Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları: TÜRKÇE’NİN ANLATIM GÜCÜ

Ocak 6, 2014 - Okuma süresi: 24 dakika

Tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, farklı bölgelerde çeşitli
devletler kurmuş olan milletimiz, tabiatıyla bu bölgelerdeki milletlerle kültür
alış verişlerinde de bulunmuştur. Bu ilişkiler sonunda kültürde meydana gelen
değişmeler, kültürün taşıyıcısı ve en önemli göstergesi olan dile de yansımış,
Türk dili ile bu milletlerin dili arasında çok önemli oranlarda alış verişler
olmuştur. Türk dili ve kültürü birtakım değişmelere uğramış, ancak sağlam bir
temelinin bulunması dolayısıyla bu değişmeler özüne fazla etki edememiştir. Bu
temasların meydana geldiği dönemlerde Türk milleti, siyasî açıdan azınlık
durumunda kalmadığı için, azınlıkların ruh hâliyle kendilerini koruma ve bu
sayede yok olmaktan kurtulma içgüdüsüyle davranmamış ve bu yüzden yabancı
etkilere açık kalmıştır. Kültürel temasların olduğu dönemlerin pek çoğunda
asker ve nüfus bakımından daha güçlü bir durumda olanlar Türklerdir. Yakın
tarihlere kadar Türklerin azınlık durumuna düştüğü ve bu sebeple yok olmamak
için kendi kültürel değerlerini koruma kaygısı taşıdığı, yani azınlık
psikolojisiyle davrandığı dönemler pek görülmez.

Ayrıca çeşitli din değişiklikleri esnasında, Türklerin, karakter özelliklerinin
bir sonucu olarak yeni dinlerini bütün samimiyetleri ve dürüstlükleriyle
benimsedikleri, bu yeni dinin kendisinden önce ortaya konmuş kültürel
değerlerini hiç yadırgamadan kabullendikleri görülür. Özellikle İslâmiyetin
benimsenmesinden sonra, Müslüman milletlerin bizden önce ortaya koydukları
medeniyetin en sadık ve en dürüst koruyucuları durumuna gelmişlerdir.

Bütün sosyal olaylar gibi kültürde ve dilde meydana gelen değişmeleri de,
sadece bir iki sebebe bağlamak mümkün değildir. Ayrıca tarihî bir olay
değerlendirilirken, bugünün şartları değil, o günün şartlarını göz önüne almak
gerekir. Arap ve Fars dillerinin Türkçe üzerinde niçin daha fazla etkili
olduklarını veya bugün batı dillerine karşı Türkiye’de ortaya çıkan hayranlığın
sebeplerini araştırırken de, bütün tarihî, sosyolojik, kültürel faktörler
hesaba katılmalıdır. Meseleye böyle bakılınca, yabancı dillerin Türkçe
üzerindeki etkilerinin sebepleri arasında, Türklerin azınlık durumunda
kalmamaları yüzünden “kültürlerini ve dillerini koruma kaygısı taşımamaları” ve
“yeni din ve kültürleri, karakterlerinin gereği olarak bütün samimiyetleri ile
benimsemeleri” şeklinde özetleyebileceğimiz sebepleri de sayabiliriz. Olumsuz
sonuçlar doğuran ve Türkçenin yeterince gelişmesini engelleyen bu tesirin,
böyle bir ruh hâlinin yarattığı anlayıştan kaynaklandığını söylemek yanlış
olmaz. Ancak bu etkiye yol açan yazı, vezin, ortak medeniyet, vb. gibi başka
tarihî ve sosyal sebepler de elbette bulunmaktadır

Gerçekler böyle iken bir kısım insanlarımızın dilde görülen alış verişleri
Türkçenin fakirliğine dayandırmaları, bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır.
Türkçeyi yeterince tanımayanlar, İngilizce, Almanca gibi dillerin birkaç yüz
binlik kelime varlığına karşılık Türkçenin 50-60 binlik bir kelime hazinesinin
bulunduğunu, dolayısıyla fakir bir dil olduğunu savunurlar.

Türkçenin bilim dili olamayacağını veya fakir bir dil olduğunu ileri sürenlerin
dayandığı ilk nokta, kelime varlığımızın yetersiz olduğu düşüncesidir.
Sözlüğümüzün 50 bin civarındaki kelime kadrosunu İngilizce ile kıyaslayanlar,
“Türkçe zengin bir dil değildir.” şeklindeki kanaatlerini ispatladıklarını
sanırlar. Oysa “bu acele verilmiş hüküm bir dilin gücünü sadece o dildeki
kelime sayısıyla ölçmek demektir ki böyle bir kabul dil bilimine göre tamamen yanlıştır.”
Sözlükte yer alan kelimelerin sayısına dayalı bir karşılaştırmada durum,
Türkçenin tarih boyunca ve bugün şuurlu bir şekilde işlenmemesinden dolayı
Türkçenin aleyhine göründüğü için, iddia sahiplerini haklıymış gibi
gösterebilir. Nitekim Türkçenin bugünkü durumuna ilişkin değerlendirme yapanlar
bu kaygılarını dile getirirler: “Türkçe bu asrın başında 100 bin kelimelik dev
bir dil iken şimdi 20 binlere kadar düşmüştür. Oysa bu asrın başında 80 bin
civarında olan İngilizce şimdilerde 400 binin üzerinde bir kelime hazinesine
sahiptir.” Dil Bayramındaki bir konuşmasında Hamza Zülfikar, “80 bin kelimelik
Osmanlı kamuslarından 1940’ta 15 bin kelimelik Türkçe Sözlük’e gelindiği bir
gerçektir.” şeklindeki ifadesiyle, karşılaştırma amacı gütmeden, sadece Türkçenin
1940’lı yıllarda meydana gelen hızlı değişmeden dolayı içine düştüğü durumu
haklı olarak belirtiyor.

Öncelikle bu ifadelerde hem Türkçe, hem İngilizce için verilen rakamların
Türkçenin aleyhine, İngilizcenin lehine çok abartılı olduğunu belirtmek gerekir.
Türkçenin gerçek söz varlığı hangi çalışma ile kesin olarak tespit edilmiştir?
Mehmet Hengirmen, 1988 yılında Türk Dil Kurumunun yayımladığı sözlükte ortalama
60 bin sözcük bulunduğunu söyler. Yazarın yer verdiği İngilizcenin üç
sözlüğündeki kelime sayısı da Redhouse 1968’de 160 bin, Cambridge İnternational
Dictionary of English 1995’te 100 bin, Webster’s New World Dictionary 1970’te
80 bin” şeklindedir.

XI. yüzyılda yazılmış olan Divan ü Lugati’t-Türk’te yer alan kelimelerin sayısı
8624’tür. Oysa aynı dönemde hazırlanmış bir Lâtince-İngilizce sözlükte yer alan
kelime sayısı 3000’dir. Türkçedeki kelime sayısı, bu dönemde, İngilizcedeki
sayının yaklaşık üç katı kadardır. Üstelik Kaşgarlı Mahmut, eserinde, canlı
dilde yaşamayan ve Türkçe kökenli olmayan kelimelere yer vermediğini de
belirtir. XI. yüzyılın bu güçlü dili yukarıda belirttiğimiz çeşitli sebeplerle
gerektiği şekilde işlenmediği, yüzyıllarca ihmal edildiği halde bugünkü
durumuna gelmiştir. Türkçemiz bugün, Türkçenin ilim dili olamayacağını,
Türkçenin fakir bir dil olduğunu savunanların iddia ettiği kadar vahim bir
durumda değildir.

Türkçe bütün olumsuzluklara rağmen, günümüz dünya dillerinin hiçbirisinden
geride değildir. Kelime sayılarına dayalı bir karşılaştırma, Türkçenin yapı ve
işleyişinden dolayı bütün kelime ve kelime değerinde olan anlatım araçları
sözlüklerde yer almadığı için gerçek ve doğru sonuçlar ortaya koyamaz. Sözlükte
yer almayan veya hepsi sözlüklerde yer almayan, ancak her biri diğer kelimeler
gibi birer anlatım aracı olan Türkçenin gizli diyebileceğimiz çok geniş bir söz
varlığı bulunmaktadır. İlk bakışta, sözlüklerde yer almadığı için görülmeyen bu
söz varlığını şöyle gruplandırabiliriz:

1- Türkçe bilindiği gibi sıfat-fiil ve zarf-fiil ekleri bakımından zengin bir
dildir. Hemen hemen bütün fiillerle kullanılabilen 20 civarındaki işlek
sıfat-fiil ve zarf-fiil ekimiz, cümle içinde kullanılan geçici kelimeler
türetmekte ve bu kelimeler isim, sıfat, zarf, vb. olarak kullanılmaktadır.
Türkçede bulunan fiil sayısının 20 katı kadar kelime Türkçenin kelime
hazinesine bu eklerle kazandırılmaktadır. Ancak bu eklerle türetilen kelimeler,
cümle içinde kullanılan geçici kelimeler oldukları için sözlüklerde yer
almamakta, kelime sayısı belirlenirken göz önüne alınmamaktadırlar. Bu eklerden
“imek” fiiliyle kullanılan “-ken” zarf fiil eki, sadece fiil tabanlarına değil,
hem çekimli fiillere ve hem de isimlerin bulunma hâli eki almış şekillerine
eklenerek onların cümlede zarf olmalarını sağlamaktadır. Oysa bu kelimelerden
sadece sıfat-fiil eklerinin kalıplaşması sonucu oluşmuş kalıcı kelimeler
sözlüklerde yer alır.

2- Türkçede isim soylu kelimelerin hepsi cümle içinde isim, sıfat, zarf, zamir
olarak ve hatta bir kısmı çekim edatı olarak kullanılmaktadır. İsim, sıfat,
zarf, zamir, çekim edatı görevleriyle kullanılan bu kelimeler arasında
morfolojik bir fark bulunmamaktadır. Herhangi bir isim kullanılışta hiçbir
şekil farklılığına uğramadan bütün bu türlerde cümlede yer alabilmektedir.
Cümledeki yerine ve görevine bağlı olarak farklı bir türde kullanılan ve
dolayısıyla farklı bir anlam kazanan kelime, sözlükte sadece bir yerde madde
başı olarak yer almaktadır. Bazı dillerde ise her hangi bir isim, sıfat olarak
kullanılınca morfolojik bir farklılığa uğramakta, dolayısıyla sözlüklerde ayrı
bir madde başı hâline gelmektedir. Kelime sayısına dayalı olarak Türkçe ile bu
yapıdaki başka dilleri karşılaştıracak olanların Türkçenin bu özelliğini de göz
önüne almaları gerekir. İsimlerle kullanılan “-ki aitlik eki” hem yalın hâlde
bulunan ve hem de bazı hâl eklerini almış bulunan isimlere getirilerek bu
kelimelerin türünü değiştirip cümle içinde sıfat veya zamir olarak
kullanılmalarını sağlamaktadır.

3- Türkçede varlıkları, kavramları ve hareketleri tamlamalardan faydalanarak
isimlendirmek çokça başvurulan bir yoldur. Belirtisiz isim tamlaması, sıfat
tamlaması, birleşik fiil, isnat grubu, kısaltma grupları yapısında karşımıza
çıkan bu dil birlikleri, tek kelimeler gibi bir anlatım özelliğine sahiptir.
Varlık, kavram ve hareketlerin ifadesi için kullanılan bu gruplar bir kelimeden
oluşmadıkları için çoğu zaman sözlüklerimizde madde başı olarak yer almazlar.
Türkçenin söz dizimi yapısının dile kazandırdığı bu zenginliği, imlâ
kurallarımızın gereği olarak bu dil birliklerini ayrı yazmamız, onları dilin
söz dağarcığına dahil etmemize engel olmamalıdır. Nitekim Almanca ile yazılmış
herhangi bir gazete yazısı veya makaleye göz attığımız zaman, kelimelerin
önemli bir kısmının birleşik kelimeler olduğunu görürüz. Aradaki fark, onlar
bir kavramı, bir varlığı isimlendiren bu yapıdaki kelimeleri hemen birleştirir,
bitişik yazarlar; bizde ise büyük kısmı ayrı yazılır. İmlâ Kılavuzu’nda bu
konuyla ilgili kurala yer verilirken, başta şu açıklama yapılır: “Birleşik
kelimeler yazılış bakımından bitişik yazılanlar ve ayrı yazılanlar olmak üzere
ikiye ayrılır. Bitişik yazılan birleşik kelimelere bitişik kelime adı verilir.”
Bitişik yazılmayan birleşik kelimeleri, imlâ kuralı dolayısıyla ayrı
yazıldıkları için yok saymak, Türkçenin söz dizimi yapısının dile kazandırdığı
bu zenginliği göz ardı etmek ne kadar doğru bir değerlendirme olur? Türkçenin
sadece bitişik kelimeleri değil, birleşik kelimeleri de, kelime sayısının
belirlenmesinde göz önüne alınmalıdır.

Türk Dil Kurumunun, dilimize son zamanlarda giren yabancı kelimelere bulduğu
karşılıklar içinde yer alan ve iki kelimeden oluştuğu için bazı kişilerin
eleştirdiği kelimeleri Ahmet Bican Ercilasun, “Göz kapağı ile kaş arasında
organ olmak bakımından hiç fark yoktur; ama biri için tek kelime, diğeri için
iki kelime kullanıyoruz. Buna karşılık İngilizcede kaş için iki kelime
“eyebrow” kullanılıyor.” ifadeleriyle savunur. Şunu da belirtmek gerekir ki,
Türkçeye batı dillerinden giren ve adı geçen eserde, Türk Dil Kurumu tarafından
uygun görülen karşılıkları verilen yabancı kelimelerin küçümsenmeyecek bir
kısmı iki kelimeden oluşmaktadır.

Türkçenin söz diziminin bu özelliği, daha da önemlisi bir imlâ kuralı
dolayısıyla bitişik yazılmayan ve sözlüklerde madde başı olarak yer almayan
birleşik kelimeleri yok saymak, sonra da Türkçenin fakir olduğu iddiasında
bulunmak doğru bir değerlendirme olmaz.

Türkçenin fakirliğine hükmedenlerin yaptığı gibi, Türkçe ile başka dilleri
kelime sayıları bakımından karşılaştırmak amacında değiliz. Ancak bu tür
karşılaştırmaları yapanların da biraz insafsızca ortaya koydukları ve
genellikle Türkçenin aleyhine verilen rakamların doğru olmadıklarını belirtmek
gerekir. Daha önemlisi dilin gücü sadece kelime sayısına dayandırılarak ortaya
konamaz.

Türkçeyi fakir sayanlar, bir dayanak noktası olarak da, başka bir dilden
Türkçeye yapılan tercümeler sırasında çekilen güçlükleri göstermektedirler.
Oysa bir dilde yazılmış herhangi bir metni başka bir dile çevirmenin her zaman
birtakım zorlukları vardır. Bu gerçek fakir bir dilden zengin bir dile
yapılacak tercümeler için de söz konusudur. Çünkü her milletin varlıklar ve
kavramlar dünyası ve bunları ifade şekilleri farklıdır. Farklı kavram ve
hareketleri olan, kendine özgü deyim ve kalıplaşmış ifade şekilleri olan bir
dille yazılmış metin, daha zengin bir dile çevrilse bile, çevirenin bazı
noktalarda zorlanması tabiîdir. Hele çevirici kendi dilinin ifade imkânlarını
yeterince bilmiyorsa, çevirme işi daha da güçleşir. İşte bu güçlük bir kısım
aydınlarımız arasında Türkçenin fakir olduğu kuruntusunu doğurmuştur. Dil
şuurundan yoksun olanlar, bu durumda, kolay yolu seçerek, o dildeki kelimeleri
yeğlemektedirler.

Eski Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi yazı dillerinin
anlatım gücü, sadece o dönemin diğer dillerine göre değil, belki günümüzdeki
pek çok dile göre daha geniştir. Bu zengin dilde yer alan kelime hazinesinin
bir kısmı Türk aydınları tarafından yabancı kelimelere feda edilmiştir. Bu
dönem yazı dillerinin söz varlıkları Doğan Aksan tarafından, Türkçenin Söz
Varlığı adlı eserde çeşitli yönleriyle dile getirilmiştir. Bu eserinde yazar,
Türkiye Türkçesinin ve tarihî Türk yazı dillerinin, söz varlığı bakımından
zenginliklerini incelemekte; Türkçenin ikilemeler, deyimler, türetme gücü, çok
anlamlılık, terimler, kalıplaşmış sözler, atasözleri gibi çeşitli yönlerden
zenginliklerini ortaya koymaktadır. Onun belirttiği bu unsurlara, Türkçenin
yukarıda saydığımız özelliklerinden ortaya çıkan zenginliklerini de katmak
gerekir. Biz burada sadece Uygur Türkçesinden rastgele seçtiğimiz herhangi bir
fiilden türetilmiş kelimeleri örnek olarak vermekle yetineceğiz. Ahmet
Caferoğlu’nun Eski Uygur Türkçesi adlı eserinde “kör- “ fiilinden türetildiği
anlaşılan şu kelimeler yer alır: körgle (güzel), körglüg (görünen, güzel manzaralı),
körgür (göster-), körk (güzellik, endam, nişan, biçim, kıyafet), körket-
(göster-), körkdeş (güzellikte, endamda eş), körkitdeçi (gösteren, kılavuz),
körkit- (göster-), körkle (güzel, dilber), körkle (güzelleş-), körklüg
(güzel,gösterişli), körksüz (çirkin, yakışıksız), körkür- (göster-), körkmeklig
(görme), körmez (kör), körügse- (görmek iste-), körtgür- (göster-), körtle
(güzel, dilber, prenses lâkabı), körtrek (daha güzel), körtük (âşık, seven),
körük veya körüg (casus; güzellik, görüş), körüm (rüya, görünüş; piyes,
görülecek olan şey), körünçle- (sergilemek, teşhir et-, sahnele-),
körünçlegülük (teşhire lâyık, göstermeye değer), körünçlük (sergi iskelesi,
üzerinde eşya sergilenen pano, sahne), körün- (görün-), körüş- (görüş-),
körünççi (seyirci). Ayrıca yine bu fiilin köküyle ilgili olan “köz, köze-
(arzula-), közet- (gözet-, sakla-), közetçi (muhafiz), közkiş- (birbirini
gör-), köznek (akis), közsüz (kör), közünç (ünlü), közüngü (ayna).

Ne yazık ki Türkçenin bu türden binlerce kelimesi zamanla terk edilmiş,
yerlerine yabancı karşılıkları konmuştur. Terk edilen bu türdeki on binlerce
kelime bir tarafa, Türkçenin bir dönemlerinde kullanılmış, her biri belki
binlerce kelime kazandıracak pek çok yapım eki de bugün unutulmuş ve terk
edilmiştir. Meselâ Divan ü Lugati’t-Türk’te, isimlere getirilerek, o isimle
belirtilen kavram veya varlığı özleme veya o ismin kökünü teşkil eden fiilin
belirttiği hareketi yapmayı isteme anlamında, “itise-, açısa-, içise-, ıdısa-,
ahsa-, urusa-, üzüse-, aşısa-, agısa-, ewse-, ewise-, ukusa-, egise-, ögüse-,
üküse-, alısa-, ölüse-, ılısa-, emise-, enise-” fiillerini türeten -sA eki,
sıfatları derecelendiren -rAk eki, vb. Talat Tekin, bu konuyu; “Dilimizdeki
yapım eklerinin yarıdan çoğunun işlek olmamasının, daha doğrusu bunların
işlekliğini yitirmiş olmalarının nedeni, Osmanlı aydın ve okumuşlarının
yüzyıllarca Türkçe köklerden Türkçe eklerle kelime yapmamış, türetmemiş
olmalarıdır.” şeklindeki ifadesiyle dile getirir.

Gerçekten de bu zengin dilin yerini, Osmanlılar döneminde, önemli oranda Arapça
ve Farsçaya dayanan bir dil almıştır. Zengin ifade imkânlarına sahip olan
dilimiz bu dönemde şuurla işlenmediği için gelişmemiştir. Dilimiz gelişmediği
için de önemli bilimsel eserler ortaya konamamıştır. Çünkü, yabancı dille eğitim
çok emekle az bilgiye ulaşılan ve düşünme yeteneği kazandırmayan, hazır
kalıpları ezberlemeyi gerektiren bir eğitimdir. Ne yazık ki Türkiye’de bugün de
aynı durum yaratılmak istenmektedir. Orta öğretimde ve üniversitelerde,
Türkçenin dışındaki dillerle eğitim teşvik edilmektedir. İngilizler
fethettikleri ülkelerde, “İngiliz kültürünü yaymak, sömürgesi olan ülkenin ana
dilinin gelişmesini önlemek, yerlilerin düşünme ve üretme yeteneklerini
sınırlandırmak, onları anlamadan ezberlemeye mecbur etmek ve İngiliz kültür ve
medeniyetinin üstünlüğünü kabul ettirerek onlarda aşağılık duygularını
geliştirmek” amacıyla yabancı dille eğitimi orta ve yüksek öğretimde zorunlu
kılmışlardır.

Osmanlı aydınlarının dil şuurundan yoksun bu davranışları, bugün de bazı
aydınlar tarafından devam ettirilmektedir. Osmanlılar döneminde çeşitli sosyal
ve siyasî nedenlerle ve özellikle, yanlış veya doğru dinî bir anlayışla Arapça
ve Farsçaya yönelik olan bu eğilimin, bugün yönünün değiştiği ve kanaatimizce
yıllarca sinsi bir şekilde yaratılan aşağılık duyguları sonucunda batı
dillerine doğru kaydığı görülmektedir.

Bu düşünceden hareketle Türkçenin bilim dili olup olamayacağı, ne yazıktır ki
bir kısım Türk aydınının (!) tartışma konularını oluşturur.

Kanaatimizce, bugün Türkçenin bilim dili olamayacağını iddia edenlerin içinde
bulunduğu gaflet ve cehalet, Kurtuluş Savaşı döneminde İngiltere’nin veya
Amerika’nın mandacılığını isteyenlerden kat kat ileridedir.

Aydınlarımızın bu tutumlarına karşılık, yabancıların bu konulardaki hassasiyetleri,
dile sahip çıkma bakımından bizimle onlar arasındaki farkı gözler önüne
sermektedir. Bununla ilgili olarak, Fransızların çıkardığı Ağustos 1994 Tarih
ve 94-665 Sayılı Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa’da yer alan “Yabancı
bir dilde yazılması zorunlu olan sözleşme, belge, bildiri gibi yazıların
Fransızca çevirileri ya da özetleri de yer alacak; bu sözleşmelerde, yabancı
dilden bir deyime yada sözcüğe; bu deyim ya da sözcüğün aynı anlamda Fransızca
bir karşılığı bulunuyorsa ve özellikle bu karşılık, Fransız dilinin
zenginleştirilmesiyle ilgili tüzük hükümlerinin öngördüğü koşullara da uygun
ise yer verilemez.” şeklindeki ifadelerini hatırlatmak yeterlidir. Bizde ise
Yüksek Öğretim Kurulunun 2547 Sayılı Yasa Taslağı’nda yer alan puanlandırma
sistemine göre; “Türk dili ile yazılan inceleme ve araştırma eserlerinin, sırf
dili dolayısıyla ikinci sınıf bir değerlendirmeğe tâbi tutuldukları”
görülmektedir. Bu iki örnek, bugün de Türkçeye sahip çıkılmadığını ve
insanlarımızın Türkçe’yi bilmedeki ve kullanmadaki yetersizliklerinin suçunu
Türkçenin üzerine attıklarını göstermektedir.

Bütün boylarıyla milletimizin adı olduğu için bütün Türk şivelerinin söz
varlığını kapsaması gereken “Türkçe” ismini, burada sadece Türkiye Türkçesi
yazı dilinin adı olarak kullanıyoruz. İfade ettiğimiz bu zenginlikler sadece
Türkiye Türkçesine has zenginliklerdir. Türkçenin bütün şivelerinin söz
varlığını kapsayan sözlükler bir tarafa, Türkiye Türkçesinin çeşitli
dönemlerine ait bütün klâsik eserlerinde yer alan kelimeleri kapsayan sözlükler
bile hazırlanmadan; Türkçenin kelime varlığını sadece bir dönemde yazı dilinde
kullanılan kelimeleri içeren sözlüklerdeki sayıyla sınırlayıp, sonra da bunları
başka dillerin bütün ağızlarındaki, bütün şivelerindeki, bütün klâsik
eserlerindeki kelimeleri kapsayan sözlüklerdeki sayıyla karşılaştırmak doğru
olur mu?

Dilimiz tarih boyunca aydınlarımız tarafından çeşitli sebeplerle şuurlu bir
yaklaşımla işlenmediği hâlde bugün hiçbir dünya dilinden daha geride değildir.
Türkçenin bütün klâsik eserlerinde yer alan kelimelerini içeren eksiksiz bir
sözlüğü hazırlanmamıştır. Yapısı dolayısıyla anlatım gücünü artıran ögelerin
pek çoğu göz ardı edilmekte, sözlüklerde bu unsurlara yer verilmemektedir.
Yanlış bir yaklaşımla hazırlanmış bu eksik sözlüklerden hareketle Türkçeyi
kelime sayısı bakımından yabancı dillerle karşılaştırmak ve sonuçta Türkçenin
fakir bir dil olduğunu iddia etmek, yanlış bilgilere dayalı yanlış
değerlendirmelerdir. Türkçeyi yeterince bilmedikleri için böyle bir iddiada
bulunanlar, kendi kusurlarını Türkçenin omuzlarına yüklemek gibi bir
haksızlıkta bulunmaktadırlar

Hakkında

Bu kısım siten hakkında bilgi verir. Burayı değiştirmek ve düzenlemek için admin->eklentiler->tanımı düzenle

Etiketler