde devam etmiş, halk
destan ve hikayeleri, halk şiiri erkenden azçok yazıya geçmiş ve bunun yanı
başında halk için bazı kitaplar da yazılmıştır.
3.       Türkiye
Türkçesi:
İkinci meşrutiyetten başlayıp günümüze kadar devam eden devredir.
Milli edebiyat akımının mahsulü sayılan terkipsiz Türkçedir. Arapça ve Farsça kelimeler
gittikçe azalmaktadır. Buna karşılık İngilizce kelimeler dilimize süratle
girmekte ve yerleşmektedir. Yeni Türkçe Türkiye’de milliyetçilik akımının
mahsulü olup Osmanlı yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, daha doğrusu
konuşma dilinden yeni bir yazı dili oluşturmak hamlesiyle meydana gelmiştir. Bu
yüzyılın başı bütün Türkçe konuşan ulusların ve akrabalarının da kendi
lehçelerine dönerek yeni yazı dilleri oluşturma çabalarına tanık olmuştur.
         
Bizde ilk Türkçülerle başlayan sadeleşme hareketi kısa zamanda gündelik ve
edebiyat yazı dillerini aydınların konuşması ölçüsünde sadeleştirdi. 
Sonra yeni alfabenin uygulanması ve Atatürk’ün teşvikleri daha derinden bir
millileşme hareketine yol açtı. Burada Yeni Türkçe bilgin ve teknik dillerini de
kendi yapısından karşılamak ve yaratmak meselesi ile karşılaştı ve o yolda da
cesaretli adımlar attı.
         
Dilimiz bağımsız bir medeniyet dili olmak davasında ve hızlı bir gelişme
çağındadır. Ancak bu arada milli kaynakların yer yer akılsızca kötüye
kullanılması milli dile güven duygusunu sarsmakta ve Batı dillerinin daha geniş
ölçüde istilasına yol açmaktadır. Yeni Türkçe inançlı, ciddi ve uzun süreli
çalışmalara muhtaçtır.
Baskokov, Türk dilini, Volga Bulgarlarının konuştuğu Türkçeden
başlayarak, aşağıdaki gibi dallandırmaktadır:
TÜRK DİLİNİN DOĞU HUN DALI
1. Uygur-Tukyu bölümü:
Eskiler:
Orhon Anıtlarının
Bugünküler:
Tuva(Urenhay, Soyot, Soyon),
Bugünküler: Kırgız,
Altay(Altay, Teleüt, Telengit ağızları)
Bugünküler:
Yakut(Dolgan ile birlikte)
Bugünküler:
Hakas, Kamas, Küerik, Şor, Altay Dilinin Kuzey ağızları (Tuba, Şalkanduu,
kumandı), Sarı Uygur.
TÜRKÇENİN BUGÜNKÜ DURUMU VE
YAYILMA ALANLARI
        
Türkler dünya üzeride çok geniş bir yer kaplar. Doğuda Moğolistan ve Çin
içlerinde batıda Yugoslavya içlerine; kuzeyde Sibiryadan ve Moskova
yakınlarındaki Kazan şehrinden , güneyde Bağdat, Lübnan sınırı ve Kıbrıs
içlerine kadar uzanan büyük ve geniş çoğrafyaya yayılmışlardır. 20-90 doğu
boylamları ile 33-65 kuzey enlemleri arasında yer alan bu coğrafya, kuş
uçuşu,doğudan batıya yedi bin, kuzeyden güneye üç bin kilometrelik bir alanı
içine alır. Bu alandaki şu devletler içerisinde Türkler yaşamakta ve Türkçe
konuşulur yazılmaktadır: Çin, Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan,
Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbeycan, Afganistan, İran, Irak,
Suriye, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan,
Yugoslavya, Makedonya, Romanya, Polonya, Ukrayna, Moldovya.
        
Bütün bu geniş coğrafya içerisinde Türkçemizin pek çok lehçe ve şivesi
bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Türk dilinin lehçeleri:
a.      
Sibirya ve Altay sahası:
3.    irtiş
ve tobol
17.      çalım
ve çat
b.      
Doğu Türkistan sahası:
18.            
uygur
19.            
sarı uygur
20.            
tarançi
c.      
Batı Türkistan sahası:
21.            
karakalpak
22.            
özbek
23.            
kırgız
24.            
kazak
25.            
türkmen
d.      
Kafkas ve İran sahası:
26.            
nogay
27.            
kundur
28.            
karaçay
29.            
balkar
30.            
kumuk
31.            
azeri
32.            
kaşkay
33.            
afşar
34.            
kacar
35.            
şahseven
36.            
karadağlı
37.            
hamse
38.            
halaç
39.            
kengerlu
40.            
horasani
41.            
karayi
42.            
karaçorlu
43.            
karapapak
e.      
Kuzey ve Batı sahası (Urallardan Balkanlar ve Akdeniz’e):
44.            
kazan, tatar
45.            
atrahan
46.            
başkırt
47.            
kırım
48.            
karayim
49.            
gagavuz

50.            
Türkiye, oğuz

TÜRKLERİN TARİH BOYUNCA KULLANDIKLARI YAZILAR

Aralık 25, 2013 Okuma süresi: ~1 dakika

Bilindiği
gibi, Türklerin M.Ö.ki yüzyıllarda da çeşitli yazılarla karşılaştığı, bunlardan
yararlandığı, hatta özgün bir Türk yazısı geliştirdiği kuşkusuzdur. Ne var ki,
M.Ö.ki çağlara ait bilgilerin yeni buluntularla pekiştirilmesi gerekmektedir.          

            Türklerin M.S.ki


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: Dil Bilgisi

Kasım 22, 2013 Okuma süresi: 20 dakika






Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: Dil Bilgisi



Dil Bilgisi


Dil aslında sosyal bir kurum olmakla birlikte çok
karmaşık bir olgudur. Kişiye ait bir meleke olması bakımından ruhi, konuşma
aygıtından gelmesi sebebiyle fizyolojik ve bir ses olayı olmakla fiziki yönleri
vardır. Bu sebeple zamanımızda türlü yönlerden ve farklı maksatlarla incelenen
bir konu olmuştur. Böylece dilbilgileri (sciences linguistiques) çok
dallanmıştır.

Eski Yunanlılar ve Eski Hintlilerden beri insanlar
doğru yazıp okumak amacı ile dillerinin bağlı olduğu kuralları tespit etmeye
çalışmışlardır. Bu kuralların meydana getirdiği bilgi koluna gramer, dilbilgisi (grammaire)
denmiştir. Zamanla bütün yazı dillerinin ve eski medeniyet dillerinin gramerleri yapılmıştır. Bunun gibi her dilin
kelime dağarcığı toplanarak lûgat
kitapları, sözlükler
(dictionnaire)
meydana getirilmiştir. Araplarda lugat
bilgisi
(lexicographie) büyük
önem kazanmıştır.
Öğretimlik (classique) tarifine göre pratik bir bilim kolu olan
gramer bize bir dilin doğru yazılıp okunması ve doğru konuşulması usullerini
gösterir. Dili iyi kullanma (bon usage) sanatını öğretir. Düşünce
ve duyguları daha düzgün ve tam olarak anlamamıza ve anlatmamıza yardım eder.
Gramer bilgisi sayesinde daha doğru, daha mükemmel düşünmeye de alışırız. Bu
bilgi dil düzeninin koruyucusudur.
Fakat gramerin bu tarifi ancak onun eski zamanlardaki
amacına uygun düşer. Çünkü onun o zaman konusu hemen tamamiyle yazı dili, yani
bir kalem ve göz dili (langage visuel) olmuştur. O gramer bu
geleneğin doğruluğunu, bütünlüğünü ve bir dereceye kadar değişmezliğini
savunur. Yeni zamanlarda ise bu gramer anlayışı bir hayli değişmiştir.
XVIII. yüzyıla kadar filozoflar dili, şekilci
mantıkın
sözlü şekli saymışlar ve
onu düşüncenin değişmez kanunlarına bağlı görmüşlerdir. Buna göre gramerci sadece dilin değil, aklın da temsilcisi oluyordu. Ancak XIX.
yüzyıl başlarından bu yana dilin tarih boyunca gelişen sosyal bir kurum olduğu
görülmüş ve müspet ilimlerin ilerlemesi oranında da onun kendi şartlarına ve
kanunlarına bağlı canlı bir organizma olduğu anlaşılmıştır. O zaman yaşayan
dili, ağız ve kulak dili (langage
auditif ) konu olarak ele alıp her türlü doğruluk ve düzenleme iddiasından uzak
kalarak inceleyen bir ilim kolu meydana gelmiştir: diller bilgisi (dilbilim) (linguistique)
. Bu bilgi kolu dilin oluşma ve gelişmesindeki kanunları, dil kanunları (loi linguistique) ortaya koymuştur.
Diller bilgisi grameri lüzumsuz hale getirmiş olmadı.
Fakat onu derinden etkiledi. Modern gramer herşeyden önce yaşayan dilin gerçek
durumu, azçok geçmişi ve gelişme yönleri hakkında bilgiler vermeyi üzerine
aldı. Diller bilgisinin getirdiği ilmî tariflere ve tasniflere, müspet
ilimlerin metotlarına uydu. Bir ayarlayıcı
bilgi olmak işleyişini korumakla birlikte eski fetvacılığını bıraktı.
Çözümlü (analytique) usulle yazılmış  ayarlayıcı
gramer
(grammaire normative) dili meydana getiren unsurlara, sırası ile
seslere, kelimelere ve sözlere göre bölümlenir. Buna göre :
1.
Sesbilgisi (Alm: phonetic; Fr: phonétique; İng: phonetics), bir dilin
sesleriyle bu seslerin sözcük içinde sıralanış biçimlerini, uğradıkları
değişiklikleri ve vurgu, titrem (ton), titremleme gibi ses olayarlarını
inceleyen dilbilgisi dalına denir .
2.
Yapıbilgisi (sözcük bilgisi, biçim
bilgisi) (morphologie),sözcüklerin
yapılarını, tümce içinde sıralanışlarını, türlerini (ad,önad, eylem..)inceleyen
dilbilgisi dalına denir.
3.
Sözdizimi (tümce bilgisi) (Alm: syntax; Fr: syntaxe; İng: syntax)
sözcüklerin öbekler ve tümceler biçiminde dizilişini, tümce yapısını ve tümce
türlerini inceleyen dilbilgisi dalına denir.
4. Anlambilgisi  (Alm: semantic; Fr: sémantique; İng:
semantics), sözcüklerin anlamlarını, dilin bütün birimlerinin birbiriyle
ilişkilerini ve bunların anlam üzerindeki etkilerini; eş anlamlılık, zıt
anlamlılık, çok anlamlılık, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi, anlam
daralması, anlam genişlemesi gibi anlam olaylarını inceleyen dilbilgisi dalına
denir.
Yine oldukça eski bir geleneği olan dil bilgilerinden
biri metinbilgisi (geleneksel
dilbilgisi) (philologie)’dir. Din ve medeniyet dillerinin yetirdiği ve
bıraktığı her türlü yazılı eserlerin incelenmesi ve açıklanması eskiden beri
ayrı bir çalışma alanı olmuştur. Metin bilgisi bunlarla metin onarımı (restitution
de texte), ve metin tenkidi (critique de texte) metin açıklaması (commentaire), dil özellikleri ve edebiyat tarihi (histoire de la litterature) yönlerinden uğraşır.
Denebilir ki metin bilgisi yeni zamanlarda gelişen çeşitli dil bilgisi
dallarının anası olmuştur.
XIX. yüzyıl başlarında bir takım diller arasında
akrabalıklar tespit edilmiş ve dünya dilleri ailelere bölünmeye başlamıştır. Bu
keşifler o zamana kadar tek tek incelenen dillerin karşılaştırılmasına yol
açmıştır. Böylece aynı anadilden gelen dilleri, yahut bir dilin lehçelerini
karşılaştırıp inceleyen eserler yazılmıştır ki bu bilgi koluna karşılaştırmalı gramer (Alm: vergleichende Grammatik; Fr: grammaire
compare; İng: comparative grammar) denmiştir. Belli bir dilin tarihi
lehçelerini karşılaştırıp inceleyen gramer çeşidine ise tarihi gramer (Alm: historiche Grammatik; Fr. grammaire historique;
İng: historical grammar) adı verilmiştir.
Bunlara karşılık bir dilin veya lehçenin belli bir
zamandaki halini incelikleri ile anlatmaya çalışan bir gramer türü meydana
gelmiştir. Amacı ilmî olan, ayarlayıcı olmayan bu dil bilgisi de tasvirci gramer (grammaire descriptive) adını alıyor.
Daha yeni zamanlarda dil araştırmaları daha çok
konuşulan dile, yaşayan lehçelere ve ağızlara yönelmiştir. Bunların
incelenmesiyle dil olayının gerçeğine daha çok yaklaşmak mümkün olacağı takdir
edilmiştir. Lehçelerin derlenmesi, tasnifi ve incelenmesiyle uğraşan bilgi
koluna da lehçeler bilgisi (dialectologie) adı verilmiştir.
Dilin maddece unsurları olan sesler ve konuşma aygıtı
da yeni zamanlarda daha yakından bir incelemeye kavuşmuştur. Seslerin oluşması,
birleşmesi ve değişmesi hakkında edinilen bilgiler dilin mekanik olaylarını
aydınlatmıştır. Bu bilgi koluna sesler
bilgisi
(phonologie) diyoruz. Nihayet sesleri incelikleriyle tespit etmek
ve ölçmek için tabiî ilimlerin deneme usullerine başvurulmuş ve türlü ses
aletlerinden yararlanılmıştır. Bu çalışma kolu denemeli sesbilgisi (phonetique
expérimentale) adını almaktadır.
Böylece araştırma ve inceleme alanları genişleyen dil
bilgileri, yukarıda işaret ettiğimiz gibi eski gramerin karşısına çıkan, ilmî
ve toplayıcı bir disiplinin kurulmasına imkân vermiştir. Işte dil olayını tabiî
oluş şartları ve belirlilikleri içinde inceleyen, bir dil ailesini tarihî
gelişmesi ve coğrafi yayılışı ile tanıtmaya çalışan bu dil bilgisi koluna diller bilgisi adını veriyoruz. Nihayet
bütün dünya dillerini karşılaştırıp ailelere ve örneklere göre sınıflandıran ve
onların gelişmelerindeki kapsayıcı kanunları ortaya koymaya çalışan bir bilgi
kolu da meydana gelmiş ve genel diller
bilgisi
 (linguistique générale) adını almıştır.
Bir dilin bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen
dilbilgisine eşzamanlı dilbilgisi
(Alm: synchroniche grammatik; Fr: grammaire synchronique; İng: synchronic
grammar) denir.
Aslında bir söz sanatı olan edebiyatı (littérature)
inceleme konusu edinmiş edebiyat bilgisi  (rhétorique)
de dil bilgilerinden ayrılmaz.
Dilbilgisi, dilbilime bağlı olarak, XX. Yüzyılda çok
değişmiştir.

Çağımızın ürünü olan üretici-dönüşümlü dilbilgisi (Alm: generative transformations-grammatik;
Fr: grammaire générative transformationnelle; İng: transformational-generative
grammar) incelemelerini doğrudan doğruya konuşma diline ve tümceye yöneltmiştir.
Ad ve eylem öbeğinden oluşan çekirdek tümceyi birim olarak ele alıp belli bir
sıra izleyen dönüştürümlerle sonsuz sayıda tümce üretme yollarını açıklamaya
çalışmıştır. 


Türkçe’nin Dunya Dilleri Arasındaki Yeri

Kasım 22, 2013 Okuma süresi: 26 dakika


Kaynak bakımından
birbirine yakın olan diller bir aile teşkil ederler. Dünya  dilleri bu
şekilde çeşitli dil ailelerine ayrılırlar. Bir dil ailesi tarihin bilimeyen
devirlerinde bir ana dilden çıkan dillerin oluşturduğu topluluktur. Bu diller
arasındaki benzerlikler böyle bir varsayımı kuvvetlendirmektedir. Bir ana dilin
yazılı belgeleri olmadığı halde bir çok özelliklerini kendisinden türemiş
bulunan ailedeki dilleri karşılaştırarak tesbit etmek mümkün olabilmektedir.

        
Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır: 
1.      
Hint-Avrupa  dilleri Ailesi:
               
a. Hint-iran Dilleri: İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Sri lanka, Nepal
dilleri,
               
b. Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe(Polonya), Çekçe, Slovakça, Baltık
dilleri,
               
c. Roman Dilleri (Latinceden türetilmiş diller): İtalyanca, Fransızca,
İspanyolca, Portekizce, Rumence…
               
ç. Cermen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İsveççe,
Norveççe…        
2.      
Hami-Sami dilleri:
               
a. Hami Dilleri: Eski mısır Dili, Kuşi Dili, Libya-Berber Dili, Çad Dili,
               
b. Sami Dilleri: Arapça, İbranice(Kenanca), Habeşçe, Akatça.
               
Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir.
3.      
Bantu dilleri:
               
Bu aileye Afrika’nın büyük bir kısmında konuşulan Bantu dilleri girer.
4.      
Çin-Tibet dilleri:
               
Çince, Tibetçe,
Vietnamca ve Kmerce bu gruba dahildir.      
5.      
Ural-Altay dilleri:
              
Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Ne var
ki, genel görüşe göre, bu iki kol tek kaynatan çıkmış, ancak zamanla akrabalık
bağları çok zayıflamıştır.
               
Ural ve Altay dillerin akrabalığı bugün için aşağıdaki benzerliklere
dayanmaktadır:
·                   
Her
ikisi de eklemeli dildir. Yani her iki kolda da sözcük yapısı aynıdır.
·                   
Bu
dillerin tümce yapıları da birbirinin aynıdır.
·                   
Bu
dillerde ünlü uyumu da ortak özellik olarak kendini gösterir.
·                   
Rasanen’e
göre, ünlü bolluğu ve ünsüz seyrekliğiyle sözcük başında ünsüz yığılışmasının
bulunmaması da Ural-Altay dillerinin ortak özelliğidir.
·                   
Ural-Altay
dillerinde bazı eklerin hem eylemlerde çekim eki hem de sözcük türetmede yapım
eki gibi kullanılması da önemil bir benzerliktir.
·                   
Bu
diller arasında sözcük benzerliklerine ve eşliklerine de rastlanmaktadır:
Ural-Altay dilleri, adından da
anlaşılacıağı gibi Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılır:
YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ
        
Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir:
1.      
Yalınlayan diller (Ayrımlı diller,) (Alm: isolierende sprachen; Fr: langues isolantes; İng: isolating
languages): Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir. Kelimelerin
çekimli şekilleri yoktur, yani daima kök durumundadır. Cümle çekimsiz
kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Cümlenin anlamı genellikle
kelimelerin sıralanışından anlaşılır. Konuşmada ise birbirine çok benzeyen
kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Çin
ve Tibet dilleri bu gruba girer. Bu diller, aynı zamanda, tek seslemli
diller
(tek heceli diller) (Alm: wurzelsprachen, einsilbige sprachen; Fr:
langues monosyllabique, langues atomiques; İng: monosyllabic languages, radical
languages) arasında yer almaktadır.
2.      
Çekimli diller (Bükümlü diller) (Alm: flektierende sprachen; Fr: langues flexionnelles; İng: inflexional
languages): Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler
türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hale gelir.
Ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Bazı dillerde ise kelime
kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi
gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime
halinde hep aynı kalırlar. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girerler.
3.      
Eklemeli diller (Bitişimli diller, bitişken, bağlantılı diller) (Alm: aglutinierende sprachen; Fr: langues
agglutinantes; İng: agglutinating languages): Bu dillerde
isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimerin teşkilinde kök değişmez. Kökün önüne
veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi
gerçekleştirilir. Ural-Altay dilleri bu gruba girer. Türkçemiz sondan eklemeli
bir dildir:
göz-le-m-ci    gel-ecek-ler-miş
KONUŞMA DİLİ, YAZI DİLİ
        
Bir dili iki cephesi vardır. Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman
sesli olarak görüşürken, yani konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki
yazıda kullanılan dildir. Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de denilmektedir.
Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin
dilidir.
       
Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı
lehçesine göre şekillenir. Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları
tarafından işlenerek zenginleşir  ve konuşma dilinden az çok farklılaşır.
Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili’nin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses
özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır.
       
Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar.
Yazı dili lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını önler. Hepsinin
zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan zenginleştirir.
Dil milli birliğin çimentosudur. Ayni dili konuşan insan toplulukları bir
millet sayılırlar ve hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş
bulunurlar.
        
Bir dil kendi içerisinde birtakım alt kollara ayrılır. Böylece bir dil sahası
içerisinde lehçeler, ağızlar ve argolar meydana gelir.
        
Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına
denir. Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli
nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış
biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir.
Tanımalardan  da anlaşılacağı gibi,
ağız’da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş
farklılığıyla birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da
değişmektedir. O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil
olamasına bile yol açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri
arasındaki farklılık zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda fransızca,
italyanca, ispanyolca, portekizce, rumence gibi diller ortaya çıkmıştır.
Adriyatik denizinden Çin denizine
kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok lehçelere
ayrılmıştır: Batı Türkçesi’nin Anadolu, Azeri, Türkmen lehçeleri gibi ve özbek
lehçesi, kazak lehçesi, kırgız lehçesi… Haritaya
bakınız.
Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi
olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi,
bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya’da Lena nehrinin
iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga
bölgesinde kama ırmağının Volga’ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin
dili olan Çuvaşçadır.
Bir dilin lehçeleri arasındaki
bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar. Örneğin, W.
Radloff’un “Türk Lehçeler Sözlüğü” bu nitelikte bir sözlüktür.
Hüseyin Kâzım’ın “Büyük Türk Lugatı”
da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir.
Türk lehçeler hakkında ilk
bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut’un ölümsüz eseri “Divanü Lugat-it Türk”
’tür. 
        
Ağız  ise bir dilin en yeni
zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır. Başka bir tanımla, bir dilde ya da bu
dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş biçimine ağız (Alm: Mundart, lokalsprache,
sondersprache; Fr: parler, patois; İng: local language, vocational slang; Osm:
Şive ) denir. “Geliyorum” kelimesinin çeşitli Anadolu ağızlarında geliyom,
gelirem, geliyem şeklinde söylenmesi gibi. Anadolu lehçesinin Rumeli, karaman,
Aydın, Harput v.b.
            Ağız,
bölge, çevre farklılıklarından ortaya çıkabildiği gibi, meslek ve öğrenim
farklılıklarından da kaynaklanabilmektedir.
            Denizli
ağzıyla Edirne ağzı bölge farklılığından; köylü diliyle  kentli dili, işçi diliyle memur dili
arasındaki fark da çevre, meslek ve eğitim farklılığından doğmuştur.
            Çevre,
meslek ve eğitim farklılıklarından doğan değişik söyleyiş biçimine ağız yerine
şive adı verildiği de görülmektedir. Ancak, bütün dilbilgisi terimleri
sözlüklerinde ağız teriminin Osmanlıca karşılığı olarak şive sözcüğü
gösterilmektedir. Dilbilim alanında yazılan eserlerde de artık ağız terimi
Arapça şive sözcüğünün yerine kullanılmaktadır.
        
Bu duruma göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri dilimizin lehçeleri: Kırgız Türkçesi,
Azeri Türkçesi, Oğuz Türkçesi, Özbek Türkçesi… , ağızları da: Karadeniz,
Konya, Ege İstanbul, Kastamonu, Ankara…
        
Her ülkede böyle lehçe, ağız (şive) bulunabilir. Fakat o ülkede belli bir yazı
dili vardır. Yazı dili için ağızlardan birisi esas alınır. Mesela Türkiye’de
İstanbul ağzı yazı dilimizin temelini oluşturmuştur.  
            Argo, belli bir kesimin, genellikle de
belli bir meslekten olan kişilerin kendi aralarında oluşturup konuştukları, bu
nedenle ortak dili konuşan diğer insanların anlıyamadığı özel dile argo (Alm:
Argot, gaunesprache; Fr: argot; Ing: slang) adı verilir.
            Yapı
bakımından içinden çıktığı ortak dilden farklı olmayan argo da, her dil gibi,
sürekli olarak değişir, gelişir. Kimi sözcükleri ölür, toplumsal gelişmelere
göre yeni sözcükler kazanır.
            Argo
terimi, eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külnabeyi, ayak takımı ağzı
için kullanılırdı. Bu anlayış büyük ölçüde değişmiştir. Bugün, külhanbeyi,
hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı argolara da ortaya
çıkmıştır.
            Argo
sözcükler, ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar
yükleyerek, yabancı dilden alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli olarak
bozarak elde edilir.
             Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin
güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir. O kadar ki, argo sözcükler, öbekler,
zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır. Örneğin, dümen
(hile, dolap), dümen yapmak, yelkenleri suya indirmek, dikine tıraş(yanlarla
dolu gevezelik), palavra(uydurma söz ya da haber; uzun ve boş konuşma),
omuzlamak (alıp götürmek), yuvarlamak(bir şey yemek), boşlamak(vazgeçmek,
peşini bırakmak), kırmak(okuldan kaçmak), inek(çok çalışkan olmak) gibi sözcük
ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir.


Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: Dil Nedir?

Kasım 22, 2013 Okuma süresi: 7 dakika

  Dil insanlar arasında anlaşmayı
sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı
bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir
müessese; binyıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir soysal kurum;
seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli
antlaşmalar sistemidir.

        
Dil, diğer insalanlarla bütün ilşikilerimizde bize aracılık eden, sosyal
bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur.
Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber
yaşıyoruz. Insan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur.
Fakat  dil doğuştan bilinmez.İlk ayalarda ağlamalar, taklit, birtakım
hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun
dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Daha sonra
kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık
olduğunu anlamayla başlar.
        
Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdar. İnsan zekasının, insanda siniri
çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına
ancak dille aktarılıabbilir. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş 
durumdadır. İnsan dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye,
düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin meydana
getirilmesin sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur.
        
 Dil herşeyden önce sosyal ve milli bir varlıktır. Fertlerin üstünde, bir
milleti ilgilendirir. Bütün bir melletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil
eder. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine baglayan, sosyal hayatı
düzenleyen ve devam ettiren, milli şuuru besleyen bir unsur olarak dilin
oynadığı rol çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli milli şuurdur. Milli şuurun en
kuvvetli kaynağı ise dildir.  
       
Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer
kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir. Bunun gibi
onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını
meydana getirmiş olmalıdırlar. bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle
korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Ses kanunlarına uyup zamanla
değişmelere uğramış olmaları da tabiidir.
       
Dil ile düşünce organı olan insan beyni destekleşe oluşmuş olmalıdırlar. Öyle
ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur. Ana dilimizden cümleler
kurarak düşünürüz. Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz. Dil olmasa
düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilirlemez, bir medeniyet
oluşturamazdı. Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil
temeli üzerine kurulmuşlardır.
       
Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir
birleşiminden meydana gelir. Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile
ayırdedecek yaratılıştadır. Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz.
Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit
sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü,b,t gibi. Bir soluk hamlesi
içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: bu, ka/pı,
pen/ce/re gibi.
       
Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz: kuş,
görmek, umutsuz gibi. Bir dilin tünün kelimeleri birden o dilin kelime
dağırcığını meydana getirir. Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan
düzenli topluluğuna cümle adını veririz: Orhan okula gitmelidir. Bir maksadı
anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız. Buna da söz deriz. Sözlerle
anlaşmak konuşmakla olur.
       
İnsanlar sözlerini uzaktakilere ulaştırmak, yada uzun zaman saklamak ihtiyacı
ile onları daha dayanıklı bir işaret sistemine çevirmeyi düşünmüşler, yazıyı
icat etmişlerdir. Eski insanlar hakkında bilgilerimizi biraktıkları yazılı
belgelerden alıyoruz. Milletlerin yazıdan önceki yaşayışları hakkında pekaz
şeyi öğrenebildiğimiz için tarih yazıyla başlar, diyoruz.

       
İnsanlar her kelime için, her hece için, veya her ses için ayrı işaretler
kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır. Bugünkü ileri millletlerin
yazılarında her işaret bir sese karşılığıdır. Bunar harf deriz. Bir dilin
kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur. Bu türlü yazıya da alfabe
yazısı adını veririz. Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz.
Sessiz okumak da olur. 

Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: Tiyatro Çeşitleri

Ekim 27, 2013 Okuma süresi: 20 dakika
          GELENEKLİ TÜRK TİYATROSU

           Zamanımızdan yaklaşık dört bin yıl
önce Orta Asyada yaşayan Türk boyları vardı.Bu boyların yuğ, sığır şölen adı
verilen törenlerde yaptıkları gösteriler Gelenekli Türk Tiyatrosunun  ilk örneklerindendi.Bu törenleri şamanlar
yönetirdi.

         Zamanla içeriği genişleyen dinsel
törenler geleneksel törenler heline gelir. Ergenekon Destanı’ndakidemir dövme
törenine tüm boyların halkları katılır ve bu törenlerde büyük bir alan sahne
olarak kullanılırdı. Ayrıca Dede Korkut Hikayeleri’ne göre kapuz ve ozan önemli
unsurlardandı.Dine , destanlara, efsanelere dayalı olarak tiyatrolar dışında
Orta Asyadaki  Türklerin tiyatro
gelenekleri hakkında , Çin kaynaklarında çok kısıtlı bilgiler vardır.
        11. yy. da İslamiyet’ in kabul
edilmesiyle bu tiyatrodan uzak kalan Türkler daha çok gölge oyununa yöneldiler.
Ayrıca kültür , yaşayış, inanış doğrultusunda Gelenekli Türk Tiyatrosu’ nu
ortaya çıkardılar. Bu da kollara ayrılır.
KÖYLÜ TİYATROSU
GELENEĞİ:
        Kırsal bölgelerde yapılan ve günlük
olayları konu alan tiyatro geleneğidir. Bolluk , sevgi, savaş, kıskançlık
konuları ele alınır. Oyuncular profesyonel değildir. İçinde kılık değiştirme ,
kişileştirme, maskeler de yer alır. Oyuncular doığaçlama da yapabilir.
HALK TİYATROSU
GELENEĞİ:
        En yaygınları Meddahlık, Karagöz ve
Orta Oyunu’ dur. Köylü Tiyatrosu Geleneğine göre daha sosyaldir. Oyuncular az
çok profesyoneldir.  Doğaçlama yaydındır.
Bu oyunlar şehirlerde belli sahne anlayışı içerisinde oynanır.
BATI TİYATROSU
GELENEĞİ:
        Bu dönem Tanzimat’la başlar.Çeviriler,
uygulamalar ve ilk denemeler kendini göstermiş 
ve günümüze kadar olgunlaşarak gelmiştir.Günümüzde Devlet Tiyatrolari ve
Özel Tiyatrolar bu geleneği sürdürmektedir.
         Övücü taklitler yapıp hoş öyküler
anlatarak halkı eğlendiren sanatçıya Meddah denir.Türk insanının zekasını ve
olayları karikatürize etme yeteneğinin büyük sanatlarından biridir.Meddah
yüksekçe bir yerde oturur. Canlandırdığı kişilerin ağız özelliklerini taklit
eder. Perde ,elbise, dekor ve oyuncular yoktur. B tiyatronun her şeyi o tek
adamın zekasına bağlıdır. Meddahlar anlatacakları öyküye geçmeden önce
“hah dostum hah ” der ve klasik beyitlerini söylerler.
“Söyledikçe
sergüzeşti verir bezme letafet,
 Dinle imdi bade-i acizden has bir hikaye”
         Meddah kişilerin yanısıra doğadaki
canlı ve cansız varlıkları da taklit eder. İki aracı vardır. Mendil ve sopa.
Mendilden başlıklar yapar ve terini siler , sopayı tüfek , at gibivarlıklar
yerine veya seyirciyi susturmak için kullanır.
        Bitişte özür diler ve oyundan çıkan
sonucu söyler. Sonraki öykünü adına ve anlatacağı yeri söyler.
       İzleyicilerle çevrili bir alan içinde
oynanan, içinde müzik, dans bulunan doğaçlama bir oyundur.  Adı ilk kez bir bölgede 1834 yılında
geçmiştir. Daha eski kaynaklar bu oyunu 
meydan oyunu, taklit oyunu  gibi
adlarla anmıştır.
      Oyunu oynandığı yuvarlşak alana palanga
denir. Oyunun dekoru, yeni dünya denen parçadan ve dükkan denileb iki katlı bir
kafesten oluşur. Yeni dünya, ev ,dükkan, iş yeri olarak kullanılır.
        Orta oyununun kişileri ve bölümleri
Karagöz oyununa benzer. En önemli kişiler Kavuklu ve Pişekardır. Kavuklu
Karagöz’ün, Pişekar ise Hacivat’ın karşılığıdır.Orta oyununun gülmece ögesi
Karagöz oyununda olduğu gibi yanlış anlamalar, nükteler ve  güldürücü hareketlerdir.Ayrca farklı
yörelerdeki insanların konuşmaları da taklit edilir , Orta OPyununda kadın
kılığına girmiş erkeğe Zenne denir.    
          KARAGÖZ
           Karagöz bir gölge oyunudur.bu oyun deriden
kesilen bir takım şekillerin arkadan ışıklandırılmış beyaz bir perdeye
yansıtılmasıyoluyla oynanır.
          Evliya Çelebi Karagöz ile Hacivatın
Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat zamanında yaşadığını söyler. Halk
arasındaysa bunların Orhan Bey zamanında Bursa’ da bir cami yapımında çalışmış
işçiler olduğu ve ikisi arasındaki nükteli konuşmalar diğer işçileri oyaladığı
için öldürüldükleri söylentisi yaygındır.
         Özellikle 17. yy. dan sonra
yaygınlaşmış, 19. yy. da hayal oyunu diye anılmaya başlanmıştır. Karagöz oyunu
halk kültürünün otak ürünüdür ve 19. yy.da yazıya geçirilmeye başlanmıştır.
        MODERN TÜRK TİYATROSU
        Bizde batılı anlamda tiyatro
eserlerinin yazımı Tanzimat Dönemi’ nden sonra başlar. Bumum dışında
İstanbul’da da tiyatro yaşamının olduğu tiyatro binalarının yapıldığı
gözlenmiştir. 1869′ da Gedikpaşa Tiyatrosu ondan sonra da Tuluat Tiyatrosu
kurulmuştur.
       Fakat batılı anlamda ilk tiyatro eserimiz
Şinasi’nin 1869’da  yazdığı bir perdelik
komeddi olan Şair Evlenmesi’dir. Bu eser 1860’da ilk özel gazete olamn
Tercüman-ı Ahval’ da bölüm bölüm yayınlanmıştır.Bu eserden önce yazılmış iki
eserimiz  olmasına rağmen varlıkları geç
farkedildiğinden Şair Evlenmesi ilk eser olarak kabul edilir.
        Tanzimat Dönemi’nin en etkili yazarları
Namık Kemal ve Ahmet Vefik Paşa’dır. Fakat Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre
oyunu sergilendikten sonra yapılan meşrudiyet yanlısı gösteriden dolayı N.
Kemal , Magosa’ ya ve gösteride etkin rol oynayan Ahmet Vefik Paşa Rodos’a
sürülmüştür.
       2. Abdülhamit’ in tahta geçişiyle bu
yazarlarımız İstanbul’ geri gelse de bu padişah zamanında  getirilen monarşik yönetimden dolayı 2.
Meşrudiyet’in ilanına kadar tiyatroda durgunluk görülür.
        MEŞRUDİYET DÖNEMİ TİYATROSU  
      Bu dönemin tiyatrosu  1860’da Şinasi’ nin,  Tercüman-ı Ahval gazetesinde “Devlete
asker, vergi veren , devletin buyruklarını yerine getiren millet, devletin iyi
mi kötü mü yönettiği hakkında düşündüklerini söyleme hakkına sahiptir.”
demesiyle gelişme göstermiştir. Monarşi dönemi’nde durulmasına rağmen 2.
Meşrudiyet’ le tiyatro çalışmaları hızlanır, yasaklı oyunlar oynanır ve
tiyatro, topluma hizmet veren yarı resmi bir nitelik kazanır.
        SERVETİ FÜNUN ve FECR-İ ATİ DÖNEMİ
TİYATROSU
      Serveti Fünun dönemi tam olarak monarşi
dönemine denk geldiği ve sanatçıların sanat anlayışları nedeniyle tiyatroyla
pek ilgilenmemişlerdir çünkü Ahmet Vefik Paşa görevinden alınmış hatta Ahmet
Mithat’ın Çerkez Özderler adlı oyunundan sonra Gedikpaşa tiyatrosu yıkılmıştır.
Buna rağmen Cenap Şahabeddin , Yalan ve Körebe oyunlarını Halit Ziya Uşaklıgil
ise Kabus’ u yazar.
      Fecri Ati döneminde de tiyatro
çalışmaları sönüktür.Konular bireysel yaşamla ilgilidir.Bu dönemde de Refik
Halit Karatay, Yakub Kadri Karaosmanoğlu eserler vermiştir.
       MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TİYATROSU
      Bu dönemde özel tiyatroların yanında
1914’de Darülbedayi’nin kuruluşu tiyatro gelişimi açısından önemlidir.Darülbedayi
yani güzel sanatlar okulu; sanatçı yetiştirmek, tiyatro eğitimi verecek bir
kurumdur, ayrıca okuma, telaffuz, dram edebiyat, dans gibi dersler de verilerek
önemli tiyatro adamları yetiştirilir.
       Ünlü tiyatro adamımız Muhsin Ertuğrul’un
Darülbedayi’ nin başına geçmesisonucu çağdaş tiyatronun da önü açılır.Ayrıca o
güne kadar azınlıklardan oyuncu seçme geleneği de müslüman oyuncu Afife Jale ‘
nin sahneye çıkmasıyla bozulur.
       Bu dönemde eserlerde Türkçülük akımı
ağır bassa da, savaş yılları olduğundan ekonomik sorunlar, karamsarlık,
yılgınlık konuları da kendini gösterir.Ayrıca monarşiye eleştiriler, saray
yaşamı,sosyal ve belgesel nitelikli eserler, sosyal ve ailevi dramlar, Türk
Dünyası ve idealler ve yakın tarih de ilgi görür.
      Ahmet Nur Sekizinci ve Musahibzade  Celal bu dönemde sadece  tiyatro alanında eserler vermişdir.Bunun
dışında Reşat Nuri Güntekin , Faruk Nafiz Çamlıbel, Halide Edip Adıvar ve Raif
Necdet gibi yazarlar da tiyatro eserleri de vermiştir.   
      CUMHURİYET DÖNEMİ TİYATROSU
        Cumhuriyet ilanından günümüze kadar
geçen zamana denir.Bu dönemde Türk Tiyatrosu kendi oyuncusunu, yazarını
yetiştirir.Ankarada Devlet Konservatuarının da kurulmasıyla tiyatro halka
açılır. Ancak bu açılımın şimdi yeterli olduğu söylenemez. Muhsin Ertuğrul bu
dönemde de olumulu çabalarıyla tiyatronun her aşamasına öncülük etmiştir.
      Milli Edebiyat Dönemi yazarlarımızın bir
kısmı bu dönemde de eserler vermiştir.
      Cumhuriyet Dönemi ve günümüz tiyatro
eserlerinin oluşumuna baktığımızda her oyunu etiketleyip belli bir türe sokmak
zordur. Modern trajedinin kahramanları artık krallar ,prensler değil, günlük
hayattan göze batmayan insanlardır.Ayrıca dram türünün kapsamı da oldukça
genişlemiştir.Bugünün oyun yazarları türlerin tarihsel özünü korumakla birlikte
alışuılagelmiş türlerin yalnızca birinin 
içinde yer almayan  oyunlar da
yazabiliyor.
      Bu dönemde Faruk Nafiz Çamlıbel ,
Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman , Reşat Nuri Güntekin ise, Hülleci, Tanrı Dağı
Ziyafeti, Balıkesir Muhasebecisi oyunlarıyla ilgi görür.
     Özetleyecek olursak Cumhuriyet Dönemi
Tiyatromuzda her açıdan gelişmeler olmuştur. Bugün üniversitelerimizde tiyatro
bölümleri kurulmuş, başarılı çalışmalar yapılmaktadır.


Tamlamalar ile İlgili Sorular

Ekim 19, 2013 Okuma süresi: ~1 dakika

1.Aşağıdakilerin
hangisinde özne “Gökteki yıldızlar bir yanıp bir sönüyordu.” cümlesinin öznesi
ile aynı türden bir tamlama durumundadır?

A)
Erenlerin nazarı toprağı cevher eyler.

B)
Kendine güvenen girer meydana.

C)
Nazlı sevgili benden kaçar, ellere gönlün açar.

D)
Senin gibiler iyilikten, insanlıktan anlamaz.

E)
Güneyde orman yangınları artmaya başladı.

2.
Aşağıdakilerin


Hakkında

Bu kısım siten hakkında bilgi verir. Burayı değiştirmek ve düzenlemek için admin->eklentiler->tanımı düzenle

Etiketler