BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU şiirleri-Bedri Rahmi şiirleri-bedri rahmi şiirleri,ressam şair-memleket edebiyatı-memleket edebiyatçıları-Anadoluculuk-anadolu-Anadolu-çingene-karadut-çatalkara-çatalkaram-çingenem-karadutum-nar tanem nur tanem bir tanem-fatih kısaparmak
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
vee…
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
İstanbul’da yazılan lisan doğal bir dil değil Esperanto gibi yapay bir dildir. Arapça, Acemce ve Türkçenin sözlüklerini ve dilbilgisi kurallarını birleştirmekle oluşan bu Osmanlı Esperantosu nasıl konuşma dili olabilsin? Her mana için en az üç eşanlamlı sözcüğü, her tamlama için en az üç şekli, her edat için en az üç karşılığı bulunan ve gereksiz sözcük yığını olmuş bu yapay dil nasıl canlı bir lisan haline girebilsin?
Demek ki İstanbul’da yazı dilinin konuşma dili haline geçmesi mümkün değil; O halde yalnız bir şık kalıyor: Konuşma dilini yazı dili haline getirmek! İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak.
Ziya GÖKALP (Türkçülüğün Esasları)
2.DANİŞMENDNAME (DESTAN) : 1. Dönem görmüş olduğumuz İslamiyet sonrası destanlardan Danişment Gazi Destanıdır.Danişment Gazi,Tokat,Amasya ve Ankara dolaylarında Bizans’a karşı savaşmış bir kişidir.Olay13-14.YY’da yaşanmış olup 15.YY’da yazıya aktarılmıştır.Eser Tokat Kalesi Dizdarı tarafından derlenip yazıya aktarılmış ve 17 bölüm halinde tertip edilmiştir.Dönemin sosyal zihniyeti kahramanlıktır,Danişmentname’nin teması da kahramanlıktır; O halde eser tema bakımından dönemin sosyal gerçekliğine uyar.Eser,nazım-nesir karışık oluşmuştur.Oğuz Türkçesinin dil özellikleri görülür.
3.DEDEKORKUT HİKAYELERİ (DESTANDAN HİKAYEYE GEÇİŞ): Türklerin Anadolu’yu ele geçirme sürecinde 12.-13. YY’daBayburt yöresinde yaşanan olayları anlatmakta olup 15.YY’da yazıya geçirilmiştir.Oğuz Türklerinin kendi kendileriyle ve düşmanla yaptıkları savaşlar anlatılır.Biri Vatikan’da diğeri,Dresten’de olmak üzere eserin iki nüshası vardır.12 hikayeden oluşan eserde nazım nesir iç içe kullanılmış olup olaylar düz yazıyla duygu ve düşünceler ise nazımla aktarılmıştır.Oğuz Türkçesinin dil özellikleri görülür.Hikayelerde Dede Korkut adlı bir kişi eski”kam-baksı”ların rolünü üstlenmiş, yaşlı,bilge toplumu için kopuz çalan,destan söyleyen,çocuklara isim koyan,kız isteyen,dua eden bir role bürünmüştür.Fakat destanın anlatıcısı o değildir.(Belki ilk anlatan kişi Dede Korkut olabilir,sonra diğer ozanlar anlata anlata topluma mal olmuş)Eser,destanlaşma sürecindeyken yazıya aktarıldığı için destanlaşması tamamlanmamış bu yüzden destandan hikayeye geçişin güzel bir örneği olmuştur.Dönemin sosyal zihniyeti kahramanlıktır,Dede Korkut Hikayelerinin teması da kahramanlıktır; O halde eser tema bakımından dönemin sosyal gerçekliğine uyar.
4.CEMŞİD U HURŞİD (MESNEVİ): 14.YY divan edebiyatı sanatçılarından Ahmedi’nin bir mesnevisidir.Eserde Cemşid adlı Asyalı bir şehzadenin Hurşid adlı Anadolulu bir prensese aşkını ele alır. Eser rüyada aşk motifine örnek teşkil eder..Dönemin sosyal zihniyeti kahramanlıktır,Cemşid u Hurşid Mesnevisinin teması ise aşıktır; O halde eser tema bakımından dönemin sosyal gerçekliğine aykırıdır.Eserde Oğuz Türkçesinin dil özellikleri hakimdir.
Toparlarsak:
* 13.-14.yy’larda Anadolu’da Oğuz Türkçesiyle olay çevresinde gelişen metinler yazılmış olup bunlar “destan,mesnevi” biçimleri ile aktarılmıştır.
* Eserlerde hakim olan dil özellikleri Oğuz Türkçesinin dil ve ses yapısına uymaktadır.
* Dede Korkut destandan halk hikayesine geçişin örneğidir.
*Battalname ve Danişmendname destandır.
* Cemşid u Hurşid mesnevidir.
* İlk üç eserde konu kahramanlık olmakla dönemin sosyal gerçekliğine uymuştur;Cemşid u Hurşid ise aşk temasını işleyerek dönemin sosyal gerçekliğinden ayrılmıştır.
Kapalı Çarşı(1945)
Çevre (1951)
Evler (1953)
Eski Toprak (1956) (*)
Arada (1958)
Dar Çağ (1960)
Yaz Dönemi (1963)(*)
Divançe (1965),
İki Başına Yürümek (1968)
En/Cam (1970)
Zebra (1973)
Kareler Aklar (1975)
Beyler (1978)
Söyleriz (1980)
Sevgilerde (1976, son üç kitabı dışında, önceki kitaplarından seçmeler)
Eine verwelkte Rose beim Berühren / Solgun Bir Gül Dokununca (1988, şiirlerinden seçmeler, hazırlayan ve almancaya çeviren Yüksel Pazarkaya)
Silinir Ayak İzleri (Seçmeler, 2003)
(*)Behçet Necatigil Eski Toprak ile 1957 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Yaz Dönemi kitabıyla da Türk Dil Kurumu 1964 Şiir Ödülü’nü almıştır.
Ey İstanbul, çeşmelerinde duyulan su musıkisi
Kimbilir ya Nedim’in şiiridir ya Itri’nin bestesi
Bu şehir Türk’ündür,Fatih’indir,Yavuz’un,Sinan’ındır
İstanbul,Seni böyle güzel gösteren imanındır.
Yusuf ÖZCAN
En Türkçenin ezelî bir âşığıyım. Hepimiz öyle değil miyiz? Türkçeyi muhtelif devirlerinde, muhtelif libaslarla, muhtelif şekillerde gördüm ve sevgilimi o şekiller, o libaslar altında kendi cevherinde sevdim.
Ben eski Bâbıâlî kâtiplerinden işittiğim süslü dili sevdiğim gibi Aksaray’da karpuz sergisinde müşteri ayartmak için çığırtkanlık eden Türk delikanlısının türlü zarafetlerle dolu olan Türkçesini de sevdim.
Ben divan edebiyatının gazelleriyle mest oldum. Fakat sevgili İzmir’imin, ismini yâd ettikçe ciğerimi sızlatan sevgili İzmir’in İkiçeşmelik kızının incir işlediği esnada okuduğu Türkçe şarkıyla da mest oldum. Ben o sevgiliyi atlas şalvarıyla, başının üzerinde altın işlenmiş takyesi ile gördüm. Ben onu, perişan gönüllü şairin:
O gül endâm bir al şâle bürünsün, yürüsün;
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün.
beytinde olduğu gibi, bir şala sarılıp büründüğünü görerek de sevdim. Sonra üç peşli entarisiyle, canfes terlikleriyle salınırken yine gördüm, yine sevdim.
Başında hotozu, belinde kuşağı, sedef kakılı sediri üzerinde uzanmış yahut Sâdâbâd’da, Göksu’da seyrana çıkmış hâliyle gördüm, yine sevdim.
Fakat tabiatta her şey tekâmülden, inkılâptan ibaretse, bazen tekâmül bazen inkılâp devirden devire geçtiği gibi her devrin zevki de birbirinin aynı olmaz. Ben son devrin İpekiş’in kelebek kanadı kadar ince, zarif, dört metrelik kumaşı ile giyinmiş, başında küçücük beresiyle bir rüzgâr gibi kaldırımlar üzerinde seke seke giden ve rüzgâr mı onu götürüyor, o mu rüzgârı götürüyor diye insanı şüpheye düşüren haliyle de Türkçeyi gördüm ve sevdim.
Halit Ziya UŞAKLIGİL