Adalet İle
Şiir Örnekleri
Bir ülkede adalet yoksa ahlak da
yoktur. Adalet olmadığı zaman toplum bozulmaya başlar. Güçlü olan güçsüzü ezer
ve toplumda huzur diye bir şey kalmaz.
Adalet ile ilgili şiir örnekleri
şunlardır:
1) Boynu Eğri Olmamıştık Kafire
Boynu eğri olmamıştık kafire bi’l
ittifak
Müslümanın kalmadı iş erlerinde baş ayak
Olmağa vareste gerdan-bestelerden
yok ümid
Söndü ümmidi adalet kalmadı ızhar-ı Hak
Pençe-i zalimlerin attı o şahinler
bugün
Yoldular mazlum kebuterlerde bitti tüy tozak
Mürtekipler seddi bend etti adalet
kal’asın
Feth-i bab etmez tüfenk top yay kılınç okla bıçak
Bul adalet çeşmesinin katresinden
bir eser
Yandı tüttü bende zulmün ateşinden dil dudak
Doldu zulmün çillesi halk oldu
yarım müslüman
Şeyhulislamlar zemane başına versin sebak
Lafzı var manası yok ahkam-ı şer’in
şimdilik
İsmini yad etmeğe dillerde resmen bir tuzak
Vah yazık Tuba-yı adl-i saltanatta
hasılı
Kalmadı Seyrani’ye meyve verir bir dal budak (Seyrani)
2)Halkın Ekmeği
Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.
Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yuğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!
Bolsa insanın önünde
ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire…
Bilirsiniz,nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.
Ekmek her gün nasıl gerekliyse
nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o, günde bir çok kez gerekli.
Sabahtan akşama dek, iş
yerinde, eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.
madem adaletin ekmeği bu kadar
önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?
Öteki ekmeği kim pişiren?
Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
Bol, pişkin, verimli. ( Bertolt Brecht)
3) Adalet De Çürürse
Her şey çürüse bir yer bulunur
atılır da,
Adalet de çürürse nereye atacağız?
Katiller olabilir, hırsızlar olabilir,
Bekçi hırsızsa gece biz nasıl
yatacağız? (Kazım Karagöz)
Şairin Aşağıdaki
Dizelerde Ne Anlatmak İstediğini Belirtiniz
Yüksek Evde Oturanın Türküsü
Evleri yüksek kurdular
Önlerinde uzun balkon
Sular aşağıda kaldı
Aşağıda kaldı ağaçlar
Evleri yüksek kurdular
On bin basamak merdiven
Bakışlar uzakta kaldı
Uzakta kaldı dostluklar
Evleri yüksek kurdular
Cama betona boğdular
Usumuzdaydı unuttuk
Topraklar uzakta kaldı
Toprağa bağlı olanlar
(Gülten Akın)
1) Evleri yüksek kurdular sözü ile
anlatılmak istenen şudur: İnsanlar kocaman kocaman apartmanlara oturmaya
başlayınca kendinden daha aşağı durumda olan insanları hor görmeye başladılar,
şımarmaya başladılar, kendilerini diğerlerinden üstün gördüler anlamında
kullanılmıştır.
2) Cama, betona boğdular: Evleri
cama, betona boğarak abartılı bir eşya merakı oldu insanlarda. Bir yerin veya
alanın aşırı betonlaşma ve yapılaşma sonucu doğallığını kaybettiğini, güzelliğini
kaybettiğini anlatmak istemiştir yazar. Şehirleşme sonucu eski binaların yerini betonlar aldı,
doğal alanla yok edildi, yeşil alanlar azaldı.
3)
Sular aşağıda kaldı, ağaçlar aşağıda kaldı: Şehirleşme ve yapılaşma
sonucunda doğa çevre bozulmaya başladı. İnsan eli ile yapılan yapılar doğal
unsurları geride bırakmaya başladı. Doğal güzellikler gölgede kaldı anlamında
söylenmiş bir sözdür.
Nazım
Hikmet’in Yaşamaya Dair Adlı Şiiri
Nazım Hikmet; Nâzım Hikmet, Türk
şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül
almıştır. Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin
en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20.
yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair adlı
şiirii aşağıda verilmiştir.
Yaşamaya Dair 1 Şiiri
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde
hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan,
sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki
yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin
dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
(1947 Nazım Hikmet)
Yaşamaya
Dair 2 Şiiri
Diyelim ki, ağır ameliyatlık
hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz
erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan
Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız
pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir
şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun
açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte
yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve
rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak
olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
(1948 Nazım Hikmet)
Yaşamaya Dair 3 Şiiri
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi
yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen
için…
(Nazım Hikmet.)
Akıp Giden
Zaman Şiiri Dinleme Metni İle İlgili Soru ve Cevaplar
Akıp Giderken Zaman Şiiri
Sevgili çocuklar,
Bir yılın değerini
Sınıfta kalan öğrenciden
Daha iyi anlayan
Var mıdır şu dünyada?
(…)
Sormak gerek
Bir haftanın değerini;
Haftalık dergi çıkartana.
Bir günlük ömrü olan
Kelebeğe sorun,
Tek günlük yaşamın anlamını.
Bir dakikanın değerini,
Vapur kaçırmış
Yolcudan daha iyi
Bilen yoktur herhâlde?
Kim ne derse desin
Bir saniyenin değerini
Anlamak için
Trafik kazasından
Kıl payı kurtulmak gerek
Ne dersiniz;
Salisenin değerini
Olimpiyatlarda gümüş madalya
Kazanan atletten
Daha iyi bilen var mıdır?
Sevgili çocuklar
Zamanın yol haritasında
İnişler, çıkışlar, virajlar çoktur
Ama geriye dönüşler yoktur.
Çünkü tek yönlüdür burada trafiğin akışı
Mirasyedice avans çekilmez
Zamanın yarınında
Varsa gücün
Yararlanırsın baharından karından
Siz siz olun; kof düşüncelere,
Boş hayallere dalmayın,
Akıp giden zamanın dışında durup
Yaşananlara seyirci kalmayın. (Mehmet Güler)
Soru ve Cevaplar:
1) Bir yılın değerini kimden sormak
gerekir?
cevap: Bir yılın değerini sınıfta
kalmış bir çocuktan.
2)
Bir haftanın değerini kimsen sormak gerekir? Bir haftalık dergi
çıkarandan. Çünkü kişi bir hafta içinde yeni dergisini çıkaramadığı zaman okur
kitlesini kaybeder ve bu da kişiye hem maddi açıdan hem de manevi açıdan zarar
verir. Onun için her işi zamanında yapmak gerekir.
3)
Kelebek için için bir gün önemlidir?
Çünkü onun ömrü bir gündür ve o bir gün ona bir ömürdür. Kelebek
de için de bu değerlidir. Bir gün değerli değildir dememek gerekir. Kelebeğe göre ömürdür o bir gün.
4) Bir saniye neden önemlidir?
Çünkü trafik kazası yapan kişi daha
dikkatli olsaydı o bir saniye ile hayatını kurtarabilirdi. Onun için her anın
önemi olmalıdır hayatımızda ve zamanın kıymetini bilmek gerekir. Kişi o bir
saniye ile hayatını da kurtarabilir hayatını da kaybedebilir. Yani zaman çok
değerlidir.
5)
Bir salise neden bir olimpiyat
oyuncusu için önemlidir?
Çünkü o bir salise sayesinde kişi kazanabilir veya kaybedebilir.
6)
Yaşananlara neden seyirci kalmamalıyız?
Çünkü hayat akıp gidiyor ve giden
zaman da bir daha asla geri gelmeyecektir. Bunun için zamanın kıymetini bilelim
ve hayatımızı verimli ve dolu dolu geçirelim, zamanın önemini bilelim.
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki
dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsız[ca] tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde- gösterdiği vahşetle “bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu sırtlan kümesi:
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski dünyâ, yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi.. mahşer mi, hakîkat mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında;
Avustralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisânlar, deriler
rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ..
Hani, tâûna da züldür bu rezil istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyla sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz..
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’ûndaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer..
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâ-merd eller,
Yıldırım yaylımı tûfânlar, alevden seller.
Veriyor yangını durmuş da açık sînelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler:
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü tesis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi ser-haddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme.” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya.. nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ göğdesi, bir baksana, dağlar, taşlar..
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Lekesiz, tertemiz alnından urulmuş yatıyor;
Bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi..
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şânlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe.” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb..
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır.” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecrâmıyla;
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedâr[ın] gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni leb-rîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran..
Sen ki İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsrân,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın:
Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât..
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber;
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Refika Gürkan’ın
Gazze’de Çocuk Olmak Şiiri
İsrail Filistin’de binlerce çocuğun
canını almıştır. Hayatta kalanlar ise ya annesiz, ya babasız ya da ailesinin
tamamını kaybetmiştir. Katil İsrail’in yaptığı zalimlikler ve zulüm ne yazık ki
bitmek bilmiyor. İslam ülkelerinin ve diğer dünya ülkelerinin bir an önce bu
zulme hayır demesi gerekir ve İsrail’e gereken cezanın en ağır hali ile
verilmesi gerekir.
Gazze’de Çocuk Olmak (Refika Gürkan)
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Dağılan şarapnel parçaları arasında koşmak
ve ölümün kıyısında kan rengi bir hayatı kovalamak..
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Oyuncak bir bebeğin hayali süsler düşlerimi
Hayatta hiç oyuncağım olmadı benim,
ama hep o hayalle savdım korku dolu gecelerimi.
Ansızın patlayan bir bomba sesiyle
Fırlarım yatağımı serdiğim kapı arkasından
Ayaz kesen bir korkudan buz tutmuş el ve ayaklarım..
Gökyüzünde karanlığın hükmünü bozan
bir ışık kümesi
Aydınlatır camları kırık virane odamızı..
Çocuklar ışık oyunlarını çok sever,
bilirsiniz
ama Gazze’li çocuklar değil..
Ölesiye korkar onlar, patlayan her ışıktan..
Ben de çocuğum..Gazzeliyim..
Korkuyorum..
Gerçek yıldızlar yüzünü gösteremez
Gazze semalarında
İzin vermez ölüm yüklü bulutlar sevimli pırıltılara..
Çığlıklar yükselir Gazze’de,
Bu bulutlardan yağan ışıkların ardından..
Sanki bir ahtapotun kolları kuşatmış göklerimizi,
ve ölümün soğukluğu dolaşır peşin sıra evlerimizi..
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Dağılan şarapnel parçaları arasında koşmak
ve ölümün kıyısında kan rengi bir hayata tutunmak..
Çocuğum deyip geçmeyin sakın!
Ablayım ben de..
Kol kanat olurum, korkuyla çırpınan kardeşime..
Abla olmak zor.. çocuk olmak daha zor..
Hem abla hem çocuk olmaksa, inanın, çok daha zor..
Cansız bedenimin zaman zaman
yorulduğunu
Anneme bile belli etmeyeceğim ya,
Bir de titremese ayaklarım soğuk ve açlıktan..
Gazze’de de çocukların acıktığını
bilir misiniz?
Bilemediğinizse, günlerdir acıkınca uyuduğumuz..
Akşam bir parça ekmek verdi annem elimize,
dedim kendimce ‘Ablayım ben, yemesem de olur’
Uzattım elimdekini, önce gözlerimin taa içine
sonra da ekmeğime bakan kardeşime..
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Açlıkla uykuya dalmak, uyanınca hala aç olduğunu hatırlamak..
ve açlığın sınırında, yalnızlığın kucağında yaşamla savaşmak..
Babamız gelecek diyor
annem, kardeşim her sorduğunda
ve kaçırıyor endişeli gözlerini, devam ederken;
Babamız yiyecek dolu bir sepetle dönecek evimize..
Üç gün oldu babam evden gideli
Geri gelmeyecek bir babanın, beklemek yolunu..
nasıl bir duygudur, bilir misiniz?
Gazze’li çocuklara sorun, öğrenmek isterseniz..
Gelsin evimize babam yeter ki,
Hevesim yok yiyecek dolu sepetinde..
Görsün onu yanımızda, sadece gözlerimiz..
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Sokaktan gelen siren sesleriyle uyanmak,
Uykusuz geçen gecenin sabahında..
ve mavisi griye çalmış bir gökyüzüne uyanmak her sabah..
Uyanmama korkusuyla
uyumama gayreti arasına sıkıştırılmış bir yaşamı
Mavi ve yeşilden mahrum bırakılmış bir dünyada,
Bir parça umutla besleyerek yaşamak.. ama inadına yaşamak..
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Dağılan şarapnel parçaları arasında koşmak,
Avucumuzdan çalınan yarınlarımızı kovalamak..
ve bu kovalamaca içinde, ölümün kıyısında
Kan rengi bir hayata tutunmaya çalışmak..
Gazze’de çocuk olmak nedir, bilir
misiniz?
Bilmedi ayaklarım benim, okul yolunu hiç..
Okul yolunda anılarım olmadı benim
Arkadaşlarla top sektirecek bahçemiz yoktu..
ve durmaksızın koşacak yemyeşil kırlarımız..
Ölümün soğuk yüzüyle, doğarken
tanıştık biz..
Dost ve düşmanlığın ne demek olduğunu
İlk adımlarımızı atarken öğrendik hayata..
Korku nedir bilmedik biz, kan
kokusuyla yaşamaktan..
Ağaçtaki son yaprağın hikayesini
bilirsiniz..
Rüzgarın inadına nasıl da gayretle tutunur ağaca..
O son yaprak düşmeden gösteremez yüzünü
Kışın soğuk çıplaklığı kapıdan..
Gazze’de her çocuk bir son
yaprağıdır mevsimin,
Savrulmaya inat tutunur vatanın toprağına..
Dağılan şarapnellerin arasında
koşmak..
Ardı sıra yükselen siren sesleriyle yarışıp
Yıkık dökük binaların arasında kaybolmak..
Kan rengi de olsa hayata ölesiye tutunmak..
Bir sonraki sokakta ölümle
yüzleşene dek,
Koşmak.. daha da hızla koşmak…
Gazze’de çocuk olmak nedir, gayrı
siz bilirsiniz..