Deneme dilinde çeşitli bilim, felsefe ve sanat dallarına ait terimlere yer vermekten ziyade halk çoğunluğunun ortak günlük konuşma dilinin düşünce diline dönüştürülmesi çabası hâkimdir.
Denemede bilimsel yazılardaki kuruluk ve şematiklik bulunmaz. Düşünce, şiirsel, akıcı, samimî bir üslûpla sunulur. Bu bakımdan deneme yazılarının geniş halk yığınlarınca kolayca ve rahatlıkla okunabilme özelliği vardır.
Deneme yazarı yazısını yazarken bir anlamda kendi kendisiyle diyalog içindedir. Kendi zihinsel âleminde düşünce temrinleri yapar.
Ahmet Haşim Bize Göre (1928), Gurebahane-i Laklakan (1928);
Refik Halit Karay Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su (1931), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944);
Falih Rıfkı Atay Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak (1970) gibi kitaplarını saymak mümkündür.
‘Anı’nın eski karşılığı ‘hatıra’dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir.
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir.
Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar.
Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez.
Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.
Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi’name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.
Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir.
Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır.
Günlük türü için Türkçede ise “Journal” “Rûznâme”, “hatıra defteri”,”Günce”,”Günlük” gibi karşılıklar kullanılmıştır.
Günlük bir kişinin hergün kayda değer bulduğu olayları, gözlemlerini, izlenimlerini, duygu, düşünce ve hayallerini yazdığı notlarıdır.
Anılar, yaşanmış, tarih olmuş eski zamanlardaki olay, olgu ve durumları içerirken, günlüklerde, olaylar sıcağı sıcağına yazıldığı için daha çok özneldir.
Günlük tutmaya pek fazla rağbet edilmeyen Türk edebiyatında bu türün Tanzimat’tan sonra ortaya çıktığını görüyoruz.
Arapça bir kelime olan “hitabet”, hitap etmek, vaaz etmek, güzel söz söyleme sanatı, hutbe okuma, nutuk irad etme gibi anlamlara gelmektedir. Terimin “nutuk”, “söylev” gibi karşılıkları da vardır.
Bir kişinin bir topluluk karşısında belli bir konuda yaptığı etkili, anlamlı ve coşturucu konuşmaya söylev metni, bu konuşmayı yapan kişiye de hatip (konuşma) denir.
Konularına göre siyasi söylev ve bilimsel söylev olarak ayrılabilir.
Arapça bir kelime olan “mülâkât”, karşılıklı buluşmak, görüşmek demektir. Türkçede bunun için “görüşme”, “söyleşi”, “konuşma” terimleri önerilmiştir.
Ancak bugün yaygın olarak Fransızca “reportage” kelimesinin Türkçe telaffuzu olan “röportaj” terimi kullanılmaktadır.
Kendi uzmanlık alanlarında tanınmış kişilerle hayatları, çalışmaları, eserleri ya da istenilen herhangi bir konuda sorulu cevaplı olarak karşılıklı konuşmaların yazıya geçirilmesine mülâkat denir.
Çoğu röportajlar, gezi yazısıyla iç içe sunulmaktadır.
Gezi türü için daha önceleri Arapça kökenli “seyâhat”, “cevelân” gibi terimler kullanılıyordu. Gezi notlarının kaleme alındığı eserlere ise “seyâhatnâme” deniyordu. Modern zamanlarda ise Türkçe bir kelime olan “gezi” terimi tercih edildi.
Gezi yazarı gezip gördüğü yerlerin hem kendisi hem de okuyucular için tarihî ve coğrafî açıdan ilgi çeken yönlerini, özelliklerini, kültürel, jeolojik, güzelliklerini, halkının gelenek, görenek, törelerini yazar.